15 Haziran 2020 Pazartesi

Necip Fazıl sözleri







görseller için; https://twitter.com/search?q=from%3A%40BunlariDusun%20necip&src=recent_search_click&f=live


Hz. Ebu Bekr'de rikkat, incelik, hassasiyet, derinlik... Hz. Ömer'de şiddet, disiplin, adalet... Hz. Osman'da ahlâk, edep, haya... Hz. Ali'de akıl, hikmet... Galip cepheleri… Bütün bunlarda tecelli eden O'dur. Kainat Efendisi....


Bütün eczahane, pastahane, muayenehane, dershanelerin duvarlarına yazmalı: “Ölüme çare Allah’ı sevmek ve Resulünün izinden gitmektir!..”


Çölde, devesine, kölesiyle nöbetleşe binen Reisler Reisi'nin ahlâkı. Buna muhtacız…


Cenazemde, namazıma durmayacaklardan hiç kimseyi istemiyorum! Ne de, kim olursa olsun, kadın. Ve bilhassa, ölü simsarı cinsinden imam!


İktidar Bizde Olsa Ne Olur? Kadın evine döner. İçki yasak. Kumar paydos. Kahvehane yok. Fuhş imkânsız.


İçimizde bu kadar perişan hâle getirilmeseydik; dışımızda bu kadar hürmetsizliğe uğramayacaktık.


Ey Müslüman, sana düşen nimet sadece çile... Uyumamak ve düşünmeye memur olmak… Bu çile kapısından erişilecek dünyayı bilseydin, yatağını ve yorganını satardın!


Çöplüğe attılar da mukaddes emaneti.. Hak bellettiler hakka en büyük ihaneti.


Davası olmayan fikir işsizi, yalnız dedikodu yapar.


Ölüm herkesin başına gelir, ama geç ama erken. Ya kazanırken, ya da kazandığını yerken.


Lâfımın dostusunuz, çilemin yabancısı, Yok mudur, sizin köyde, çeken, fikir sancısı?


Neye yaklaşsam sonu uzaklık ve kırgınlık, Anladım ki yok Allah'tan başkasına yakınlık…


Maymunluk marşı çalan, elli delikli düdük.. Elli yıl, koca millet, bu düdükle yürüdük !


Hep nefs çıkar karşıma ölüp ölüp dirilsem İnsandan kaçmak kolay, kendimden kaçabilsem…


Halbuki Müslümanlık, zor içinde en koIay; pahalılık içinde de bedava kurtuluş çâresidir!.


Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten, Affet, Senden habersiz aldığım her nefesten.


Allah’ım; bizi delinin bayram anlayışından kurtarıp mustaribin şevk ölçüsüne kavuşturman için tecelli bekliyoruz!


Allah'ın Sevgilisi'nin beklediği bir nesil. Bu nesil, siz olacaksınız! Mükellefsiniz! Ya olun, ya ölün!


Bakarsanız yüzde doksan dokuz Müslümanız. Ben bunlara musalla taşı müslümanı diyorum. Evet, musalla taşında yüzde doksan dokuzumuz müslüman...


Gördüğü şeyi, nasıl görebildiğini izah etmekten aciz iken, Göremediği için Allah’ı inkar eden maddeciden iğreniyorum…


"Reformcu der ki: Allah'a ve Peygambere evet, Şeriate hayır! Yani güneşe evet, ışığına hayır. O kadar saçma!"


Yahudi ve masonluğa nefes aldırmadığı için ve sadece mizacındaki kan dökme nefreti yüzünden bunlara kurban giden Abdülhamid'den sonra vatan helaktadır.


Bizi kolay kolay anlamayacaklar. Anlarlarsa, asırlardan beri muhtaç oldukları şeyinde ne olduğunu anlarlar.


Şu geçeni durdursam, çekip de eteğinden; Soruversem: Haberin var mı öleceğinden?


Haksız bir davada ZİRVE olmaktansa, Haklı bir davada ZERRE olmayı tercih ederim.


Ben düşmanımdan korkmam!.. Gönüldaşlarımın dâvaya liyâkatsizliğinden korkarım.


