30 Haziran 2020 Salı

Bağış Kurban Değildir!









“İmkânı olup da kurban kesmeyen namazgâhımıza yaklaşmasın” (İbn Mâce, Edâhî, 2; Ahmed b. Hanbel, II/321; Hâkim, II/422) "O hâlde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes." Kevser Suresi 2. Ayet Meali


“Haccı ve umreyi Allah için tam yapın. Eğer (bunlardan) alıkonursanız kolayınıza gelen kurbanı gönderin. Kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden her kim hasta olursa yahut başından bir rahatsızlığı varsa, oruç veya sadaka veya kurban olmak üzere fidye gerekir. (Hac yolculuğu için) emin olduğunuz vakit kim hac günlerine kadar umre ile faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir. Kurban kesmeyen kimse hac günlerinde üç, memleketine döndüğü zaman yedi olmak üzere oruç tutar ki, hepsi tam on gündür. Bu söylenenler, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah’tan korkun. Biliniz ki Allah’ın vereceği ceza ağırdır.” (Bakara 196)


“Onlara, Adem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden), ‘And olsun seni öldüreceğim.’ dedi. Diğeri de ‘Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder.’ dedi…” (Mâide 27)


“De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’ âm 162)


“Biz, her ümmete -(Kurban kesmeye uygun) hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah’ın adını ansınlar diye- kurban kesmeyi gerekli kıldık. İmdi, İlahınız, bir tek İlah’tır. Öyle ise, O’na teslim olun. (Ey Muhammed!) O ihlaslı ve mütevazı insanları müjdele!” (Hac 34)


“Biz, büyükbaş hayvanları da sizin için Allah’ın (dininin) işaretlerinden (kurban) kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Şu hâlde onlar, ayakları üzerine dururken üzerlerine Allah’ın ismini anınız (ve kurban ediniz). Yan üstü yere düştüklerinde ise, artık (canı çıktığında) onlardan hem kendiniz yiyin hem de ihtiyacını gizleyen/gizlemeyen fakirlere yedirin. İşte bu hayvanları biz, şükredesiniz diye sizin istifadenize verdik.” (Hac 36)


“Kendilerine ait birtakım yararlara tanık olsunlar. Kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belirli günlerde Allah’ın adını ansınlar. İşte bunlardan yiyin, sıkıntı içindeki fakiri de doyurun”. (Hac 28)


Cabir bin Abdullah (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi: “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile beraber Kurban bayramına şahid oldum. Hutbesini bitirince minberden indi. Ona bir koç getirildi, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onu:‘Bismillahi Vallahu Ekber Haza Anni ve Ammen Lem Yudahhi Min Ümmeti’ dedi ve kendi eliyle kesti.”Ebu Davud 2810, Tirmizi 1521, Ahmed 14901


“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kurban bayramı günü namazdan sonra bize hutbe irad etti ve: ‘Herkim bizim namaz kıldığımız gibi namaz kılar, bizim kurban kestiğimiz gibi kurban keserse şüphesiz ki o kimse kurban ibadetini yerine getirmiştir! Herkim de kurbanını namazdan önce kesmiş ise o et için kesilmiş koyundur’ dedi. Bunun üzerine Ebu Burde bin Niyar (Radiyallahu Anh) ayağa kalktı ve: −Ya Rasulallah! Vallahi ben kurbanımı namaza çıkmadan önce kestim. Onu keserken bu günün yeme ve içme günü olduğunu bildiğim için acele ettim. Onun etinden kendim yedim, aileme ve komşularıma da yedirdim dedi. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): −‘O et için kesilen koyundur’ buyurdu. Ebu Burde (Radiyallahu Anh): −Benim yanımda yaşını doldurmamış bir oğlak var, o iki koyunundan daha hayırlıdır, o bana kurban olarak yeterli midir? dedi. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): −‘Evet, senin için yeterlidir. Ancak senden sonra hiç kimseye yeterli olmayacaktır!’ buyurdu.” Ebu Davud 2800, Buhari 5625, Müslim 1961/5, Nesei 1562, 4407, Tirmizi 1508, Darimi 2/80, İbnu’l-Carud 908, Beyhaki 9/276, Ahmed 3/281, 282, Albânî İrva 1154



Peygamberimiz [aleyhissalatü vesselam], kurban bayramı günü, kızı Hz. Fatıma (r.a.)'ya şöyle buyurur. "Ey Fatıma! Kalk, kurbanının yanında bulun, şunu iyi bil ki; onun kanından yere düşen ilk damla ile, işlemiş olduğun günahların tümü affedilir. Kurban kesilmeden önce şöyle dua et: 'Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi içindir. Onun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben Müslümanlardanım.'"

Bu sırada Peygamberimiz [aleyhissalatü vesselam]'ın yanında bulunan sahabeden İmran b. Husayn şöyle bir soru sorar: Ey Allah'ın Resulü! Bu (bağışlanma ve sevap) yalnız senin ehl-i beytine mi mahsustur, yoksa tüm Müslümanlar için de durum aynı mıdır? Resulü Ekrem [aleyhissalatü vesselam] da: "Tüm mü'minler için aynı sevap vardır" buyurur. (Heysemi, Mecmeu'z-Zevaid, c. IV, s. 17; Hakim, el-Müstedrek, c. IV, s. 222.)
“Resulullah (s.a.v.), Ramazan Bayramı namazına bir şeyler yemeden çıkmazdı. Kurban Bayramı’nda ise, namazdan dönünceye kadar bir şey yemezdi.”(Büreyde, Kütüb’ü-Sitte: Hadis no: 3048)


Resululah (s.a.v.) buyurdular ki: “Allah indinde günlerin en büyüğü Kurban Bayramı günüdür. Bunu, fazilette nefr günü (teşrik günlerinin ikinci günü) takip eder.” (Abdullah İbnu Kurt, Kütüb’ü-Sitte: Hadis no: 4561)


Cundub b. Sufyan radiallahu anh şöyle rivayet etmiştir: Kurban bayramı günü Hz. Peygamber aleyhisselam ile beraber hazır bulundum. Namazı kıldı, namazı bitirip de selam verince, namaz bitmeden önce kesilmiş olan bazı kurban etleri ile karşılaştı. Bunun üzerine: “Kim namazdan önce kurbanını kestiyse onun yerine bir kurban daha kessin. Kim kesmemiş ise besmele ile kessin” buyurdu. (Müslim)


Berâe radiallahu anh şöyle rivayet etmiştir: Dayım Ebu Bürde kurbanını namazdan evvel kesti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.): “Senin bu koyunun yalnız et içindir” buyurdu. Ebu Burde: “Ey Allah’ın Resulü! Bende bir keçi oğlağı var” dedi. Hz. Peygamber: “Onu kurban et. Fakat senden başkasına yaramaz” buyurdu. Sonra da şunları ilâve etti: “Her kim namazdan evvel keserse ancak kendi nefsi için kesmiş olur. Her kim namazdan sonra keserse kurbanı tamam olmuş ve müslümanların sünnetine uymuş olur.” (Müslim)


Berâ b. Âzib (r.a.)’dan merfu olarak rivayet edilen hadisinde Resulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Topal hayvan, tek gözlü hayvan, hastalığı belli olan hayvan, zayıf ve cılız hayvan kurban edilmez.” (Ebû Dâvûd, Dahaya: 5; İbn Mâce, Edahî: 8)


Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) boynuzlu, alaca renkli iki koçu kendi eliyle keserek kurban etti. Besmele çekti, tekbir aldı ve keserken ayağını koçların sağ yanı üzerine koydu. (Buhârî, Edâhî: 7; Müslim, Edâhî: 3)


“Ademoğlu kurban kesme gününde Allah katında kan akıtmaktan daha sevimli bir amel işlememiştir. ... Kurbanın kanı yere düşmeden önce Allah katında hemen kabul olunur. Bu sebeple kestiğiniz kurbanlardan dolayı sıkıntı değil gönlünüz hoş olsun.” (İbn Mâce, Edahî: 3)


Peygamberimiz (salat ve selam olsun) kurban etinin üçe taksim edilip, bir bölümünün kurban kesemeyen yoksullara dağıtılmasını, bir bölümünün akraba, tanıdık ve komşularla paylaşılmasını, bir kısmının da evde yenmesini tavsiye etmiştir . Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 10


"Allah Teala hazretleri, her şeyde iyiliği emretmiştir. Öyleyse öldürdüğünüz zaman öldürmeyi iyi yapın. Kesecek olursanız kesmeyi iyi yapın. Bıçağın ağzını bileyin. Hayvana (zahmet vermeyin) rahat ettirin." Müslim, Sayd 57


Ümmü Seleme radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kimin kesecek kurbanı varsa, zilhicce ayı (nın hilâli) girince kurbanını kesinceye kadar saçından ve tırnaklarından hiç bir şey kesmesin.” (Müslim, Edâhî 42. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Dahâyâ 3.)


Câbir (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Hudeybiye’de, Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber deveyi de sığırı da yedi kişi için boğazlayıp kurban etmiştik. (Ebû Dâvûd, Dahaya: 6; İbn Mâce: Dahaya: 5)


“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kurbanlıklarına nezaret etmemi etlerini, derilerini ve çullarını tasadduk etmemi; kasaba bunlardan bir şeyi ücret olarak vermememi bana emretti ve: ‘Biz ona kesim ücretini kendi yanımızdan veririz!’ buyurdu.” Müslim 1317/348, Buhari 1625, Ebu Davud 1769, İbni Mace 3099, İbnu’l-Carud 483, Darimi 2/74, Beyhaki 9/294, Ahmed 1/79123, Albânî İrva 1161


http://www.sahihhadisler.com/?pid=p&id=588


Cebele b. Suhaym (r.a.)’den rivâyete göre, adamın biri İbn Ömer (r.a.)’e kurban kesmek vâcib midir? diye sordu. O da; Rasûlullah (s.a.v.) ve Müslümanlar kurban kestiler dedi. Adam aynı soruyu tekrar edince aklını kullanıp ne dediğimi, anlamıyor musun? Rasûlullah (s.a.v.), ondan sonrada Müslümanlar kurban kestiler. (İbn Mâce, Dahaya: 2)


Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Kurban derisini satan kimsenin kurbanı yoktur!”Tergib ve Terhib 2/538, Hakim


“Peygamber efendimiz, Eshab-ı kiram ve şimdiye kadar gelen İslam âlimleri, namazı nasıl kılmışlar, ibadetleri nasıl yapmışlarsa, aynen öyle yapmak gerekir. Eklemek ve çıkarmak, dini değiştirmek olur. İbadetlere bid'at sokmakla daha güzel ibadet edilmiş olmaz. (İbadetleri bizim gibi yapmayanlar, bizden değildir) hadis-i şerifini düşünerek, ibadetlere ilave ve çıkarma yaparak dini değiştirmekten çok sakınmalıdır!” -alıntı-


"Kurban kesmek, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in bu hadisi gereği ona güç yetiren her Müslümana vaciptir! Çünkü kurban kesmek değişik bir tarzda Allah’a ibadet etmenin göstergesidir. Allah-u Teâlâ, çok değişik hareket ve fiillerle kendisine ibadet edilmesini istediği gibi, kurban kesmek suretiyle de kendisine ibadet edilmesini istemiştir. Kesilen kurbanların ne etlerinden ne de kanlarından bir şey Allah’a ulaşmaz! Kurban keserek Allah ve Rasulünün emrine imtisalle oluşan takva Allah’a ulaşır ancak." -alıntı-


http://www.sahihhadisler.com/?pid=p&id=4129


“DİNİN ibadet kuralları sabittir. Onları bizim değiştirme yetkimiz yoktur. Din Allah’ındır. Dini görevleri bize yükleyen Allah’tır ve onun yüklediği her görevin de bizim dinimiz için ve dünyamız için sayılamayacak kadar yararları vardır. Allah’ın bize yüklediği her görevin yararı vardır. Dinin kurallarını özel şartlara göre, lokal şartlara göre, geçici durumlara göre değiştirmeye kalktık mı, dinin bütünü elden gider. Onun için dinin koruyucusu bu dinin kıyamete kadar kurallarıyla birlikte yaşamasını istemiştir. Allah’ın koyduğu kuralları kulların değiştirmesi mümkün değildir. Onun için biz namaz gibi, oruç gibi, zekat gibi, kurban gibi ibadetleri değiştirme yetkisine sahip değiliz. Kurbanın amacı zaten hayır yapmak olduğu için o yolla yardımı yaparız. Yani din kurban kesilecek diyorsa kurban keseceğiz. Kurban kesmek, zekat vermek hayır yapmanın asgari limitidir.” -alıntı-