Bir akıl gelecek ki, akıllar delirecek. Ve bir devrim, evvelâ devrimi devirecek.


Ân oluyor bir garip duyguya varıyorum; Ben bu sefil dünyada acep ne arıyorum


Gazi ve Şehid... Hiçbir ordu mefkûresi, dâva ve aksiyon yolundaki mücadeleci insanoğlunun ayaklarını, bundan daha sağlam iki temel üzerine dayayamaz.


Şeriat, tatbik edilen, tatbik edilmesi gereken ölçüler manzumesinin yanında, sevilmesi, aşkla bağlanılması, namütenahi manaları olduğu bilinmesi lazım gelen İlahi müessesedir.


İslamî nizamı propaganda ettiğimizi söylüyorlar. Şüphe mi var? Biz yalnız bu işi yapmıyor, bu işi yapmak için yaşıyoruz.!


Ayasofya'yı kapalı tutmak, Yunanlıya ben yapamıyorum; sen gel de kendi hesabına aç! demekten farksızdır


Ayasofya, bir mananın zıt manaya taarruz ve onu zebun edişinin bütün dünyada eşi olmayan abidesidir.


Ayasofya'nın kapılarıyla beraber ruhumuzu kilitlediler Ayasofya açılmalıdır Türk'ün bahtıyla beraber açılmalıdır


Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem! Fakat Ayasofya açılacak!.. Türk'ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya'nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler. Ayasofya açılacak... Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün mânalar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak!.. Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik ve kötülük etmişlerin dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek…


Ayasofya, ne taş, ne çizgi, ne renk, ne cisim, ne de madde senfonisi; sadece mana, yalnız mana...


Yalnız manayı anlasak, yerine getirebilsek, Ayasofya'nın kapıları sabır taşı gibi çatlar, kendi kendisine açılır


Ayasofya'yı, artık önüne geçilmez bu sel açacak Biraz daha rahmet yağsın. Sel yakındır.


Aya giden, yıldıza giden milletlere imrenen Türk Gençliği! Yirmi yaşındaki Fatih'in ahlak fezasından düştüğünüz bugünkü çöplüğe bakın ve utanın!


"Abdülhamîd'in en büyük düşmanı ne Ermenî, ne Moskof, ne İngiliz ne de kök alakasını kaybetmeye başlayan yarı aydın Türk zümresiydi. Onun gizli planda baş düşmanı sadece Yahudî..."


Kaptanı Yahudi Çarkçısı mason Tayfası dönme Rotası dinsizlik olan hürriyet gemisinden ne bekliyorsun


Lozan, Türk mukaddesatını, kulis arkası, kilise emrindeki garp emperyalizmasına peşkeş çekme işiydi.


Ah, küçük hokkabazlık, Sefil aynalı dolap; Bir şapka, bir eldiven, Bir maymun ve inkılap


Laik Avrupa’da ‘’Hristiyan Demokrat’’, Hristiyan Sosyalist’’ gibi partiler ve daha neler ve neler var da, Türkiye’de yâni onun taklit ülkesinde ‘’İslam’’ kelimesiyle başlayan hiçbir kuruluşa yer yok!...


Nesillere kahraman diye tanıtılanlar, İslam'dan tiksinmenin fikri ve fiili icracıları olmuştur


Bize kalan aziz borç, asırlık zamanlardan; Tarihi temizlemek sahte kahramanlardan


Tarih, kontra gerçeğe; Hürriyet hakka düşman. Millete kasdedenin İsmi milli kahraman.


Kurtulur dil, tarih, ahlak ve iman Görürler nasılmış, neymiş kahraman


CHP bir parti değildir; Haçlı dünyasıyla anlaşmış olarak Türkün ruh kökünü kurutmaya memur bir ocaktır.


Chp bir parti değil. Türk'e dinini, dilini, ve özünü kaybettirmeye memur, bir katliam müessesesidir.


Bugün bizdeki muhalefet, iktidarı düşürme şartıyla vatanı düşürmeye bile razıdır


Tanzimattan beri devam eden sahte inkılâplar ve bu inkılâpların türettiği sahte kahramanlar, dâvâmızın, müşahhas plânda baş meselesidir.


Batılıların İslâmiyetten alamadıkları öcü bizzat almaya kalktılar. Kökümüzü kurutmak için, ona giden bütün su yollarını, tarih, an’ane, lisan, terbiye, aile rabıtasını çürüttüler. Kurtarın milleti ve kendinizi CHP kemendinden…


Hürriyet hokkabazlık, gökte havai fişek; Toprakta da hürriyet diye tepinir eşek...


Diyor ki: “Asrın idrakine söyletmelidir İslâm’ı...” Yani bu asrın anlayışına İslâm’ı söyletmeli! İslâm’ı güya müdafaa ediyor. Bugünkü asır mı tasdik edecek İslâm’ı? Bu İslâm’ı tâbi kılmaktır. Ben söyle tashih ediyorum: İslâm idrakine söyletmelidir asrımızı!


İslâm yenilenmez. Anlayışı yenilemek gerekir. Anlayış mı? Nurun aynadaki aksi... Aynayı yenilemek... Güneş yenilenemez. Göz yenilenir.


Tek yol dine dönmek.. Tek din İslâm!.. Muayyen sahalarda dinin hikmetlerini en doğru anlayışla cemiyete (aplike) edecek ve insanlara yaşanmaya değer hayatı bildirecek fikircilere ihtiyaç var…


İman ettikten sonra akılla hüküm kesmeye ve sınır çizmeye yeltenenler, küfrü akıllarıyla savunmaya çalışanlara akrabadır.


İslamda kadın, kıymeti bilinen ve belirtilen her şey gibi, mahfaza içinde bir mücevher...


Kadın imam olamaz. Şeriat kadına hayatın her faaliyet kapısını açık bırakmış, yalnız iki kapıyı kilitlemiştir: İmamlık ve kaza makamı… Mescit de kadına göre değil... Müsaadesi var ama ona ve cinsiyetine yakışan evi…


Kadına tütün ameleliğinden hakimlik makamına kadar her iş sahası sunuldu. (Ev ve aile ocağı güme gitti.) Kız ve erkek talebe arasında, toplu öğretim kanunlaştırıldı. (talebeye, hocaların gözü önünde birbirinin iştahını kabartmak sanatından başka bir şey sevdirilmedi.)


İslâm cemiyet ve beldesinin büyük meydanında ve bütün nazarlara karşı kadın, yüzünden, el ve ayaklarından başka hiçbir noktasını çıplak olarak gösteremeyecek derecede hayâ ve hicap ifade eder.


Hakikatte bizim üç bayramımız olmalıdır; Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı ve 50 yıllık CHP'den nam ve nişan bırakmayacak günün bayramı...


Müslüman! Aynanın karşısına geç ve alnındaki 'Müslüman' yazısına her ân ihanet hâlinde olup olmadığını düşün!


Müslüman, özlediği örnek ol Garp'la Şark'ın! Rahmet, hikmet, zerafet, şecaat senin hakkın!


Allah’ı, Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını!… Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız!


Biz hürriyet istemiyoruz! Hakka esaret ve hakikate teslimiyet istiyoruz! Bizim ihtiyacımız hakka esaret ve hakikate teslimiyet rejimidir.


O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner, Azrail'e "hoş geldin!" diyebilmekte hüner…


Can saatini, Rahman ezelde kuruvermiş Bir gün göreceksin ki, o saat duruvermiş


Hasis sarraf, kendine bir başka kese diktir! Mezarda geçer akça neyse, onu biriktir!


Kelimenin bittiği yerde konuş ecelle; De ki, bildiğim tek söz, Allah azze ve celle..


Ne iştir, yarı iman, yarı inkâr giderler; Güneşe var derler de, ışığına yok derler!..


Çözdük her müşkülü derlerse de ki, Sonunda VAR OLMA müşkülü kaldı!


Sevgilin şu dağı del dese, koşar, delersin! İş ALLAH'a geldi mi, gücün yok, sendelersin!