Kurban kesmek her sağlıklı ve maddi durumu müsait erkeğin görevidir.(kadın tek başına yaşıyorsa ve maddi imkanı varsa o da vekalet vererek kurban kestirebilir) erkek kurban kestirmek yerine özellikle kendi kesmeli veya kesime katılmalıdır. kurban vekaletinden özellikle kaçınmak gerekiyor. mümkünse herkes kendi kurbanını kesmesi daha makbuldür. kurban yerine bağış yapılmaz, bağış kurban yerine geçmez. bir erkek öküzü kesecek güçte olmalıdır, bu erkeğin cihada hazır olmasına maddi ve manevi yönden yardımcı bir etkendir. ibadetler birbirini tamamlayıcıdır. namaz kılan daha kolay cihad eder. Ölümden korkusu olmadığı için düşmandan kaçmaz. işte kurban kesebilen bir erkek de korkusuz ve sağlıklı demektir. ve kredi kartı ile kurban alınmaz. kurban maddi durumu iyi olanlar içindir. ve yine içki satan mağazalardan kurban alarak alacağınız sevaptan mahrum kalmayın. Allah rızası için kurban kesiyorsanız, Allah'ın bütün emirlerine de uymanız gerektiğini bilin. Kurban kesmek İslam'ın görevlerinden biridir. bunun makbul olanı ise kişinin kendi kurbanını kesmesidir. kurban kesmek kasaplara indirgenemez. kurban her müslüman mahallesinde kesilmelidir, bu yasaklanamaz. BIRAKIN AVRUPA'YI, İSLAM'A UYUN (kurban kesilmesi kurban kesme yerleri haricinde yasaklamasına istinaden bunu belirttim)


KURBANDA VEKALETE DİKKAT EDİN TANIMADIĞIMIZ KİŞİLERLE ORTAK OLAMAZSINIZ! (“ortaklardan biri ibadetten başka maksatla ortak olursa kestiğiniz kurban kabul olmaz” Timurtaş Uçar hoca) ortakları tanımak şarttır. işte bu nokta çok önemli. vakıflara bağış yaptığınız zaman kiminle ortak olduğunuzu bilmiyorsunuz, bu kurbanın şartlarına uymuyor

Kurban Kesenlerin Niyetleri Aynı Olmalıdır Timurtaş Uçar Hoca


https://www.youtube.com/watch?v=Ob_TJ-CT6v0&feature=emb_logo


yani yolda görseniz selam vermeyeceğiniz adamla kurbanda ortak olmaz. benim tavsiyem ise namaz kılmayan, faiz yiyen yani islamın şartlarına uymadığınızı bildiğiniz kişilerle ortak olmayın


"Sadece müminle arkadaşlık et. Senin yemeğini muttaki olan yesin." Ebu Davud, Edeb 19


Peygamberimiz (salat ve selam olsun) kurban etinin üçe taksim edilip, bir bölümünün kurban kesemeyen yoksullara dağıtılmasını, bir bölümünün akraba, tanıdık ve komşularla paylaşılmasını, bir kısmının da evde yenmesini tavsiye etmiştir . Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 10


bu hadisten şunu öğreniyoruz üçte bir ev halkının hakkıdır, üçte bir akraba, tanıdık ve komşulara ikram edilir ve üçte biri de yoksullara sadaka olarak dağıtılır işte bu paylaştırma sünnettir ve kurbanın şartlarından biridir bağışta ise ev halkı ve komşulara ikram kısmı yapılmıyor


“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kurban bayramı günü namazdan sonra bize hutbe irad etti ve: ‘Herkim bizim namaz kıldığımız gibi namaz kılar, bizim kurban kestiğimiz gibi kurban keserse şüphesiz ki o kimse kurban ibadetini yerine getirmiştir!" Ebu Davud 2800, Buhari 5625, Müslim 1961/5 bu hadise göre de bağış vacip olan kurbanın şartlarına uymuyor


son olarak şunu belirtmek isterim kişi kurbanını kendi kesmeli veya kesimine katılmalı özrü varsa da tanıdığı bir kişiye vekalet vermeli. bunların dışında imkanı varsa kendi kurbanını kestikten sonra başka vakıflara istediği sayıda kurban bağışı yapabilir


kurbanı sadaka ibadetine döştürmemek gerekiyor


“Ademoğlu kurban kesme gününde Allah katında kan akıtmaktan daha sevimli bir amel işlememiştir. ... Kurbanın kanı yere düşmeden önce Allah katında hemen kabul olunur. Bu sebeple kestiğiniz kurbanlardan dolayı sıkıntı değil gönlünüz hoş olsun.” (İbn Mâce, Edahî: 3)


De ki: “Siz Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysa Allah, göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” Hucurât Suresi 16 bu ayetin hükmüne girmek istemiyorsanız din ile oynamayın! (dine yorum yapmamak gerekir bu dinin farzı sünneti bellidir, bir farzı, sünneti yasaklamak islam düşmanlığıdır. devlet laikse islamın emirlerine karışmasın)


Resulullah (salat ve selam olsun) buyurdular ki: "Allah ilmi [verdikten sonra], insanların [kalbinden] zorla söküp almaz. Fakat ilmi, alimlerin ruhlarını alarak kaldırır. öyle ki, tek bir alim kalmaz. Halk da cahilleri kendine reis yapar. Bunlara meseleler sorulur, onlar da ilme dayanmaksızın [kendi düşünceleriyle] fetva verirler, böylece hem kendilerini hem de başkalarını yoldan çıkarırlar." Buhari, İlm 34, İ'tisam 7; Müslim, İlm 13, (2573); Tirmizi, İlm 5, (2654)


Rasûlâllah (salat ve selam olsun) bir gün, şöyle buyurdu: "Gariplere müjdeler olsun. Gariplere müjdeler olsun!" “Garipler kimlerdir, ey Allah’ın Resulu?” denildi. Rasulullah: “birçok kötü insan içinde, (sayıca) az olan salih kişilerdir. Onlara isyan edenler, itaat edenlerden daha çoktur.” buyurdu. Abdullah bin Mübarek Müsned 23. hadis

22 Haziran 2020 Pazartesi

MASKE ÖLDÜRÜR! Beyin Cerrahı Dr. Bilgehan Bilge Uyardı: "Zorunluluk ÇOK BÜYÜK HATA"





İstanbul’da maske takma zorunluluk kararının çok ciddi ve hatalı olduğunu ifade eden Beyin Cerrahı Dr. Bilgehan Bilge, “Maske öldürür. Toplum sağlığını ilgilendiren bu ciddi hata nedeni ile bu meslektaşlarımı uyarıyorum” dedi ve ekledi:

Maske neşter gibidir. Tecrübeli ellerde şifa, acemi ellerde beladır.

Maske takmanın zorunlu hale getirilmesini eleştiren Bilge, “Bu karar, çok ciddi ve çok büyük bir hata!.. Ve maalesef bu hatalı kararı körükleyenler benim meslektaşlarım. Meslektaşlarım derken yanlış anlaşılmasın. Cerrahlar değil. Körükleyenler klinisyen hekimler. Halk sağlığı uzmanları, mikrobiyologlar, enfeksiyon hastalıkları uzmanları, dahiliye uzmanları” diye konuştu.

“Onlara sesleniyorum!.. Bu uzman arkadaşları toplum sağlığını ilgilendiren bu ciddi hata nedeni ile bu meslektaşlarımı uyarıyorum” şeklinde sözlerini sürdüren Beyin Cerrahı Bilgehan Bilge, şöyle konuştu:

● Maske çok tehlikelidir arkadaşlar. Maske takmak bu virüs’den korumaz.

● Tam aksine; Maske takmak virüs enfeksiyonu ve bulaştırıcılığını yükseltir.

● Maske takmak virüsün daha ağır hastalık yapmasına yol açar.

● Hijyenik ve sağlıklı maske takmak çok profesyonel bir iştir. Ağır, uzun eğitim ve şartlanma gerektirir.

Maske takmanın pek çok hastalığı tetikleyeceğini ve ağırlaştıracağına dikkat çeken Bilge,

● KOAH, Astım, Hipertansiyon, Kalp-Damar Hastalıkları, Allerjik hastalıklar, Beyin – Damar yetmezliği hastalıkları gibi kronik hastalıklar için ölümcül riskler içerdiğini de açıkladı.

Karar alınmasında etkili olan meslektaşlarına, “Sevgili meslektaşlarım. Bu yazdıklarım gerçektir. Literatürde tartışmasız kabul edilmiş gerçeklerdir. Lütfen 2018 tarihine kadar maske ile ilgili on binlerce akademik çalışmayı ve bu çalışma sonuçlarını tekrar ve tekrar okuyun” diyerek çağrıda bulunan Bilgehan Bilge, sözlerini şöyle sürdürdü:

Sizler de biliyorsunuz ki. Maske konusunda deneyiminiz hiç yok. Cerrahlar dışında hiç biriniz maske kullanmazsınız. Bu da oldukça doğal.

Ben 1983 senesinden beri maske kullanan tek bir dahiliye uzmanı, enfeksiyon uzmanı, mikrobiyolog, halk sağlığı uzmanı görmedim. Bu tıbbi ekipmanı bilmemeniz, hiç kullanmamış olmanızı eleştirmiyorum. Ancak, hiç bilmediğiniz, hiç tecrübeniz olmayan ve hiç kullanmadığınız bu tıbbi bir ekipman konusunda ‘yönetici sınıfını’ yanlış bilgilendiriyorsunuz.

● Maske bu virüse karşı korumaz!… Tam tersi kollektör özelliği ile tehlikelidir.

Maske zorunluluğunun ayrıca ikincil ciddi sağlık problemlerine sebep olacağını ileri sürem Bilge,

“Hiç bilmediğiniz, hiç tecrübe sahibi olmadığınız ve hiç kullanmadığınız bu tıbbi malzeme ile ilgili lütfen toplum sağlığını tehdit edecek beyanlar yapmayın. Yöneticileri sağlıksız bilgileriniz ile etkilemeyin.

● Kısaca neşter gibidir maske. Tecrübeli ellerde şifa, acemi ellerde beladır. Maske öldürür” dedi.



Emir demiri kesti…

● Maske, virüs “virülansı” açısından çok tehlikeli,

● Maske, vücut oksijenlenmesini düşürücü olması nedeni ile pek çok kronik hastalığa sahip bireylerde öldürücü yan etkilere sahip.

● Maske, allerjik reaksiyonları tetiklemesi nedeni ile özellikle alerjik astım hastaları için ölümcül.

● Maske, üretildiği materyaller henüz denetlenmediği için uzun vadede kanser ve kronik akciğer hastalıkları riski içerir”

uyarılarının ardından “Ama artık zorunlu. Bu saatten sonra yapacağımız hiç bir şey yok” diyen Dr. Bilgehan Bilge, ’emirin, demiri kestiğini’ belirterek, geriye mevcut duruma karşı tavsiyelerin kaldığını söyledi.

Bilge, maskenin ölümcül risklerinden nasıl korunabiliriz? sorusuna karşı da şu yanıtları verdi:

1) Mümkünse hiç takmayın.

2) Üretim malzemesi, muhteviyatı kutusu üzerinde yazılı, tescilli , prospektüsü olan maske alın.

3) İki saatten fazla takmayın,

4) Maskeli iken hızlı yürümeyin, koşmayın, ağır ve efor gerektiren işle yapmayın.

5) Maskenize ipleri dışında dokunmayın, dokunduysanız ellerinizi bol sabunlu ılık su ile yıkayın.

6) İki saatten fazla kullandığınız maskeyi yok edin. Cebinizde, çantanızda taşımayın.

7) Maske takılı iken cep telefonunuz ile konuşmayın. Kulaklık kullanın.

8) Evinizde göstermelik, pamuk, ipek gibi kumaşlardan tül inceliğinde maskeler yapın. Veya ince tülbentlerinizi maske gibi takın.

Tüm bu tedbirlere rağmen nefes almakta zorlanıyorsanız, tansiyonunuz yükseliyorsa, bilinç bulanıklığı yaşıyorsanız, burun ve genziniz yanıyorsa, kalp ritminiz yükseliyorsa mutlaka doktorunuza müracaat edin.

“Maske kullanamaz” şeklinde bir rapor veya yazı alın.

Dr. Bilgehan Bilge

Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahı

(Maskelerle ilgili diğer yazılarını hemen altta okuyabilirsiniz)

İlişkili Haberler:

Yetkililerin Maskeler Konusundaki ÇELİŞKİLİ AÇIKLAMALARI - Dr. Bilgehan Bilge

Yazıdan Satır Başları...

Başlangıçta,

“maske üretimi” henüz yeterli değilken size dendi ki:


Maske sizi korumaz. Hatta yetersiz oksijen aldığınız için virüsün bulaşma ve hastalandırma riskini arttırır.

Derken,

maske imalatı ve stoklar belirlendi.


Maskeyi sadece hasta olan taksın. Ve sadece sağlık profesyonelleri kullansın. Diğerlerinin takmasına gerek yok!.. Ama isteyen takabilir.

Ve final:


Hepiniz maske takın. Takmayan ölür mesajı geldi.

Yetmedi:


Takmayan cahil, toplum düşmanı ve hatta vatan haini ilan edildi.

Yetmedi:


Zorunlu hale getirildi ve hatta takmayan cezalandırılacak. Denildi.

Yazının Tamamı için tıklayınız

N95 MASKE BİLE Virüsün Vücudunuza Girişini ENGELLEMEZ | Beyin Cerrahı Dr. B.Bilge

Yazıdan Satır Başları...

Deneysel çalışmalar;

• Bez maskelerde %80 oranında,

• Cerrahi maskelerde %65 oranında,

• N95 maskelerinde %5 oranında

*“koruyamama- geçirgenlik“* olduğunu ortaya koyar.

“Olsun, az da olsa koruyor” diyebilirsiniz.

Verilen bu oranlar KORUMA oranı DEĞİL, virüs partikülü GEÇİRME oranıdır.

• Yani %95 koruyan bir maske sizi %95 HASTALIKTAN KORUMAZ. Sadece maruz kaldığınız virüslerin %95’ini filtreler, GERİ KALANINI SOLUNUM YOLLARINIZA GÖNDERİR.

• Bir anda 1 milyon virüs partikülüne maruz kaldığınızda bu virüslerin (300 nanometreden büyük olanlarının 950.000 tanesi maskenizde kalır. 50.000 tanesi solunum yoluna gider. Hastalanmanız için 1.000 partikül yeterli.

Yani çok mükemmel bir şekilde taktığınız N95 BİLE bu sayının 50 kat kadarı virüsün vücudunuza girişini ENGELLEMEZ.

Yazının Tamamı için tıklayınız

► Mikrobiyolojik Açıdan Maske Değerlendirmesi | Avusturyalı Biyolog Clemens Arvay


ÇOK KOLAY ANLAŞILIR olan FARKLI BİR BAKIŞ AÇISIYLA...


Virüs, kıyafetlerimiz ve hava ile temas ettiğinde ÇOK HIZLI bir şekilde etkisiz hale gelir. Çünkü virüsler KURUMAYA karşı çok dayanıksızdır. ...




https://www.coronagercegi.com/amp/maske-oldurur?__twitter_impression=true

17 Haziran 2020 Çarşamba

Dört Halife sözleri







Peygamberimiz (salat ve selam olsun) şöyle buyurmuştur: "Şu dördün muhabbeti bir münafığın kalbinde toplanmaz; Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali" Ramuz elHadis sayfa 484; Taberani


AŞERE-İ MÜBEŞŞERE Hayatta iken Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından Cennet'le müjdelenen ashabın ileri gelenlerinden on kişi için kullanılan bir tabir. Kur'an-ı Kerîm'de bu hususta herhangi bir delil mevcut olmamakla birlikte, Resulullah'ın sahîh hadisleriyle sabit olan bu ashabın Cennetlik oluşları, İslâm'ın genel prensipleri dahilinde gayet tabi bir olaydır. Aşere-i Mübeşşere tabirinin yanısıra "el-mubeşşirun bi'l-Cenneh" tabiri de bu sahabeler hakkında kullanılmıştır. Bu meşhur on sahabi şunlardır: Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Ali, Hazreti Talha b. Ubeydullah, Hazreti Zübeyr b. Avvâm, Hazreti Abdurrahman b. Avf, Hazreti Sa‘d b. Ebû Vakkās, Hazreti Ebû Ubeyde b. Cerrâh ve Hazreti Saîd b. Zeyd -radıyallahu anhüm-'dür. Bu büyük sahabilerin kendilerine has özellikleri vardır. Meselâ: Mekke'de ilk Müslüman olan bu şahsiyetler Hz. Peygamber'e ve İslâm davasına büyük katkıları olan kişilerdir. Bu büyük sahabilerin hepsi İslâm devletinin müşriklere karşı giriştiği ilk büyük cihat hareketi olan Bedir gazvesinde bulundukları gibi, Hz. Peygamber'e, O'nu ve İslâm'ı sonuna kadar koruyacaklarına dair Hudeybiye gününde ağaç altında Bey'at etmişlerdir. İslâm akidesi için Allah yolunda en yakın akrabalarına karşı çarpışmaktan geri durmamışlardır. Hadis âlimlerinden bazıları eserlerine bu on sahabinin rivayet ettikleri hadîslerle başlamışlardır. Ayrıca sırf Aşere-i Mübeşşere'nin hayatlarını konu alan müstakil eserler kaleme alınmıştır. Bunların faziletleri ve Resulullah tarafından Cennet'le müjdelendikleri sahih hadis kaynak ve mecmualarında sabittir. (Tirmizî, Menâkıb, 25; Ahmed b. Hanbel, I, 193) https://www.islamveihsan.com/asere-i-mubessere-kimlerdir.html


https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/asere-i-mubessere


Hazreti EbuBekir sözleri;


Hazreti Ebubekir birgün, ceviz için kavga eden çocukların arasına girer. Durun, ben ikinize de pay edeyim der.... Cevizi kırar, içi boş çıkar. Hazreti Ebubekir çocuklara döner; Biliyor musunuz, der. Uğruna dövüştüğünüz dünya, bu işte..!


“Allah için gayret ederken insanların söyleyeceklerinden korkanda hayır yoktur.”


“Akıllı kimse, takvâ sahibi olan; akılsız da zâlim olandır.”


Hazret-i Sıddîk -radıyallâhu anh- bir kimse kendisini medhedince şöyle derdi: “Allâh’ım, Sen beni benden daha iyi bilirsin. Ben de kendimi onlardan daha iyi bilirim. Allâh’ım, beni onların zannettiğinden daha hayırlı eyle! Onların bilmediği hatâlarımı mağfiret eyle, söyledikleri sözler sebebiyle de beni hesâba çekme!”


“Şunu iyi bil ki Cenâb-ı Hakk’ın gündüz yapılmasını istediği bir amel vardır, onu gece kabûl etmez; gece yapılmasını istediği bir amel vardır, onu da gündüz kabûl etmez!”


“Kendini ıslah et ki insanlar da sana karşı iyi davransınlar.”


-"ALLAH'tan yardım iste, O yardımcı olarak yeter. ALLAH'a güven, O vekil olarak yeter."


-"Kendine kabir değil, kendini kabre hazırla."


-"Zulüm, ahde riayetsizlik ve hile denilen üç kötü haslet kimde varsa zararları yine kendisine dokunur."


-"Övünmeyin! Topraktan yaratılmış ve toprağa dönünce kendisini kurtların yiyeceği insanın övünmesi neye yarar?"


-"ALLAH, kulunun amelsiz sözünden razı olmaz."


-"Kalp katılığı, çok yalan ve hasetten meydana gelir."


-"Çabuk olun, biran önce imanınızı kurtarın, çünkü arkanızda alel acele bekleyen bir ECEL var"


-"Bir kaç günlük ömre aldanıpta, Yarın CENAB-I HAKK'IN Huzurunda mahcup olmayın...!"


-"Güzel konuşmanın sırrı, Lüzumsuz sözleri terketmektir..!"


-"Büyük adam nefsinin isteklerine uymayan adamdır."


-"Olgun kimse affetmeyi borç, iyilik etmeyi farz olarak kabul eder."


-"Dört şeyi dört yere bırakın; Uyumayı kabre, Rahatı sırat köprüsüne, Övünmeyi mizana, Arzu ve istekleri CENNETE"


-“Allah'tan korkun, O'nu layık olduğu şekilde övün, ümit ve korku arasında yaşayın ve Allah'a çok dua edin!


Ne zaman geleceğini bilmediğiniz ecelinizin de sürekli sizi izlediğini unutmayın!”


-"Az söyleyenlerin muradı çok düşündürmektir."


Hazreti Ömer sözleri;


"Birtakım insanlar çıkacak, Kur'an'ın müteşabih ayetlerini öne sürerek sizinle mücadele edecekler. O durumda sünnetlerle onların yakasına yapışın. Zira sünnetlere sarılanlar Allah'ın Kitabı'nı en iyi bilenlerdir."


- Hazreti Ömer, kendisine çocuğun babası üzerindeki hakkını soran bir oğluna şu üç şeyi sayar: "Temiz ve iyi ahlâklı bir anne seç, güzel bir isim koy ve ona Kurân öğret"


- Hazreti Ömer: İnsanları İslam’a konuşmadan davet edin! Etrafındakiler Nasıl dediler, Davranışlarınızla! dedi


-"Ölümü yattığın zaman yastığın altında, kalktığın zaman burnunun ucunda bil!"


-"Gözünü dünyadan çevir, kalbini dünya derdiyle dertlenmeye bırakma. Senden önce pek çoğunu mahveden dünya derdi seni de mahvetmiş olmasın."


-"Başkasını düzeltmek istiyorsan, önce kendini düzelt...!"


-“Gerçek mücahid, nefsinin arzularına karşı gelebilen ve haramlardan korunandır.”


-"Şunu iyi bilesiniz ki, en güzel ibadet, farzları yerine getirmek ve haramlardan sakınmaktır."


-"Şiddet göstermeksizin kuvvetli, zayıflık belirtmeksizin yumuşak ol!"


-"Oburluktan sakının, zira çok yemek hayatta hamallık, öldükten sonra da pis kokudur."


-"Kıyamet günü nereye gitmek istiyorsanız, hazırlığınızı ona göre yapınız."


-''Adalet mülkün temelidir.''


-“Zamanı üç şey yıkar; Alimin yokluğu, Kuran’la cedel eden münafık, saptırıcı liderler”


-“Allah'tan korkandan başka güvenilir kimse yoktur.”


-"Yalnızlık, cahil kişilerle oturmaktan daha iyidir."


-"ALLAH'ın Düşmanlarının Bayramlarını Kutlamaktan Sakının"


"Çok yeme içmeden sakının! Zira o, bünyenizi hastalandırır, korkaklığı artırır ve ibadetlerinizde tembelleştirir."


“Ayetel Kürsi okumadan yatanı Biz akıllıdan saymazdık.”


"Eşit değiliz, çünkü sizin ölüleriniz cehennemde, bizimkiler ise cennette"


-"Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz. Amelleriniz tartılmadan önce kendi amellerinizi tartınız"


-"Kul, gönlündeki şübhe veren şeyleri tamâmiyle terk etmedikçe takvanın hakîkatine ulaşmaz."


-"Allah’tan korkan kimse, nefsinin her istediğini yapmaz."


-"Nasihat etmeyen ve nasihat edenleri sevmeyen kavimde hâyır yoktur."


-"Yalan söyleyip yücelmektense, Doğruyu söyleyip alçalmayı tercih ederim."


-"Biz İslamiyet ile izzet bulduk, izzeti, şerefi başka yerde aramayız."


-"Çok gülenin heybeti azalır."


-“Bela ancak bir günahtan dolayı gelir ve ancak tövbe ile bertaraf edilir.”


-"Yüce ALLAH Kurân'a uyan milletleri yükseltir. Uymayanları alçaltır."


-"Sabır boyun eğmek değil, Mücadele etmektir."


-"En Çok Sevdiğim Kimse, Bana Ayıp Ve Kusurlarımı Haber Verendir."


-"Allah'ın kitabını öğrenin, onunla tanışırsınız. Öğrendiğinizle amel edin, Kurân ehlinden olursunuz"


-"Kul, Allah için tevâzu gösterdiği zaman, Allah-ü Teâlâ onun hikmetini arttırır ve yükseltir."


-"Kötü bir işin en gizli şâhidi vicdanımızdır."


-"İmandan Sonra Saliha Bir Kadından Daha Büyük Bir Nimet Yoktur"


-"Nankörlük kadar nimetin elden çıkmasına sebep olan başka bir şey yoktur ve şükür, halin değişmemesinin garantisi, nimetin artmasının sebebidir."


-"Seni ölüme de götürse doğruluktan sakın ayrılma."


-"Allah, gençliğini Allah'a itaat yolunda geçiren genci sever"


-"Dünyaya az meylet ki; hür yaşayasın."


-"Zulme Karşı Tek Başına Olsan Dahi... YÜRÜYECEKSiN.!.."


-“Utancı giden kimsenin kalbi ölür…”


-"Dininizi iyi Öğrenin, ona göre yaşayın. Yoksa Yaşadığınızı Din Zannedersiniz"


-"Ahiret için amel edin ki, Dünya işleriniz de düzene girsin."


-"Allah'ım konuştuğumda ilimle konuşmayı; sustuğumda da hikmetle susmayı nasip et."


-"Âhiret işlerinde zarar etmektense, dünyaya ait işlerde zarar ediniz. Böylesi sizin için daha hayırlıdır."


-"Mümin Kardeşinizde Hata Görür De Söylemezseniz Sizde HAYIR Yoktur, Söylerseniz Dinlemezse Onda HAYIR Yoktur"


Hazreti Ömer'in, memurlarına bir hitabesinden bir parça: -Sizi, saltanat sürmeniz, insanlara tahakküm ve tekebbür göstermeniz için bu işlere kayırmadım. Siz, doğru yolda rehber olacak ve herkesi kendinize uyduracaksınız. Öyleyse Müslümanların haklarını yerine getiriniz! Müslümanlara fena muamele etmeyiniz ki, küçüklüğe düşmesinler; Müslümanları lüzumsuz yere pöhpöhlemeyiniz ki, şımarmasınlar!.. Kapılarınızı onların yüzlerine kapamayınız! Sonra kuvvetlileri, kuvvetsizleri yer. Kendinizi onlardan üstün tutmayınız! Sonra zulüm alır yürür.


Hazreti Ömer radıyallahu anh arkadaşta dindarlığı aramaya teşvik hususunda Said b. el-Müseyyeb'in rivayet ettiği sözünde şöyle buyurmuştur: "Dürüst kardeşler edin, himayelerinde yaşarsın; onlar, saadetli anlarda ziynet durumundadırlar, musibetli anlarda ise arka çıkarlar. Kardeşine karşı vazifeleri en güzel şekilde yerine getir ki gerektiği zaman o da imdadına yetişsin. Düşmanından ayrı dur, arkadaşından da sakın, ancak emin olan arkadaş müstesna. Allah'tan korkan kimseden başkası da emin kimse olamaz. Fâcir ile arkadaşlık etme, onun fücürunu öğrenirsin. Fâcire sırrını açma. işlerinde, Allah'tan korkanlarla istişare et."