Büyük Doğu Gençliği arslanlardan gür sesli Sahabi mayasından Yüce Fatih'in nesli.


Üzülme! Bu davanın Sahibi Haktır Hak Olan Davada Zafer Muhakkaktır


Ey kul, gel etme kıl namazını, Sonra kılarım diyenin dün kıldık namazını..


Şehirlerde tabanım değil yüreğim yanık… Nur şehrine gidelim, yürü, çilekeş çarık…


Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış, Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış...!


Gerçek demokrasinin şöyledir ki, tefsiri; Halk Hakkın esiridir, devlet halkın eseri.


Şaşırmayacağız, bezmeyeceğiz, yılmayacağız. Şaşırtırlar; şaşırmanın devası zekâdır. Bezdirirler; bezmenin ilâcı aşktır, Yıldırırlar; yılmanın merhemi imandır.


Allah, mukaddes sünneti icabı, Allah diye davrananların yenildiklerini tarihte hiçbir defa göstermemiştir. İlâhî zafer taahhüdünün muhatabı aziz gönüldaş! Davran Allah'ın Nusret, ve Rahmeti üzerine olsun.


Eskiden Ermenisi, Rumu, Yahudisi bu kul hakkına tecavüz etmemek için Ramazanlarda müslümanların karşısında oruca aykırı bir harekette bulunmazlardı. Düşünün, sizin derekeniz ne olmalı!


"Adalet abidesi, Hazreti Ömer'i zulüm heykeli diye ele alıp İran Şahı'na "Ömer'den daha zâlimdir!" diyen bir hareket liderini (Humeyni) ve temsil ettiği hareketi İslâm diye kabul etmek küfürdür."


Tohum saç, bitmezse toprak utansın! Hedefe varmayan mızrak utansın! Hey gidi küheylân, koşmana bak sen! Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!


Eski çınar şimdi Noel ağacı; Dallarda iğreti yaprak utansın! Ustada kalırsa bu öksüz yapı, Onu sürdürmeyen çırak utansın!


Bir gençlik hayal ediyorum meclisinde 'Hakimiyet ALLAH'ındır' Yazısına hasret çeken bir gençlik.


"Kim var?" diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert "ben varım!" cevabını verici, her ferdi "benim olmadığım yerde kimse yoktur!" fikrini besleyici bir dâva ahlakına kaynak bir gençlik…


Herkese mahsus bir söz, herkese mahsus bir fikir, herkese mahsus bir karar yoktur. Fikir ve hakikat birdir. Onu bir kişi bulur, bir milyon kişiye tasdik ettirir. Bu suretle nizam ve ahenk denilen şey doğar.


Bir fikre bağlı olmak yerine fâni şahıslara bağlananlar o fâni şahıs dünyadan çekip gidince düştükleri hiçlik ve boşluğu heykel dikmekle gidermeye çalışırlar ve onun tunç, mermer veya alçıdan, cansız gözlerinden yardım ve teselli ararlar.


Birinci Cumhur Reisi (M.Kemal), herhangi bir temenniye «İnşaallah...» duasını katan insan için «Bak, Allah'tan bekliyor, Allah'a inanıyor!» diye mukabele edecek ve Kâinatın Mefhari hakkında «Donsuz Bedevi!» hakaretini savuracak kadar Allah ve Resul'ünün düşmanıydı.


Fatih; önüne bir zincir çekenler, biliyorsunuz, gelir, gemilerine insan aklının kabul edemeyeceği şekilde yol açar. O devrin fenni imkânlarına göre harika iş… Dağlardan Haliç’e donanma indirmek… Bizanslı uyandığı zaman, bütün donanmayı Haliç’te görür. İşte “aksiyon” budur, olmazı yapmak… Fatih bunu yapabiliyor; çünkü imanı var, şevki var, aşkı var, gençliği zindeliği var…