Güçlü olmak demek, bugünün işini bugün yapmak, yarına bırakmamak demektir. Güvenilir insan olmak ise, için dışa uygun hale gelmesidir. Ey insanlar, Allah'dan korkun, Allah korkusu, onun yasaklarından çekinmekle olur. Kim de Allah'a karşı saygılı olursa Allah onu muhafaza eder.


Hazreti Ömer bir hutbesinde böyle seslendi; "Kötüyü bilmeyen onun tuzağına düşer. Günah işlememek, işleyip de tövbe ile uğraşmaktan daha kolaydır. Başkalarını ıslah etmemiz için önce kendimizi ıslah etmemiz gerekir..."


Fazla gülmeyi terk edene heybet verilir. Fazla konuşmayı terk edene hikmet verilir. Dünya sevgisini terk edene ahiret sevgisi serilir. Başkalarının kusurlarıyla uğraşmayı terk edene, kendi kusurlarını ıslah etme imkanı verilir.


Ahnef b. Kays, Hazreti Ömer'in radıyallahu anh kendisine şöyle dediğini naklediyor: "Ey Ahnef b. Kays, kim çok gülerse, onun heybeti gider; şakaya çok düşkün olanların insanlar yanında ağırlığı kalmaz; kim bir şeyle çok meşgul olursa onunla şöhret bulur. Kim çok konuşursa, hataları çok olur. Kimi de yanlışı çok olursa, hayâsı gider; hayâsı gidenin Allah korkusu azalır. Allah korkusu azalan birinin de kalbi ölmüş demektir."


Bir adam Hazreti Ömer’e sorar; "Kızımı isteyen çok kime vereyim?" Hazreti Ömer cevap verir; "Allah’tan korkana ver. Anlaşabilirlerse çok iyi geçinirler. Anlaşamazlarsa da Allah’tan korktuğu için kızına asla zulüm etmez."


“On şey, on şeysiz düzelmez: Akıl, iffetsiz; fazîlet, ilimsiz; kurtuluş, korkusuz; sultan, adâletsiz; asâlet ve şeref, edepsiz; ferah, emniyetsiz; zenginlik, sehâvetsiz; fakirlik, kanaatsiz; yücelik, tevâzûsuz; cihâd, tevfiksiz iyileşip düzelmez.” “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz, kusurları bağışlamayan bağışlanmaz, affetmeyen kişi affolunmaz, günahlardan korunmaya çalışmayan kimse de korunup takvâya erdirilmez.” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, s. 415, no: 371)


“Bizim çarşımızda dîni(n ticâret kâidelerini) bilen kimseler satıcılık yapsın.” (Tirmizî, Vitr, 21/487)


Hazret-i Ömer, vâlilerine şöyle yazmıştır: “Benim katımda en mühim işiniz namazdır. Kim onu koruyup vakitlerine dikkat ederse, dînini korumuş olur; kim de onu yerine getirmeyip yitirirse, dînini de kısa zamanda yitirir.” (Muvatta’, Vukûtu’s-Salât, 6)


Hazreti Osman sözleri;


-"Muhakkak ki dünyâ fânî, âhiret ise bâkîdir. Fânî olan sizi şımartıp azdırmasın, bâkî olandan alıkoymasın"


-"Kulların kalpleri temiz olsaydı Kuran'ı okumaya doyamazlardı. Çünkü kalpler ancak temiz olmakla Allah’a ulaşabilir."


-"Çok söyleyen hakimdense, çok iş gören amire ihtiyacımız vardır."


-"Kalıcı olanı geçici olana tercih ediniz. Kuşkusuz dünya sona erecek ve dönüş Allah’a olacaktır…"


-"Dünya için üzülmek kalbe zulmet, Ahiret için üzülmek ise kalbe nurdur."


- Osman ibn-i Affân (r.a) birçok defa hutbesinde şöyle derdi: “Cuma günü imam hutbeye çıkınca su­sun ve hutbeyi dinleyin! Susan kimse dinlemese de, dinleyen kadar sevap kazanır. Namaz için kâmet getirilince safları düzeltin, omuzla­rınız bir hizâya gelsin. Zira safların düzgün tutulması namazı tamamlayan bir unsurdur.” Osman (r.a), safları düzeltmek için vazifelendirdiği şahıslar gelip safların düzeltildiğini bildirmeden tekbir almazdı. (Muvatta’, Cuma, 8)


Hazreti Osman (radıyallahu anh) bir hutbesinde Allah Teala’ya hamd, Resul-i Ekrem Efendimiz’e (sallallahu aleyhi vesellem) salatü selamdan sonra şöyle dedi: “İçkiden uzak durun! Zira içki bütün kötülüklerin anahtarıdır. Sizden önceki kavimlerden birinde bir adam vardı. Kendisine şöyle denilmişti: Ya şu haça secde edeceksin veya şu (mukaddes) kitabı yakacaksın yahut şu çocuğu öldüreceksin veya şu kadınla zina edeceksin ve yahut da şu kadehteki içkiyi içeceksin! Adam, içkiyi içmeyi diğerlerine göre daha hafif bir cürüm olarak gördü. İçkiyi içtikten sonra (sarhoş oldu), haça da secde etti, kitabı da yaktı, çocuğu da öldürdü, kadınla da zina etti.”


Hazreti Ali sözleri;


"Eğer din (akıl) ve reyle olsay­dı, mestin üstünü değil de altını meshetmek daha uygun olurdu, Hal­buki ben Rasûlullah'ı (salat ve selam olsun) mestlerinin üzerine meshederken gördüm.”


-"Gerçek yakınlık akrabalık bağıyla değil, Sevgi bağıyla olur."


-"Edep, aklın suretidir. Edep, en iyi mirastır. Edeb, had tanımaktır. Edep insanın kemalidir."


-"Sûfî odur ki, hiç bir şeyden kederlenmez ve herşeyde safa bulur."


-"Geçimini mertçe kazanmaya çalış. Nefsini alçaklıktan koru ki, fakir olsan bile şerefli kalasın."


-"7 yaşına kadar çocuğunuzla oynayınız. 15 yaşına kadar arkadaş olunuz. 15 yaşından sonra onunla iştişare ediniz."


-"Namaz, müminin istirahatıdır."


-"Haksızlık karşısında asla boyun eğmeyin! Çünkü hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz."


-"Sizden sonrakiler sizden ibret almadan, sizden öncekilerden siz ibret alın."


-"Kendine reva görmediği şeyi başkasına reva gören insan kamil olamaz."


-"Bir toplumun yaptığına razı olan, onlardan sayılır. Onlardan sayılan her kişinin de iki suçu vardır: O işi işlemek suçu, o işe razı olmak suçu."


-"Hakiki dost sıkıntılı zamanlarda, senin gurur ve izzet-i nefsini kırmadan, sana yardım edendir."


-"Yaradana isyan hususunda, yaratılmışa itaat yoktur."


-"Cahilin en büyük kusuru, kendi kusurlarını görmemesi ve nasihat dinlememesidir."


-"Söz ağızdan çıkana kadar senin esirindir. Ağızdan çıktıktan sonra sen onun esiri olursun."


-"Akıl tamam olunca, söz azalır."


-"Hakikati, insanların ölçüleriyle değil, İnsanları hakikatin ölçüleriyle tanı."


-"Yaptığı günâh bir işle öğünmek, o günâhı yapmaktan daha kötüdür."


-"Ayıbın en büyüğü, ona benzer bir ayıp sende de varken başkasını ayıplamandır."


-"Düşman o kimsedir ki; Yolunu şaşırmış olduğun halde, doğru gidiyorsun diye Seni aldatandır"


-"Alçakça söylenen bir söze karşılık vereyim deme. Çünkü o sözün sahibinde onun gibi daha nice düşük sözler vardır. Cevabınıza yine onlarla cevap verir."


-“Yarın aynı günahı işleyecek bile olsan, bugünkü günahın için tövbe et. Belki ecel kapını çalar, en azından amel defterinde bir tövben olsun.”


-"Herkes çok amel işlerken sen amelinin, çok olmasına değil ihlaslı olmasına dikkat et."


-"İnsanları Tanıyan Yanlızlaşır."


-"Sakın, insanın iyisi ile kötüsünü bir tutma. Çünkü bu eşitlik, iyileri iyilikten soğutur, kötüleri de kötülüklerinde cüretli kılar."


-"Asıl yetimler anadan babadan değil, ilim ve ahlaktan yoksun olanlardır."


-"Her kim hedefine çaba göstermeden ulaşacağını sanıyorsa, hayal dünyasında yaşıyor, demektir. Ve her kim hedefine çaba harcayarak erişeceğini sanıyorsa, haddini bilmiyor, demektir."


-"Öfke zamanında gösterilen sabır, binlerce pişmanlığı önler."


-"O farzlar ve sünnetler ki, hiç kimse onlara uymadıkça saadet yüzü görmez ve onları tanıdıkça hüsrana uğramaz."


-"Kime iyilik yaptıysam sevabını ben aldım. Kötülüklerimin günahı bana ait. Demek iyiliği de kötülüğü de kendime yapıyorum."


-"Doğru söz nereden gelirse gelsin alınız. Söyleyene değil, söylenen söze bakınız."


-"Sözünü, amelinden bilen kişinin sözü azalır; o, ancak gereken sözü söyler."


-"Gençken ilim ağacını dikmezsen, ihtiyarlığında gölgesinde barınacak bir ağacın olmayacaktır"


-"Kötülerle arkadaşlık etmekten sakın. Çünkü ahlâk bulaşıcıdır. Allah'ı yücelt ve Allah'ın dostlarını sev."


-"Cenneti Arzulayan Bir Kimse, Mutlaka Dünyada Şehvetlerinden Fedakarlık Etmelidir."


-"Herşeyi affedin ama vatanınıza ihanet edenleri asla affetmeyin..!"


-“Şarap içilen sofraya oturmayın. Şüphesiz kul ne zaman canının alınacağını bilemez.”


-"Zikir de Allah’ı hatırlamak iki çeşittir:


Musibet vakti zikretmek, bu iyi ve güzeldir; bundan daha güzeli ise insanı Allah’ın haram kıldığı şeylere yönelmekten alıkoyan zikirdir."


-"Yüce Allah, cennetini kendisine itaat edenlere, ateşini de kendisine karşı gelenlere vaat buyurmuştur."


-"Yapman gereken hayırlı, yararlı işleri yarına bırakma. Bakarsın yarın olur da, sen olmazsın."


-"Hayâ duygusu kaybolan kimsenin kalbi ölür."


-"Günahların en büyüğü işleyenin önemsemediği günahtır."


-“Uzun emeller beslemek, ahireti unutturur. Nefsani arzulara uymak da kişiyi Hakk’tan uzaklaştırır.”


-"İki şeyin elden gitmeden değerini takdir etmek zordur: Biri sağlık, öteki de gençlik."


-"Fenalıklardan uzak duran ve daima verdiği sözü yerine getiren insanlarla dostluk etmeliyiz."


-“Terbiyesizlikle Kendisini Düşüren Kimseyi, Soydan Gelme Asalet Yükseltmez..!”


-"Kalp kör olduktan sonra gözlerin görmesinde hiçbir fayda yoktur."


-"Haramı mide hazmetse de vicdan hazmetmez."


-"İbadetin aslı, temizlik ve kötü alışkanlıkları terk etmektir."


-"Daima hayır bulmak isteyen her şeyi hayra yormalı."


-"Sen kendinin küçük bir varlık olduğunu zannedersin. Halbuki senin içinde büyük bir alem dürülmüştür."


-“Önce Hakkı öğren, sonra haklının kim olduğunu öğreneceksin.”


-"En hayırlı dost, seni hayra sevk edendir."


-"Kişinin namazdaki üşengeçliği, İmanının zayıflığından dolayıdır."


-"Şu üç şey insanı mahveder: Cimrilik; Nefse düşkünlük; Kendini beğenmişlik."


-"Bir insana başkaları yanında verilen öğüt, öğüt değil hakarettir."


-"Kötü alışkanlıkları terketmek en büyük ibadetlerdendir."


-"Herşeyin akla, Aklın ise edebe ihtiyacı vardır."


-"Müminin tebessümü yüzünde, hüznü ise kalbindedir."


-"Bir kimsenin edep sahibi olması, altın sahibi olmasından daha hayırlıdır."


-"Gazap ve öfkeden kaçınınız. Çünkü onun başlangıcı delilik ve sonu ise pişmanlıktır."


-"Bugün amel günüdür, hesap yoktur. Yarın ise hesap vardır, amel yoktur."


-"Dikkat edin! Doğruluk kurtuluş ve şeref vesilesidir. Yalan ise alçaklık ve felakete götürür."


-"Bugün hazırlanma günüdür; yarın müsabaka var. Kazanan cennete, kaybeden cehenneme girecek!"


-"Akıl gibi mal, iyi huy gibi dost, edep gibi miras ve ilim gibi şeref olmaz."


-"Oruç yalnızca yemekten ve içmekten kaçınmak değildir. Oruç yalandan, batıldan ve boş sözden de uzak durmaktır."


-"Dünya menfaati bir leşe benzer. Ona talip olan, köpeklerle dalaşmaya hazır olmalıdır."


-"Dostların en fenâsı seni kendisine hizmete zorlayandır."


-"Takva ile beraber olan amel az değildir. Zira o makbuldür."


-"Cahil ile sakın lâtife yapma! Dili zehirli olduğundan gönlünü yaralar."


-"Yemekte, içmekte ölçüye uymayan kendinin düşmanıdır."


-"Allah katında kul, insanlar arasında makbul olmak istersen haddini bil."


-"Allah’ın hoşnut olduğu kimseler, O’nun hükmüne razı olanlardır."


-"Doğruluk, kurtuluş yoludur. Kemal, doğru konuşmak ve doğru olmaktır."


-"Asla sahip olmadığın şeyler için üzülme ..! Kısmetinde varsa, onlar seni bulur zamanı gelince .."


-"İnsanların en kötüsü, iyiliği kötülükle karşılayan ve insanların en iyisi, kötülüğe karşı iyilik yapandır."


-"Salih amel, övgü ve ecrini sadece Allah’tan beklediğin ameldir."


-"Lüzûmsuz şeylerin peşinden koşan, lüzûmlu şeyleri kaçırır."


-"Korkulu ve dar anlarınızda ALLAH'a nasıl yalvarıyorsanız sevinçli ve bolluk zamanlarınızda da Ona öylece yalvarınız ve kulluk ediniz"


-"İlim servetten daha kıymetlidir. Çünkü serveti sen korursun, hâlbuki ilim seni korur."


-"Ruhun hastalığı, hırstan gelir."


-"Neye layık iseniz. Ona nail olursunuz."


-"Siz Hakk'ı tanımadığınız müddetçe, Hakk'a uyanları da tanıyamazsınız..."


-"Hâin kişilere vefâda bulunmak, Allah’a hıyânette bulunmaktır; hâinlere gadretmekse (engel olmak) , Allah’a vefâ etmek demektir."


Hazreti Ali bir hutbesinde halka şöyle seslendi: Riya, Allah Teâlâ'ya bir çeşit şirk koşmaktır. İhlâs ise amelin kabulüne delil ve imanın icabıdır. Oyun ve eğlence meclislerine devam etmek, Kur'ân'ı unutturur. Oralara şeytan gelir ve oralar insanı her türlü taşkınlığa sevkeder. Kadınlarla çok oturup kalkmak kalpleri saptırır. Gözler kadınlarla oturup kalkılan meclislere kayar. Buralar şeytanın tuzaklarıdır. Allah'a verdiğiniz sözde durun. Zira Allah sâdıklarla beraberdir. Yalandan da uzak durun. Zira yalanla iman bir arada bulunmaz. Dikkat edin! Doğruluk kurtuluş ve şeref vesilesidir. Yalan ise alçaklık ve felakete götürür


Hz. Ali (r.a) bir hutbesinde Allah Teâlâ'ya hamd ve sena ve Resül-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz'e salât ve selâmdan sonra halka şöyle seslendi: Ey insanlar! Sizden önce yaşayan kavimler içinde helâk olanlar günahlara daldıkları için helâk oldular. Alimleri, ve fakihleri onları kötülüklerden men etmedi (ve hepsi birlikte helâk oldu). Allah onların üzerine çeşitli belâlar indirdi. Dikkat edin! Onların başına inen felaketler sizin de başınıza inmeden önce iyiliği emredin ve kötülüğü yasaklayın. Bilin ki, emr-i mâruf ve nehy-i münker ne bir rızkı keser, ne de bir eceli yaklaştırır (işinizden gücünüzden olacağınız veya cezalandırılacağınız endişesiyle emr-i mâruf nehy-i münker yapmazlık etmeyin).


Hazret-i Ali (ra) bir gün birisinin “Allahümme innî estağfiruke ve etûbü ileyke” (Allah’ım Senden bağışlanmak isterim ve Sana tövbe ederim.) dediğini işitmişti. Dedi ki: “Dil çabukluğu ile söyleyip, kalpten tövbe etmemek yalancılar tövbesidir!” Adam: “O halde tövbe nedir?” dedi. Hazret-i Ali: “Tövbede altı şey toplanmalıdır: 1-Geçmiş günahlara pişmanlık, 2-Farzları yapmak, 3-Kötülükleri terk etmek, 4-Düşmanlarla ve hasımlarla helâlleşmek, 5-Bir daha günaha dönmemeye azmetmek. 6-Nefsi günahlarda büyüttüğün gibi onu Allah’a itaatte eritmek ve ona günahların zevkini tattırdığın gibi, Allah’a itaatin zorluğunu ve acısını tattırmak” dedi.


Amellerin en faziletlisi iyiliği emrederek kötülükten alıkoymaktır. Fâsıka Buğz etmek bir çeşit iyiliği emretmektir. Böylesi mü'mini desteklemiş, ona arka çıkmış olur. Buna karşılık kötülükten alıkoyan kimse de münafığın burnunu yere sürtmüş olur.


Amellerin en güç olanı şu dört haslettir: 1. Öfkeli anda affetmek. 2. Muhtaçken de cömert davranmak. 3. Kapalı ve tenha yerlerde nefsin şerrinden korunmak. 4. Korktuğu veya bir menfaat umduğu kimseye karşı da doğru söylemek.


Harun Reşid birgün Şakiki Belhi'yi görüp vasiyyet ve nasihat ediniz.» demesi üzerine Belhi Hazretleri şöyle demişti: « İlk önce üzerine vacib ve lazım olan adalettir. Zirâ kıyamet gününde her şeyden evvel sorulacak ve istenecek olan adalettir. Ey Müminlerin Emiri! Cenabı Hak seni Hz. Ebu Bekir'in makamına getirdi. Senden doğruluk ister. Hz. Ömer'in makamına getirdi. Hakkı batıldan ayırmanı ister. Hz. Osman'ın makamına oturttu. Halka hilimde bulunmanı ister. Hz. Ali'nin makamına geçirdi, adalet ister, adaletle iş görmeni ister. Artık sen kendine bak!»

16 Haziran 2020 Salı

Cahit Zarifoğlu sözleri







görseller için; https://twitter.com/search?q=from%3A%40BunlariDusun%20cahit&src=typed_query&f=live


Hiç olurken duyduğum yüksek acı beni iyileştiriyor…


Dedi ki, sen şairsin, elindeki bu taş ne Dedim ki, şair aşka boyun eğer, zulme değil


“…yani kişi, İslamiyet'in işine geldiği kadarını yaşayamaz. “


İslamı iyi bilmek, onu yaşamak için, onu tebliğ etmek için, onu savunmak için ve nihayet onun uğruna ölmek için gerekli bize.


Alnı secdeye inen insanların sesleri birbirine bağlanabilirse, ancak o zaman sokaklar, meydanlar ardına kadar açılır.


Müslüman toplulukları kuvvet kullanarak alt etmenin mümkün olmadığını anlayan düşmanlar çıkar yol olarak onları içten bölmeyi başarıyla uygulamışlardır.


Kazanan biz olacağız! Sosyalizm, devrim, batıcılık kangrenlerini kesip attığımız gün.


Sırt çevirmek yerine yardım elini uzatmak, sınıflaşmak yerine safımıza kazandırmak, kesip atmak yerine taze kan damarları bağlamak ve yaşatmak. Gönlümüz hiçbir taviz vermeden yumuşak olmalıdır.


"Sen olabilirsin çaresi Su içinde Susuzluk hissinden ölen kimselerin"


Hemen fiyatını sorar bazılarımız, ama bazılarımızca da hayat pazarlık etmeye değmez.


"Yüreğinizdeki insanlara bakın, onlardan kopmaya değil, onlara ısınmaya bakın ve onların kullandığı dili kullanın."


Kalbinizi yumuşatın, ama iradeniz sert olsun. Kelimelerinizi yumuşatın ama nüfuzunuz kuvvetli ve derin olsun.


Mükemmelliğin hududu yoktur. İnsan, hayvandan da aşağı seviyelerden başlayarak, insan-ı kamil derecesine kadar, her duruma müstehaktır


Kardeşim dedim, acılarıma da kardeş olur musun?


Ve biz uyandıracağız Suya çağrılan akışımızı.


Fikirle tartışın, küfürle değil.


Allah'ım, Peygamber efendimiz hangi şerlerden sığındıysa sana, Upuzak tut benden de onları...


Televizyon bir şamardır. Hem de kendi hanemizde kendi elimizle suratımıza inen büyük bir şamar.


Televizyon bütünüyle Müslümanların kontrolünde olacağı günlere kadar, onu bir torbaya koyup ağzını mühürleyin. Aksi takdirde hep mesul olacaksınız.


Önce yüreklerimizdeki Kudüs'ü işgal ettiler. Biz savaşı önce kendimizde kaybettik. Kendimiz de kaybettik


Öğretmeden ve öğretilmeden İslam yoktur. Hiç bir şey öğrenmeden ‘’kalbiniz temiz olsun kâfi'’ derseniz o kalpler pis olur kararır.


Namazla faizin, oruçla israfın, zina ve namahremin her türlüsü ile sair ibadetlerin koyun koyuna yaşandığı, idraksizliğin ve gafletin adeta mücessem hale geldiği bir zaman dilimi. Allah'ın Müslümana verdiği nimetlere n'oldu?


Bizler, İstiklal harbini birkaç kişinin eseri ve hüneri zanneden dar görüşlü zavallılar… Ne çabuk unuttuk, Hindli, Afganlı, Cezayirli, Libyalı kahramanların Anadolu’da İslâm için İstiklalimiz için şehid düştüklerini!..


İslâm düşmanları, cemiyeti bugünkü şahsiyetsiz, içkici, faiz sever, laik ve başıbozuk hale getirmek için nasıl uzun yıllar gayret sarfetmişlerse, onları susturmak, insanları bu hainlerin elinden kurtarmak için de aynı derecede, gayret göstermek gerekli.


An; en kısa zaman birimi. Anı yaşamalı. Yaşamalıki mutlu olmalı. Anı yaşayan adam kalp kıramaz. Kalbide kırılmaz. “Ve önemli olan andır, Onu ibadet, sabır, anlayış, tevazu ve merhamet ile anlamlı hale getirmek mutluluğun ta kendisidir.”


"Türkiye'yi aştığı çizgilerin gerisine çekmeye görevlendirilmiş olanların işlerini kolaylaştırmak için, anarşik kargaşanın dozunu artırıyorlar. Türkiye ve Batılıların empoze ettiği deyimle "geri kalmış" diğer ülkeler, batının çizdiği tebeşir dairesinin dışına çıkmayı kafalarına koymadıkları sürece adamlar daima haklı olacaklar.


"Ayasofya’yı ibadete açacak olan partinin memlekette fevkalade itibarı yükselir. Hayrettir, bu bile kimseyi kıpırdatmamıştır. Akla aykırı bir şey. Kedinin kedilik yapmaması gibi bir şey. Ters bir şey, insan düşünürken idrak etmekte bocalıyor. Ayasofya yeniden cami olarak açılsın için her ne söylenen olursa milletin arzusuna tercüman olur."


‘Özellikle Cumhuriyet’ten bu yana Türk basını malum çevrelerin elinde bulunuyor. Bu çevrelerin gayr-ı İslâmî ve hatta İslâm’a karşı fiilen karşı zihniyetler taşıdığı kesin olarak ortadadır. Bu gazeteler ve dergiler bütün üniteleri ile insanın nefsanî yönüne hitap edegeldiler. Kalbe değil guddelere, tevekküle değil isyana, sabra değil ihtirasa, ulviyete değil süfliliğe sürüklediler insanımızı.’


"Efendiler! İlmihal okuyun. Evlerinizi Müslümanlığın öğrenildiği, konuşulduğu ve yaşandığı Müslümanhaneler haline getirin. Bu akşam evinize dönünce etrafınıza Müslüman gözüyle bir bakın, acaba İslâm’a aykırı neler var? Eşyalarınıza, eşinizin, çoluk çocuğunuzun kılığına kıyafetine, eline yüzüne, ağızlarından çıkana, oturup kalkmalarına bir nazar edin. Bakın düzeltilecek ne çok şey var. Ama ilkin öğrenmek gerek düzeltmek için. Okuma yazma öğrendiniz, liseler, üniversiteler bitirdiniz, kendinizi allâme bilirsiniz ama belki Müslümanca taharetlenmeden bile haberiniz yok. Kendinizi ve evinizi tepede tırnağa İslâm’a göre yeniden tertip etmediğiniz sürece, İslâm tek millettir, diye düşünmenin anlamı kalmaz."


Maişet derdi hepimizin baş meselesi. Kurban Bayramı’nda “borcumuz var, bize düşmez” diye kurban kesmiyoruz. Acaba ne borcumuz vardı? Ekmek parası bulamıyorduk da ona mı borçlandık? Yoksa koltuk takımına, buzdolabına, mukaddesat düşmanı programları izleten televizyona, çamaşır makinesine yatıracağımız taksitlerimiz mi var? Yıllardır sırtımızda İslâm dışı bir düzenin kamburunu taşıyoruz. Düşmanlarımız ise bizim bu mutsuzluğumuzun üzerinde horon tepiyor. Artık kendimize gelelim. İşe evimizden başlayarak kendimize gelelim.

15 Haziran 2020 Pazartesi

Necip Fazıl sözleri







görseller için; https://twitter.com/search?q=from%3A%40BunlariDusun%20necip&src=recent_search_click&f=live


Hz. Ebu Bekr'de rikkat, incelik, hassasiyet, derinlik... Hz. Ömer'de şiddet, disiplin, adalet... Hz. Osman'da ahlâk, edep, haya... Hz. Ali'de akıl, hikmet... Galip cepheleri… Bütün bunlarda tecelli eden O'dur. Kainat Efendisi....