“Ölüyü anmak, ona rahmet dilemek, onu Allâhın kelamıyla rızıklandırmakla olur. “Ölülerinizi hayır ile anınız!” emri, her ölüye değil, bizim ölülerimize mahsus bir keyfiyet… Bizden, yani İslâmdan olmayan ölüleri sadece ölmüş bulunmalarıyla imtiyaz sahibi kabul etmek mümkün olsaydı Hadiste «ölülerinizi» tabirinin «ölüleri» şeklinde olması lazımdı… Ebu Cehl’i hayr ile anmak nasıl muhal ise hayatı boyunca işi gücü, zevki, hırsı İslâm düşmanlığından ibaret kimseleri, sırtına ölüm zırhını geçirdi diye lanetten masum sanmak da imkânsız… Mümin, ölüler mevzuunda da Allah için muhabbet ve Allah için buğz kanatları üzerinde uçar…”


Geçmez inciler, Bozuk piyasa; Ve bozuk ulvî nizam Ve bozuk anayasa. Fezaya nur saçan madenim; Madenimi boğdular pasa. Bir sıcak şarkı var, bıraktığımız; Rahattayız artık, ne gam, ne tasa! Olur elbet, bulunur elbet, varılır elbet Bir gün bir anadan bir kahraman doğarsa


Dört küfür tipi tanıyoruz: İnanmak isteyip de inanamayanlar. (Hafif Kafirler) İnanmayanlar, fakat inananlara hakaret gözüyle bakmayanlar. (Orta Kafirler) İnanmayanlar ve inanları gülünç bulanlar. (Keskin Kafirler) İnanmayan, fakat inananlara saldırmaktan başka bir şey düşünmeyenler. (Kuduz Kafirler)


Daima sahte ve köksüz, binaenaleyh olması olmamasından daha zararlı birkaç madde donatımından başka, 1923-1950 arası ne yapılmışsa, Türk milletini, ruhta, ahlâkta, irfanda, tarihte, fikirde, sanatta, sıhhatte, millî benlikte, şahsiyette, bir daha dirilmemecesine vurmak için yapılmıştır.


" (...) Ya Rabbi, bu vatanı kâfirlerden kurtar! Yâ Rabbi, her gün biraz daha sukut eden ahlâkımızı önle! Yâ Rabbi, gençliğimize senin ve sevgilinin aşkını ilham et! Yâ Rabbi, asırlardır geçit resimleri bitmeyen Batı taklitçisi sahte kahramanların foyasını meydana çıkar!”


Mesela, doktorun olduğu yerde, hastaya seçme hakkı diye bir hak yoktur! Orada yoktur da, Allah'ın mimarisi olan kainatta bu hakkın münakasası mı vardır?.. İşte böyle bir cemiyet fikri içinde, bizim şahsi cemiyet fikrimiz doğuyor Ve ortaya bir fikir (aristokrasi)si çıkıyor... Ve bütün cemiyetin hakkını, o cemiyetin tayin edemeyeceği bir incelik vaaz ediyor.


İslâm'da, bâtıl dinlerde olduğu gibi, din görevlileri bir tarafa, görevsizler bir tarafa diye bir ayırıma yer yoktur. Bu bir esnaflık işi değildir. Hepimiz din görevlisiyiz. Kendini görevli saymayan bizden olamaz.


Bu genç adama dikkatle baksanız, onu, Firavunun ehramına taş taşıyan bir esir sanırsınız… Halbuki, o “ebâ an Ceddin” bu vatanın sahibidir. • Bu genç Anadolu genci!.. • Düne kadar bu genç adam, inanılmış bir dâvâ etrafında ve ancak ev sahibine düşen bir çile borcu altında, Viyanadan Yemene kadar bütün taarruz ve müdafaa yollarımızı al kaniyle asfaltlamış, böyleyken hor görülmüş ve değerlendirilmemiş; bugün ise –ne siz sorun, ne ben söyleyeyim- yakasının içinde büzülmüş kalmıştır. • Bugünün genç adam tipini, dedesi başka, babası başka, mescidi başka, mektebi başka, mahallesi başka, meydanı başka, köyü başka, kasabası başka; kitabı, dergisi, gazetesi başka başka istikametlere çekerken, o, sadece bir bünye sırriyle ayakta kalabilmekte ve bin yıllık Anadolu tarihinin hazin ve değişmez tecellisine bağlı, her şeyi boyuna içine akıtmakta, içinde biriktirmektedir. • Ortalıkta görünmeyen bu gençtir ki, Türk gencinin hakikî tohumu ve tohumluğudur; ve bütün dâva, cemiyet meydanında onun sâyedar ağacını yetiştirmekten ibarettir. • Bu genç olma ve oldurulma yolundadır.