Bütün eczahane, pastahane, muayenehane, dershanelerin duvarlarına yazmalı: “Ölüme çare Allah’ı sevmek ve Resulünün izinden gitmektir!..”


Çölde, devesine, kölesiyle nöbetleşe binen Reisler Reisi'nin ahlâkı. Buna muhtacız…


Cenazemde, namazıma durmayacaklardan hiç kimseyi istemiyorum! Ne de, kim olursa olsun, kadın. Ve bilhassa, ölü simsarı cinsinden imam!


İktidar Bizde Olsa Ne Olur? Kadın evine döner. İçki yasak. Kumar paydos. Kahvehane yok. Fuhş imkânsız.


İçimizde bu kadar perişan hâle getirilmeseydik; dışımızda bu kadar hürmetsizliğe uğramayacaktık.


Ey Müslüman, sana düşen nimet sadece çile... Uyumamak ve düşünmeye memur olmak… Bu çile kapısından erişilecek dünyayı bilseydin, yatağını ve yorganını satardın!


Çöplüğe attılar da mukaddes emaneti.. Hak bellettiler hakka en büyük ihaneti.


Davası olmayan fikir işsizi, yalnız dedikodu yapar.


Ölüm herkesin başına gelir, ama geç ama erken. Ya kazanırken, ya da kazandığını yerken.


Lâfımın dostusunuz, çilemin yabancısı, Yok mudur, sizin köyde, çeken, fikir sancısı?


Neye yaklaşsam sonu uzaklık ve kırgınlık, Anladım ki yok Allah'tan başkasına yakınlık…


Maymunluk marşı çalan, elli delikli düdük.. Elli yıl, koca millet, bu düdükle yürüdük !


Hep nefs çıkar karşıma ölüp ölüp dirilsem İnsandan kaçmak kolay, kendimden kaçabilsem…


Halbuki Müslümanlık, zor içinde en koIay; pahalılık içinde de bedava kurtuluş çâresidir!.


Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten, Affet, Senden habersiz aldığım her nefesten.


Allah’ım; bizi delinin bayram anlayışından kurtarıp mustaribin şevk ölçüsüne kavuşturman için tecelli bekliyoruz!


Allah'ın Sevgilisi'nin beklediği bir nesil. Bu nesil, siz olacaksınız! Mükellefsiniz! Ya olun, ya ölün!


Bakarsanız yüzde doksan dokuz Müslümanız. Ben bunlara musalla taşı müslümanı diyorum. Evet, musalla taşında yüzde doksan dokuzumuz müslüman...


Gördüğü şeyi, nasıl görebildiğini izah etmekten aciz iken, Göremediği için Allah’ı inkar eden maddeciden iğreniyorum…


"Reformcu der ki: Allah'a ve Peygambere evet, Şeriate hayır! Yani güneşe evet, ışığına hayır. O kadar saçma!"


Yahudi ve masonluğa nefes aldırmadığı için ve sadece mizacındaki kan dökme nefreti yüzünden bunlara kurban giden Abdülhamid'den sonra vatan helaktadır.


Bizi kolay kolay anlamayacaklar. Anlarlarsa, asırlardan beri muhtaç oldukları şeyinde ne olduğunu anlarlar.


Şu geçeni durdursam, çekip de eteğinden; Soruversem: Haberin var mı öleceğinden?


Haksız bir davada ZİRVE olmaktansa, Haklı bir davada ZERRE olmayı tercih ederim.


Ben düşmanımdan korkmam!.. Gönüldaşlarımın dâvaya liyâkatsizliğinden korkarım.


Bir akıl gelecek ki, akıllar delirecek. Ve bir devrim, evvelâ devrimi devirecek.


Ân oluyor bir garip duyguya varıyorum; Ben bu sefil dünyada acep ne arıyorum


Gazi ve Şehid... Hiçbir ordu mefkûresi, dâva ve aksiyon yolundaki mücadeleci insanoğlunun ayaklarını, bundan daha sağlam iki temel üzerine dayayamaz.


Şeriat, tatbik edilen, tatbik edilmesi gereken ölçüler manzumesinin yanında, sevilmesi, aşkla bağlanılması, namütenahi manaları olduğu bilinmesi lazım gelen İlahi müessesedir.


İslamî nizamı propaganda ettiğimizi söylüyorlar. Şüphe mi var? Biz yalnız bu işi yapmıyor, bu işi yapmak için yaşıyoruz.!


Ayasofya'yı kapalı tutmak, Yunanlıya ben yapamıyorum; sen gel de kendi hesabına aç! demekten farksızdır


Ayasofya, bir mananın zıt manaya taarruz ve onu zebun edişinin bütün dünyada eşi olmayan abidesidir.


Ayasofya'nın kapılarıyla beraber ruhumuzu kilitlediler Ayasofya açılmalıdır Türk'ün bahtıyla beraber açılmalıdır


Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem! Fakat Ayasofya açılacak!.. Türk'ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya'nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler. Ayasofya açılacak... Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün mânalar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak!.. Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik ve kötülük etmişlerin dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek…


Ayasofya, ne taş, ne çizgi, ne renk, ne cisim, ne de madde senfonisi; sadece mana, yalnız mana...


Yalnız manayı anlasak, yerine getirebilsek, Ayasofya'nın kapıları sabır taşı gibi çatlar, kendi kendisine açılır


Ayasofya'yı, artık önüne geçilmez bu sel açacak Biraz daha rahmet yağsın. Sel yakındır.


Aya giden, yıldıza giden milletlere imrenen Türk Gençliği! Yirmi yaşındaki Fatih'in ahlak fezasından düştüğünüz bugünkü çöplüğe bakın ve utanın!


"Abdülhamîd'in en büyük düşmanı ne Ermenî, ne Moskof, ne İngiliz ne de kök alakasını kaybetmeye başlayan yarı aydın Türk zümresiydi. Onun gizli planda baş düşmanı sadece Yahudî..."


Kaptanı Yahudi Çarkçısı mason Tayfası dönme Rotası dinsizlik olan hürriyet gemisinden ne bekliyorsun


Lozan, Türk mukaddesatını, kulis arkası, kilise emrindeki garp emperyalizmasına peşkeş çekme işiydi.


Ah, küçük hokkabazlık, Sefil aynalı dolap; Bir şapka, bir eldiven, Bir maymun ve inkılap


Laik Avrupa’da ‘’Hristiyan Demokrat’’, Hristiyan Sosyalist’’ gibi partiler ve daha neler ve neler var da, Türkiye’de yâni onun taklit ülkesinde ‘’İslam’’ kelimesiyle başlayan hiçbir kuruluşa yer yok!...


Nesillere kahraman diye tanıtılanlar, İslam'dan tiksinmenin fikri ve fiili icracıları olmuştur


Bize kalan aziz borç, asırlık zamanlardan; Tarihi temizlemek sahte kahramanlardan


Tarih, kontra gerçeğe; Hürriyet hakka düşman. Millete kasdedenin İsmi milli kahraman.


Kurtulur dil, tarih, ahlak ve iman Görürler nasılmış, neymiş kahraman


CHP bir parti değildir; Haçlı dünyasıyla anlaşmış olarak Türkün ruh kökünü kurutmaya memur bir ocaktır.


Chp bir parti değil. Türk'e dinini, dilini, ve özünü kaybettirmeye memur, bir katliam müessesesidir.


Bugün bizdeki muhalefet, iktidarı düşürme şartıyla vatanı düşürmeye bile razıdır


Tanzimattan beri devam eden sahte inkılâplar ve bu inkılâpların türettiği sahte kahramanlar, dâvâmızın, müşahhas plânda baş meselesidir.


Batılıların İslâmiyetten alamadıkları öcü bizzat almaya kalktılar. Kökümüzü kurutmak için, ona giden bütün su yollarını, tarih, an’ane, lisan, terbiye, aile rabıtasını çürüttüler. Kurtarın milleti ve kendinizi CHP kemendinden…


Hürriyet hokkabazlık, gökte havai fişek; Toprakta da hürriyet diye tepinir eşek...


Diyor ki: “Asrın idrakine söyletmelidir İslâm’ı...” Yani bu asrın anlayışına İslâm’ı söyletmeli! İslâm’ı güya müdafaa ediyor. Bugünkü asır mı tasdik edecek İslâm’ı? Bu İslâm’ı tâbi kılmaktır. Ben söyle tashih ediyorum: İslâm idrakine söyletmelidir asrımızı!


İslâm yenilenmez. Anlayışı yenilemek gerekir. Anlayış mı? Nurun aynadaki aksi... Aynayı yenilemek... Güneş yenilenemez. Göz yenilenir.


Tek yol dine dönmek.. Tek din İslâm!.. Muayyen sahalarda dinin hikmetlerini en doğru anlayışla cemiyete (aplike) edecek ve insanlara yaşanmaya değer hayatı bildirecek fikircilere ihtiyaç var…


İman ettikten sonra akılla hüküm kesmeye ve sınır çizmeye yeltenenler, küfrü akıllarıyla savunmaya çalışanlara akrabadır.


İslamda kadın, kıymeti bilinen ve belirtilen her şey gibi, mahfaza içinde bir mücevher...


Kadın imam olamaz. Şeriat kadına hayatın her faaliyet kapısını açık bırakmış, yalnız iki kapıyı kilitlemiştir: İmamlık ve kaza makamı… Mescit de kadına göre değil... Müsaadesi var ama ona ve cinsiyetine yakışan evi…


Kadına tütün ameleliğinden hakimlik makamına kadar her iş sahası sunuldu. (Ev ve aile ocağı güme gitti.) Kız ve erkek talebe arasında, toplu öğretim kanunlaştırıldı. (talebeye, hocaların gözü önünde birbirinin iştahını kabartmak sanatından başka bir şey sevdirilmedi.)


İslâm cemiyet ve beldesinin büyük meydanında ve bütün nazarlara karşı kadın, yüzünden, el ve ayaklarından başka hiçbir noktasını çıplak olarak gösteremeyecek derecede hayâ ve hicap ifade eder.


Hakikatte bizim üç bayramımız olmalıdır; Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı ve 50 yıllık CHP'den nam ve nişan bırakmayacak günün bayramı...


Müslüman! Aynanın karşısına geç ve alnındaki 'Müslüman' yazısına her ân ihanet hâlinde olup olmadığını düşün!


Müslüman, özlediği örnek ol Garp'la Şark'ın! Rahmet, hikmet, zerafet, şecaat senin hakkın!


Allah’ı, Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını!… Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız!


Biz hürriyet istemiyoruz! Hakka esaret ve hakikate teslimiyet istiyoruz! Bizim ihtiyacımız hakka esaret ve hakikate teslimiyet rejimidir.


O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner, Azrail'e "hoş geldin!" diyebilmekte hüner…


Can saatini, Rahman ezelde kuruvermiş Bir gün göreceksin ki, o saat duruvermiş


Hasis sarraf, kendine bir başka kese diktir! Mezarda geçer akça neyse, onu biriktir!


Kelimenin bittiği yerde konuş ecelle; De ki, bildiğim tek söz, Allah azze ve celle..


Ne iştir, yarı iman, yarı inkâr giderler; Güneşe var derler de, ışığına yok derler!..


Çözdük her müşkülü derlerse de ki, Sonunda VAR OLMA müşkülü kaldı!


Sevgilin şu dağı del dese, koşar, delersin! İş ALLAH'a geldi mi, gücün yok, sendelersin!


Büyük Doğu Gençliği arslanlardan gür sesli Sahabi mayasından Yüce Fatih'in nesli.


Üzülme! Bu davanın Sahibi Haktır Hak Olan Davada Zafer Muhakkaktır


Ey kul, gel etme kıl namazını, Sonra kılarım diyenin dün kıldık namazını..


Şehirlerde tabanım değil yüreğim yanık… Nur şehrine gidelim, yürü, çilekeş çarık…


Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış, Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış...!


Gerçek demokrasinin şöyledir ki, tefsiri; Halk Hakkın esiridir, devlet halkın eseri.


Şaşırmayacağız, bezmeyeceğiz, yılmayacağız. Şaşırtırlar; şaşırmanın devası zekâdır. Bezdirirler; bezmenin ilâcı aşktır, Yıldırırlar; yılmanın merhemi imandır.


Allah, mukaddes sünneti icabı, Allah diye davrananların yenildiklerini tarihte hiçbir defa göstermemiştir. İlâhî zafer taahhüdünün muhatabı aziz gönüldaş! Davran Allah'ın Nusret, ve Rahmeti üzerine olsun.


Eskiden Ermenisi, Rumu, Yahudisi bu kul hakkına tecavüz etmemek için Ramazanlarda müslümanların karşısında oruca aykırı bir harekette bulunmazlardı. Düşünün, sizin derekeniz ne olmalı!


"Adalet abidesi, Hazreti Ömer'i zulüm heykeli diye ele alıp İran Şahı'na "Ömer'den daha zâlimdir!" diyen bir hareket liderini (Humeyni) ve temsil ettiği hareketi İslâm diye kabul etmek küfürdür."


Tohum saç, bitmezse toprak utansın! Hedefe varmayan mızrak utansın! Hey gidi küheylân, koşmana bak sen! Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!


Eski çınar şimdi Noel ağacı; Dallarda iğreti yaprak utansın! Ustada kalırsa bu öksüz yapı, Onu sürdürmeyen çırak utansın!


Bir gençlik hayal ediyorum meclisinde 'Hakimiyet ALLAH'ındır' Yazısına hasret çeken bir gençlik.


"Kim var?" diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert "ben varım!" cevabını verici, her ferdi "benim olmadığım yerde kimse yoktur!" fikrini besleyici bir dâva ahlakına kaynak bir gençlik…


Herkese mahsus bir söz, herkese mahsus bir fikir, herkese mahsus bir karar yoktur. Fikir ve hakikat birdir. Onu bir kişi bulur, bir milyon kişiye tasdik ettirir. Bu suretle nizam ve ahenk denilen şey doğar.


Bir fikre bağlı olmak yerine fâni şahıslara bağlananlar o fâni şahıs dünyadan çekip gidince düştükleri hiçlik ve boşluğu heykel dikmekle gidermeye çalışırlar ve onun tunç, mermer veya alçıdan, cansız gözlerinden yardım ve teselli ararlar.


Birinci Cumhur Reisi (M.Kemal), herhangi bir temenniye «İnşaallah...» duasını katan insan için «Bak, Allah'tan bekliyor, Allah'a inanıyor!» diye mukabele edecek ve Kâinatın Mefhari hakkında «Donsuz Bedevi!» hakaretini savuracak kadar Allah ve Resul'ünün düşmanıydı.


Fatih; önüne bir zincir çekenler, biliyorsunuz, gelir, gemilerine insan aklının kabul edemeyeceği şekilde yol açar. O devrin fenni imkânlarına göre harika iş… Dağlardan Haliç’e donanma indirmek… Bizanslı uyandığı zaman, bütün donanmayı Haliç’te görür. İşte “aksiyon” budur, olmazı yapmak… Fatih bunu yapabiliyor; çünkü imanı var, şevki var, aşkı var, gençliği zindeliği var…


“Ölüyü anmak, ona rahmet dilemek, onu Allâhın kelamıyla rızıklandırmakla olur. “Ölülerinizi hayır ile anınız!” emri, her ölüye değil, bizim ölülerimize mahsus bir keyfiyet… Bizden, yani İslâmdan olmayan ölüleri sadece ölmüş bulunmalarıyla imtiyaz sahibi kabul etmek mümkün olsaydı Hadiste «ölülerinizi» tabirinin «ölüleri» şeklinde olması lazımdı… Ebu Cehl’i hayr ile anmak nasıl muhal ise hayatı boyunca işi gücü, zevki, hırsı İslâm düşmanlığından ibaret kimseleri, sırtına ölüm zırhını geçirdi diye lanetten masum sanmak da imkânsız… Mümin, ölüler mevzuunda da Allah için muhabbet ve Allah için buğz kanatları üzerinde uçar…”


Geçmez inciler, Bozuk piyasa; Ve bozuk ulvî nizam Ve bozuk anayasa. Fezaya nur saçan madenim; Madenimi boğdular pasa. Bir sıcak şarkı var, bıraktığımız; Rahattayız artık, ne gam, ne tasa! Olur elbet, bulunur elbet, varılır elbet Bir gün bir anadan bir kahraman doğarsa


Dört küfür tipi tanıyoruz: İnanmak isteyip de inanamayanlar. (Hafif Kafirler) İnanmayanlar, fakat inananlara hakaret gözüyle bakmayanlar. (Orta Kafirler) İnanmayanlar ve inanları gülünç bulanlar. (Keskin Kafirler) İnanmayan, fakat inananlara saldırmaktan başka bir şey düşünmeyenler. (Kuduz Kafirler)


Daima sahte ve köksüz, binaenaleyh olması olmamasından daha zararlı birkaç madde donatımından başka, 1923-1950 arası ne yapılmışsa, Türk milletini, ruhta, ahlâkta, irfanda, tarihte, fikirde, sanatta, sıhhatte, millî benlikte, şahsiyette, bir daha dirilmemecesine vurmak için yapılmıştır.


" (...) Ya Rabbi, bu vatanı kâfirlerden kurtar! Yâ Rabbi, her gün biraz daha sukut eden ahlâkımızı önle! Yâ Rabbi, gençliğimize senin ve sevgilinin aşkını ilham et! Yâ Rabbi, asırlardır geçit resimleri bitmeyen Batı taklitçisi sahte kahramanların foyasını meydana çıkar!”


Mesela, doktorun olduğu yerde, hastaya seçme hakkı diye bir hak yoktur! Orada yoktur da, Allah'ın mimarisi olan kainatta bu hakkın münakasası mı vardır?.. İşte böyle bir cemiyet fikri içinde, bizim şahsi cemiyet fikrimiz doğuyor Ve ortaya bir fikir (aristokrasi)si çıkıyor... Ve bütün cemiyetin hakkını, o cemiyetin tayin edemeyeceği bir incelik vaaz ediyor.


İslâm'da, bâtıl dinlerde olduğu gibi, din görevlileri bir tarafa, görevsizler bir tarafa diye bir ayırıma yer yoktur. Bu bir esnaflık işi değildir. Hepimiz din görevlisiyiz. Kendini görevli saymayan bizden olamaz.


Bu genç adama dikkatle baksanız, onu, Firavunun ehramına taş taşıyan bir esir sanırsınız… Halbuki, o “ebâ an Ceddin” bu vatanın sahibidir. • Bu genç Anadolu genci!.. • Düne kadar bu genç adam, inanılmış bir dâvâ etrafında ve ancak ev sahibine düşen bir çile borcu altında, Viyanadan Yemene kadar bütün taarruz ve müdafaa yollarımızı al kaniyle asfaltlamış, böyleyken hor görülmüş ve değerlendirilmemiş; bugün ise –ne siz sorun, ne ben söyleyeyim- yakasının içinde büzülmüş kalmıştır. • Bugünün genç adam tipini, dedesi başka, babası başka, mescidi başka, mektebi başka, mahallesi başka, meydanı başka, köyü başka, kasabası başka; kitabı, dergisi, gazetesi başka başka istikametlere çekerken, o, sadece bir bünye sırriyle ayakta kalabilmekte ve bin yıllık Anadolu tarihinin hazin ve değişmez tecellisine bağlı, her şeyi boyuna içine akıtmakta, içinde biriktirmektedir. • Ortalıkta görünmeyen bu gençtir ki, Türk gencinin hakikî tohumu ve tohumluğudur; ve bütün dâva, cemiyet meydanında onun sâyedar ağacını yetiştirmekten ibarettir. • Bu genç olma ve oldurulma yolundadır.


Hiçbir laiklik aleyhtarlığı veya lehtarlığı yapmıyorum; doğrudan doğruya söylüyorum: Laiklik bize göre samimi ve hakiki bir kelime değildir. İnanmayan topyekun inanmaz; fakat barışmaz nesneler arasında muvazaa aramaz. İslam bunun hükmünü koymuştur. Sen ancak, İslamı, nasipsiz bir tipsen reddedebilirsin; ama, İslam ile laikliği bir araya getiremezsin!Kutup ayısını, hurma ağacının ikliminde besleyemezsin.


Şu futbol, din çapında öyle bir vecd kaynağı olmuştur ki, konuşmaya başlayan çocuğun ilk kelimesi “Gol! ” olsa şaşmamalı... Artık insanda kafa meşin top, beyin meşin top, kalp meşin top, mide meşin top… Bu nefsani ra’şenin yanına ruh ve fikir ürpertisini getirebilecek ve memleket kalesinin önündeki büyük mesele topunu muazzam bir şutla ağlara takacak santrafordan ne haber?


" (...) Şapkada, şapkayı aşan bir mânâ vardır. Bütün dinî, millî, bediî, tarihî ölçülerimizin istikrah duyduğu bu unsuru başımıza geçirmeye mecbur tutulmakla topyekûn mukaddesatımızı, tarihî can düşmanımızın emrine vermeye zorlanmış oluyorduk. Nitekim bir Müslümanın, gölgesine bile el değdiremeyeceği salip, bizzat şekli bakımından hiçbir suç sahibi değilken, remzi olduğu küfür noktasından suçlunun suçlusu ve çirkinin çirkinidir. O, sadece âlemi olduğu mâna adına küfrü temsil eder; binaenaleyh küfrün, madde çerçevesinde tâ kendisi sayılır..."


C.H.P. bu milleti yoktan var ettiği iddiasiyle açıkgöz ve sahtekâr bir madde kurtarıcılığı imtiyazına dayanarak Türkün ruh köküne zıt, bu kökü baltalayıcı ve onu Batı uşaklığına bend edici, her türlü fikir ve dünya görüşünden yoksun öyle bir yol açmıştır ki, bu yol, onu takip eden bütün partiler ve iktidarlar tarafından sadece küçük idare ve tatbikat plânlarında tenkit edilmekten başka karşılık görememiş; ve şu veya bu farklarla, hattâ şimdi onun kendisine yeni bir hüviyet araması ve gençlik aşısına el atması farkına rağmen, tek fârikaları İslâm düşmanlığından ibaret, çeyrek aydın ve cüce politikacıların yolu olmakta devam etmiştir.


Bir geceyi hatırlıyorum. 1943'de bir gece… İstanbul'un bir köşesinde, Beylerbeyi'nde, birkaç genç etrafımda, sabaha kadar konuşulan, sabahleyin gözyaşlarıyle yola çıkılan bir gece… Ve onun peşinden 1943'de ilk Büyük Doğu çıktı. Bu ilk Büyük Doğu zayıf ve kekeme bir ses getirdi. Cumudiye… Buz dağı... O devir buz dağı devriydi. Kir de görünmüyordu, temizlik de… Her şey donmuştu. Şöyle ki; «Allah ve ahlâktan bahsetmek yasaktır!» diye gazetelere tamim gelen devir… Ben o zaman Akademide Batı Edebiyatı hocasıydım. Bunu, bu tamimi bir Fransız gördü ve dedi ki: «Yeryüzünde hiçbir hükümet, hiçbir rejim bu kadar alçalmamıştır!» O zaman bir hadis neşrettik. Şöyle, odanın baş köşesine değil de, bir kenarına sıkıştırılmış gibi, gayet mahcup, gayet mütevazi bir köşede, bir hadis meali: «Allah'a itaat etmeyene itaat edilmez!...» Hemen tuttular, Vekiller Heyeti karariyle gazeteyi kapattılar — o zaman o selahiyet vardı— ve beni, —hoca olduğum için askerden muaftım— asker ettiler, Eğridir dağlarına sürdüler. Şöyle ki, müessesenin mesulü bana Maarif Vekilinden gelen bir mektubu gösterdi: «— Büyük Doğu'yla hocalık arasında bir tercih yapmanızı ihtar ederim!» Ve kâğıt kalem istedim, yazdım Maarif Vekaletine: «— Elli küsur kişilik sınıfımdan ziyade bütün vatan sathını kaplayan talebelerime hitap etmek üzere hocalığı bıraktığımı ihtar ederim!»


30 Ağustos zaferini mutlak ve münhasır olarak milli irade kazandı; ondan sonra bu köke bağlanan işler zincirini ise milli iradeye zıd olarak bu iradenin istismarcıları, yani CHP işçileri çekti; ve bu milleti o zincirin içine hapsetti. 30 Ağustos gününde, sadece Allahın, Resulünün, tarihinin. ecdadının, imanının kendisine gösterdiği mâna yolunda, bir çarıktan tank yapacak kadar azametli harikalar iklimine ayak basan Türkü, o günün aziz şeref ve hakkı yalnız kendisine ait olarak. Allah, yine o güne bağlanacak ve milli iradeyle tam bağdaşacak ve asla yol değiştirmeyecek mâna fatihlerine kavuştursun!


İnsan hayatına kıyanların hemen başlarını uçuracağına, onlara hayatlarını bağışlayan; ve hırsızlık edenlerin derhal kollarını keseceğine kendilerine hapishane köşelerinde rahat rahat geviş getirecekleri yataklar ve sanatlarını ilerletecekleri dershaneler hazırlayan zihniyet, birer kötü kişiye medeniyet göstermek için bütün iyi kişilerin hayatına ve malına kıymış olmak manasındadır. İslam adaletinden başka her ölçü, bizce, cezalandırmaya yeltendiği kötülükle bilmeden ittifak halindedir.


Ahlâk Yaralarımız! Dalkavukluk... İltimas... Hırsızlık... Rüşvet... Fuhuş... İçki?... Cinâyet... Kumar… Ayrıca hile... Doğruluktan korkuyoruz! Ayrıca yalan... Hakikatten korkuyoruz! Ayrıca riya... Samimiyetten korkuyoruz! Ayrıca nefret... Aşktan korkuyoruz. Ayrıca inkâr... İmândan korkuyoruz! Ayrıca şüphe... İtimattan korkuyoruz! Ayrıca istihza... Ciddiyetten korkuyoruz! Ayrıca kargaşalık... Nizamdan korkuyoruz! İnsanoğlu, bizde ve bu son devirde alçalmaya bırakıldığı kadar, hiçbir zaman ve mekânda bırakılmadı.


SAHTELİKLER DÜNYASI KADINDA: Saç sahte, Kaş sahte, Kirpik sahte, Burun sahte, Diş sahte, ERKEKTE: Kılık sahte, Bıyık sahte, Sakal sahte, Eda sahte… KÜLTÜRDE: Dil sahte, Tarih sahte, Devrim sahte, Kahraman sahte. POLİTİKADA: Vicdan sahte, iman sahte, İz'ân sahte, İrfan sahte… NİZAMDA: Hürriyet sahte, Adalet sahte, Disiplin sahte, Denge sahte...MEKTEPTE: Kitap sahte, İlim sahte, Profesör sahte, Diploma sahte...