Hiçbir laiklik aleyhtarlığı veya lehtarlığı yapmıyorum; doğrudan doğruya söylüyorum: Laiklik bize göre samimi ve hakiki bir kelime değildir. İnanmayan topyekun inanmaz; fakat barışmaz nesneler arasında muvazaa aramaz. İslam bunun hükmünü koymuştur. Sen ancak, İslamı, nasipsiz bir tipsen reddedebilirsin; ama, İslam ile laikliği bir araya getiremezsin!Kutup ayısını, hurma ağacının ikliminde besleyemezsin.


Şu futbol, din çapında öyle bir vecd kaynağı olmuştur ki, konuşmaya başlayan çocuğun ilk kelimesi “Gol! ” olsa şaşmamalı... Artık insanda kafa meşin top, beyin meşin top, kalp meşin top, mide meşin top… Bu nefsani ra’şenin yanına ruh ve fikir ürpertisini getirebilecek ve memleket kalesinin önündeki büyük mesele topunu muazzam bir şutla ağlara takacak santrafordan ne haber?


" (...) Şapkada, şapkayı aşan bir mânâ vardır. Bütün dinî, millî, bediî, tarihî ölçülerimizin istikrah duyduğu bu unsuru başımıza geçirmeye mecbur tutulmakla topyekûn mukaddesatımızı, tarihî can düşmanımızın emrine vermeye zorlanmış oluyorduk. Nitekim bir Müslümanın, gölgesine bile el değdiremeyeceği salip, bizzat şekli bakımından hiçbir suç sahibi değilken, remzi olduğu küfür noktasından suçlunun suçlusu ve çirkinin çirkinidir. O, sadece âlemi olduğu mâna adına küfrü temsil eder; binaenaleyh küfrün, madde çerçevesinde tâ kendisi sayılır..."


C.H.P. bu milleti yoktan var ettiği iddiasiyle açıkgöz ve sahtekâr bir madde kurtarıcılığı imtiyazına dayanarak Türkün ruh köküne zıt, bu kökü baltalayıcı ve onu Batı uşaklığına bend edici, her türlü fikir ve dünya görüşünden yoksun öyle bir yol açmıştır ki, bu yol, onu takip eden bütün partiler ve iktidarlar tarafından sadece küçük idare ve tatbikat plânlarında tenkit edilmekten başka karşılık görememiş; ve şu veya bu farklarla, hattâ şimdi onun kendisine yeni bir hüviyet araması ve gençlik aşısına el atması farkına rağmen, tek fârikaları İslâm düşmanlığından ibaret, çeyrek aydın ve cüce politikacıların yolu olmakta devam etmiştir.


Bir geceyi hatırlıyorum. 1943'de bir gece… İstanbul'un bir köşesinde, Beylerbeyi'nde, birkaç genç etrafımda, sabaha kadar konuşulan, sabahleyin gözyaşlarıyle yola çıkılan bir gece… Ve onun peşinden 1943'de ilk Büyük Doğu çıktı. Bu ilk Büyük Doğu zayıf ve kekeme bir ses getirdi. Cumudiye… Buz dağı... O devir buz dağı devriydi. Kir de görünmüyordu, temizlik de… Her şey donmuştu. Şöyle ki; «Allah ve ahlâktan bahsetmek yasaktır!» diye gazetelere tamim gelen devir… Ben o zaman Akademide Batı Edebiyatı hocasıydım. Bunu, bu tamimi bir Fransız gördü ve dedi ki: «Yeryüzünde hiçbir hükümet, hiçbir rejim bu kadar alçalmamıştır!» O zaman bir hadis neşrettik. Şöyle, odanın baş köşesine değil de, bir kenarına sıkıştırılmış gibi, gayet mahcup, gayet mütevazi bir köşede, bir hadis meali: «Allah'a itaat etmeyene itaat edilmez!...» Hemen tuttular, Vekiller Heyeti karariyle gazeteyi kapattılar — o zaman o selahiyet vardı— ve beni, —hoca olduğum için askerden muaftım— asker ettiler, Eğridir dağlarına sürdüler. Şöyle ki, müessesenin mesulü bana Maarif Vekilinden gelen bir mektubu gösterdi: «— Büyük Doğu'yla hocalık arasında bir tercih yapmanızı ihtar ederim!» Ve kâğıt kalem istedim, yazdım Maarif Vekaletine: «— Elli küsur kişilik sınıfımdan ziyade bütün vatan sathını kaplayan talebelerime hitap etmek üzere hocalığı bıraktığımı ihtar ederim!»


30 Ağustos zaferini mutlak ve münhasır olarak milli irade kazandı; ondan sonra bu köke bağlanan işler zincirini ise milli iradeye zıd olarak bu iradenin istismarcıları, yani CHP işçileri çekti; ve bu milleti o zincirin içine hapsetti. 30 Ağustos gününde, sadece Allahın, Resulünün, tarihinin. ecdadının, imanının kendisine gösterdiği mâna yolunda, bir çarıktan tank yapacak kadar azametli harikalar iklimine ayak basan Türkü, o günün aziz şeref ve hakkı yalnız kendisine ait olarak. Allah, yine o güne bağlanacak ve milli iradeyle tam bağdaşacak ve asla yol değiştirmeyecek mâna fatihlerine kavuştursun!


İnsan hayatına kıyanların hemen başlarını uçuracağına, onlara hayatlarını bağışlayan; ve hırsızlık edenlerin derhal kollarını keseceğine kendilerine hapishane köşelerinde rahat rahat geviş getirecekleri yataklar ve sanatlarını ilerletecekleri dershaneler hazırlayan zihniyet, birer kötü kişiye medeniyet göstermek için bütün iyi kişilerin hayatına ve malına kıymış olmak manasındadır. İslam adaletinden başka her ölçü, bizce, cezalandırmaya yeltendiği kötülükle bilmeden ittifak halindedir.


Ahlâk Yaralarımız! Dalkavukluk... İltimas... Hırsızlık... Rüşvet... Fuhuş... İçki?... Cinâyet... Kumar… Ayrıca hile... Doğruluktan korkuyoruz! Ayrıca yalan... Hakikatten korkuyoruz! Ayrıca riya... Samimiyetten korkuyoruz! Ayrıca nefret... Aşktan korkuyoruz. Ayrıca inkâr... İmândan korkuyoruz! Ayrıca şüphe... İtimattan korkuyoruz! Ayrıca istihza... Ciddiyetten korkuyoruz! Ayrıca kargaşalık... Nizamdan korkuyoruz! İnsanoğlu, bizde ve bu son devirde alçalmaya bırakıldığı kadar, hiçbir zaman ve mekânda bırakılmadı.


SAHTELİKLER DÜNYASI KADINDA: Saç sahte, Kaş sahte, Kirpik sahte, Burun sahte, Diş sahte, ERKEKTE: Kılık sahte, Bıyık sahte, Sakal sahte, Eda sahte… KÜLTÜRDE: Dil sahte, Tarih sahte, Devrim sahte, Kahraman sahte. POLİTİKADA: Vicdan sahte, iman sahte, İz'ân sahte, İrfan sahte… NİZAMDA: Hürriyet sahte, Adalet sahte, Disiplin sahte, Denge sahte...MEKTEPTE: Kitap sahte, İlim sahte, Profesör sahte, Diploma sahte...


"Hırsızlık cemiyetin kolunu kesmektir. Cemiyetin kolunu keseni kolsuz bırakmaksa toplumu kurtarmak... Şeriat, hırsızlık sürsün ve boyuna kol kesilsin diye emretmez. Hırsızlık kalksın ve kol kesilmesin saadetini getirir. Yani hastalık iyi olsun... Neden vücudu kurtarmak için kol kesen cerrahı şuçlamıyoruz?"


Genç adam, düşün! Evvelâ, insanoğlunun düşünmekten büyük haysiyeti olmadığını düşün! Düşün ki, genç adam, Masonluk, Yahudilik, Kozmopolitlik, daha bilmem ne ve ne, Türk bütünlüğünü çürütmeye memur, gizli ve maskeli tesirler eliyle, senin için yalancı tarih kitapları düzülmüş, zehirleyici telkin iklimleri kurulmuş, kök kurutucu aşılar hazırlanmıştır: ve senin, gayet mazur olarak, bunlara inanman, kapılman, bağlanman sağlanmıştır. Düşün!


Ben bu zamana kadar altı türlü kâfir gördüm: Topyekûn bütün dinleri ve Allah'ı inkâr edenler... Allah'ı kabûl edip peygamberlerini inkâr edenler... Allah'ı kabûlle bazı peygamberleri inkâr edenler... Müslümanlığı kabûl eder gibi olup onun bazı emirlerine ve yasaklarına itiraz edenler... Müslümanlığı sözde kabûl edip onu bu asra göre yenileştirmek ve değiştirmek icap ettiğini iddia edenler... Müslümanlık iddia edip onu olduğundan başka türlü göstermek isteyenler...


Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte! Ölsek de sevinin, eve dönsek de! Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!


Sadece onlar mı suçlu? Bizim suçumuz yok mu? Asırlarca gafletten uyanamayan bir millet üzerinde elbette oyunlar oynanır, projeler çizilir ve bunlar tatbik edilmeye başlanır. Ama iş işten geçtikten sonra ağlamaktan başka çaremiz kalmıyor maalesef. Tıpkı Endülüs Emevileri’nin son Hükümdarı Abdullah Sagir gibi.. Ülkesi işgal edildikten ve o da ülkeyi terk ettikten sonra, geriye baktığında muhteşem Elhamra Sarayını görünce ağlamaya başladı. Annesi ona tarihe mal olmuş şu sözü söylemişti: Ağla utanmaz, ağla. Erkekçesine vatanını, dinini, müdafaa ve muhafaza etmeyenlere, kadınlar gibi ağlamak yaraşır.


Hazreti Ömer'in, memurlarına bir hitabesinden bir parça: -Sizi, saltanat sürmeniz, insanlara tahakküm ve tekebbür göstermeniz için bu işlere kayırmadım. Siz, doğru yolda rehber olacak ve herkesi kendinize uyduracaksınız. Öyleyse Müslümanların haklarını yerine getiriniz! Müslümanlara fena muamele etmeyiniz ki, küçüklüğe düşmesinler; Müslümanları lüzumsuz yere pöhpöhlemeyiniz ki, şımarmasınlar!.. Kapılarınızı onların yüzlerine kapamayınız! Sonra kuvvetlileri, kuvvetsizleri yer. Kendinizi onlardan üstün tutmayınız! Sonra zulüm alır yürür.


Namaz müspet aksiyoniyle bilinir; yani kılındığı görülmekle… Kılınmazken kılınmadığı belli değil… Oruç ise bunun aksidir. Menfi aksiyoniyle anlaşılır; yani tutulmadığı surata çarpılmakla… Tutulurken de tutulduğu belli değil…


Oruç, ağırlığı kaldıran haşmetli vinç, Hasretlerin sonunda gelen İlahî sevinç...


Sanma oruç, bu akşam tıklım tıklım ye diye; bu akşam, yarın oruç tutabilmek için ye.

Necip Fazıl Kısakürek Ulu Hakan İkinci Abdülhamid Han kitabından önemli alıntılar http://sahtekahramanlar.blogspot.com/2018/08/necip-fazl-ksakurek-ulu-hakan-ikinci.html

Vatan Dostu Sultan Vahidüddin (Necip Fazıl) kitabından önemli alıntılar http://sahtekahramanlar.blogspot.com/2018/08/vatan-dostu-sultan-vahiduddin.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.