"Hırsızlık cemiyetin kolunu kesmektir. Cemiyetin kolunu keseni kolsuz bırakmaksa toplumu kurtarmak... Şeriat, hırsızlık sürsün ve boyuna kol kesilsin diye emretmez. Hırsızlık kalksın ve kol kesilmesin saadetini getirir. Yani hastalık iyi olsun... Neden vücudu kurtarmak için kol kesen cerrahı şuçlamıyoruz?"


Genç adam, düşün! Evvelâ, insanoğlunun düşünmekten büyük haysiyeti olmadığını düşün! Düşün ki, genç adam, Masonluk, Yahudilik, Kozmopolitlik, daha bilmem ne ve ne, Türk bütünlüğünü çürütmeye memur, gizli ve maskeli tesirler eliyle, senin için yalancı tarih kitapları düzülmüş, zehirleyici telkin iklimleri kurulmuş, kök kurutucu aşılar hazırlanmıştır: ve senin, gayet mazur olarak, bunlara inanman, kapılman, bağlanman sağlanmıştır. Düşün!


Ben bu zamana kadar altı türlü kâfir gördüm: Topyekûn bütün dinleri ve Allah'ı inkâr edenler... Allah'ı kabûl edip peygamberlerini inkâr edenler... Allah'ı kabûlle bazı peygamberleri inkâr edenler... Müslümanlığı kabûl eder gibi olup onun bazı emirlerine ve yasaklarına itiraz edenler... Müslümanlığı sözde kabûl edip onu bu asra göre yenileştirmek ve değiştirmek icap ettiğini iddia edenler... Müslümanlık iddia edip onu olduğundan başka türlü göstermek isteyenler...


Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte! Ölsek de sevinin, eve dönsek de! Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!


Sadece onlar mı suçlu? Bizim suçumuz yok mu? Asırlarca gafletten uyanamayan bir millet üzerinde elbette oyunlar oynanır, projeler çizilir ve bunlar tatbik edilmeye başlanır. Ama iş işten geçtikten sonra ağlamaktan başka çaremiz kalmıyor maalesef. Tıpkı Endülüs Emevileri’nin son Hükümdarı Abdullah Sagir gibi.. Ülkesi işgal edildikten ve o da ülkeyi terk ettikten sonra, geriye baktığında muhteşem Elhamra Sarayını görünce ağlamaya başladı. Annesi ona tarihe mal olmuş şu sözü söylemişti: Ağla utanmaz, ağla. Erkekçesine vatanını, dinini, müdafaa ve muhafaza etmeyenlere, kadınlar gibi ağlamak yaraşır.


Hazreti Ömer'in, memurlarına bir hitabesinden bir parça: -Sizi, saltanat sürmeniz, insanlara tahakküm ve tekebbür göstermeniz için bu işlere kayırmadım. Siz, doğru yolda rehber olacak ve herkesi kendinize uyduracaksınız. Öyleyse Müslümanların haklarını yerine getiriniz! Müslümanlara fena muamele etmeyiniz ki, küçüklüğe düşmesinler; Müslümanları lüzumsuz yere pöhpöhlemeyiniz ki, şımarmasınlar!.. Kapılarınızı onların yüzlerine kapamayınız! Sonra kuvvetlileri, kuvvetsizleri yer. Kendinizi onlardan üstün tutmayınız! Sonra zulüm alır yürür.


Namaz müspet aksiyoniyle bilinir; yani kılındığı görülmekle… Kılınmazken kılınmadığı belli değil… Oruç ise bunun aksidir. Menfi aksiyoniyle anlaşılır; yani tutulmadığı surata çarpılmakla… Tutulurken de tutulduğu belli değil…


Oruç, ağırlığı kaldıran haşmetli vinç, Hasretlerin sonunda gelen İlahî sevinç...


Sanma oruç, bu akşam tıklım tıklım ye diye; bu akşam, yarın oruç tutabilmek için ye.

Necip Fazıl Kısakürek Ulu Hakan İkinci Abdülhamid Han kitabından önemli alıntılar http://sahtekahramanlar.blogspot.com/2018/08/necip-fazl-ksakurek-ulu-hakan-ikinci.html

Vatan Dostu Sultan Vahidüddin (Necip Fazıl) kitabından önemli alıntılar http://sahtekahramanlar.blogspot.com/2018/08/vatan-dostu-sultan-vahiduddin.html

14 Haziran 2020 Pazar

Cemil Meriç sözleri








görseller için; https://twitter.com/search?q=from%3A%40BunlariDusun%20cemil&src=recent_search_click


Ulu çamlar fırtınalı diyarlarda yetişir.


Ha­yatından memnun olan insan veya sınıf, düşünmez.


Zulmün karşısında tarafsızlık, namussuzluktur.


Taraf tutmayan insan, şahsiyeti felce uğramış insandır. Ben tarafım, hakikatin tarafıyım.


Murdar bir hal’den muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir.


Yobazlık, Şark'ın nefis müdafaası. Yobaz, samimiyet, yobaz kendini bir nass'a hapseden idrak; bir nass'a, yani sonsuza. Yobaza düşmanlık, tarihe düşmanlık. Yobaz biziz, en güzel taraflarımızla.


Olimpos dağının çocukları Hira dağının evlatlarını asla kabullenemeyecektir.


Bu memlekette sağcı-solcu, ilerici-gerici yoktur, namuslu ve namussuzlar vardır. Siz namuslulardan olun! Göreceksiniz çok kalabalık olacaksınız!


Her dudakta aynı rezil şikâyet: Yaşanmaz bu memlekette! Neden? Efendilerimizi rahatsız eden bu toz bulutu, bu lâğım kokusu, bu insan ve makine uğultusu mu? Hayır. Onlar Türkiye’nin insanından şikâyetçi. İnsanından yani kendilerinden. Aynaya tahammülleri yok. Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını yaşanmazlaştıranlardır.


Dünyadaki kaosun nedeni; eşyaların sevilmeleri ve insanların kullanılmasıdır.


Mutlak hakikate erişen, bâtıl'ı neden merak etsin


"Kopacaksın adsız ve ruhsuz kalabalıktan. Ufuksuz iştahlarıyla yavan ve kendini beğenmiş insanlardan uzaklaş. Yalnızlık mana dünyası Fatihlerinin ortak kaderi. Başkaları ne düşünür aldırma. Allah ne düşünüyor ona bak."


Kendisini kontrol edebilen bir kişinin başarıya koştuğuna hiç şüphe yoktur.


Avrupa Osmanlı ülkesine papaz ihraç eder. Hristiyanlığa davet için mi? Ne münasebet. Tek emeli Osmanlı’yı dinsizleştirmek. Dinsizleştirmek, yani etnik bir toz haline getirmek.


Namaz, psikiyatrik bir tedavidir. Çünkü namaz kılan, kendini yalnız hissetmez. O en büyük güce bağlıdır. O gücün inâyeti içindedir. Namazı huşû içinde kılan bir toplumda psikiyatrik hastalık olmaz.


Tarihimiz tepeden tırnağa değiştirilmelidir. Çünkü tarih kitaplarımız Haçlıların en büyük zaferidir.


Olgunlaşmak kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekânın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması demek.


Tanzimat aydını İstanbulludur, İstanbullu ise, "insanlığın nazenin ve çelebi bir cinsi"dir. "Kış bahçelerinde, saksılar içinde, yapma bir hararetle yetişip gelişen" bir nebat. Kötümser, halkını tanımaz ve neredeyse bozguncu. "Sodom ve Gomore", işgal altındaki İstanbul'un işbirlikçi burjuvazisini tüm sefaletiyle sergiler. Vatan haininden aydın olmaz. İnsanlık haysiyetini bütünü ile kaybeden bu zavallılar hiçbir devrin ve hiçbir medeniyetin ölçüleriyle aydın sayılamazlar.


Bu ülkenin bütün ırklarını tek ırk, tek kalp, tek insan haline getiren İslamiyet olmuş. Biyolojik değil, moral bir vahdet. Yani vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. Aynı şeylere inanmak. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için ölmek ve yaşamak. Lazı, Kürdü, Arnavudu düğüne koşar gibi ölüme koşturan bir inanç bu. Altı yüzyıl aynı potada erimek ve kâinata meydan okumak, zaferden zafere koşmak, beraber ağlayıp, beraber gülmek. Sonra çözülüş, çürüyüş ve kokuş. Ve bir mezarlık haline gelen memleket. İnsan, inançlarını kaybedince çomarlaşıyor. Dinsizlik irticaların en affedilmezi. En yiğit orduyu en miskin sürü haline getiren veba.


Bütün Kuranları yaksak, bütün camileri yıksak Batı insanının gözünde Haçlı Seferlerinin yalınkılıç ve tekbir getiren cündileriyiz. Avrupa'nın bir nevi tezadı idik. Yani kıtayı tamamlıyorduk. Şimdi maymunuyuz. Yani hiçbir haysiyeti, hiçbir hikmet-i vücudu olmayan ananesiz, haysiyetsiz, sırnaşık gölgesi. Avrupa materyalizmine rağmen Hıristiyandır. Hıristiyanlık Doğu ismi anılır anılmaz şahlanıverir. İşçisi de, Marksisti de, Hıristiyandır hep Avrupalının. Durup dururken hristiyan değildir belki. Ama Hıristiyan bir devletle Müslüman bir devlet arasında bir tercih yapmak gerekince safkan Hıristiyandır. Biz Müslüman olduğundan, Doğulu olduğundan, Türk olduğundan utanan, aczinden tarihinden, dilinden utanan şuursuz bir yığın haline geldik.


Kıyasıya bir savaştı bu, Haç'la Hilal'in, Batı'yla Doğu'nun, İman'la İnkâr'ın savaşı.. Hisarlar düşüyordu birer birer. Dost düşmana karıştı. Müstağripler hep bir ağızdan haykırıyordu: Teceddüt teceddüt… Nihayet İstiklâl Savaşı.. Yangın alevleri içinde doğan genç bir devlet. Evet çetin bir imtihandan yüz akıyla çıkmıştık. Ateş mazinin birçok levslerini temizlemişti, ama Pyrrhusvârî bir zaferdi bu. Batının silahlı saldırısını püskürmüş, Batılılaşma sevdasından kurtulamamıştık. Avrupa vazgeçmemişti avından. Aydınlar devrilen hisarlar karşısında sevinç çığlıkları atıyordu. Düşmanın teslim alamadığı tek kale kalmıştı: hafıza, yani dil. Bugünü düne bağlayan köprü uçurulmadıkça tarihten koparılamazdık. Tasfiyeciler in her taarruzu bozguna uğruyordu. Karşılarında mabedin şuurlu ve inanmış bekçileri vardı.


"Bence, Devlet-i Aliyye’nin kuruluşundan Tanzimat’a kadar geçen her asır muhteşem ve göğüs kabartıcıdır. Bir kitap ve kelime medeniyeti değil, bir iman ve aksiyon medeniyeti yaratmışız. İnsan haysiyetini yücelten, adalet ülküsünü gerçekleştiren büyük bir medeniyet. Hiçbir ‘izm’in erişmediği ve erişemeyeceği bir rüya. İnsanın ve insanlığın altın çağı."


"Karanlıkları devirmek ve aydınlık bir çağın kapılarını açmak için en mükemmel silah: Kalem. Sözle, yazıyla kazanılmayacak savaş yok... Kalem sahiplerine düşen ilk vazife: Telaş etmemek, öfkelenmemek, kin kıştırtıcısı olmamak. Halkı okumaya, düşünmeye, sevmeye, alıştırmak. Bir kılıcın kazandığı zaferi, başka bir kılıç yok edebilir. Kalemle yapılan fetihler, tarihe mal olur, tarihe, yani ebediyete."


“Bir çağın vicdanı olmak isterdim, bir çağın daha doğrusu bir ülkenin, idrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak isterdim. muhteşem bir maziyi, daha muhteşem bir istikbale bağlayacak köprü olmak isterdim, kelimeden, sevgiden bir köprü.”


"Büyük eksiğimiz irfanı bilmeyişimizdir. Uzun bir zaman çölde yaşadık. Fakat şimdi büsbütün imkânsızlık içinde değiliz. Bir İslam (müslüman) numune-i imtisa [Örnek tutulacak şey] olmak mecburiyetindedir."


Ne batıyı tanıyoruz ne doğuyu... En az tanıdığımızsa kendimiziz. Biz Müslümanlığından, doğululuğundan, Türklüğünden utanan, tarihinden utanan, dilinden utanan şuursuz bir yığın haline geldik..


Türk aydınları bir hıyanet psikozu içindedirler. Batı tarafından, ancak bu ihanette muvaffak oldukları ölçüde benimsenirler.


Zavallı Türk aydını! Kimlerin peşinden gitmemiş. Düşmanları dost, dostları düşman olarak tanımış.


Ağaç köküyle yaşar, insan da öyle... Biz ise maziden koptuk, istikbale bağlanamadık. Türkiye bütün kütüphaneleri yakılan, bütün mazisi imha edilen, 600 yılı cerrahi bir ameliyatla içtimaî uzviyetinden koparılıp atılan bedbaht bir ülke.


Pervane bilmeden ateşe atar kendini. Balık oltayı fark etmediği için yeme koşar. Biz arzuların felaketle örülü bir ağ olduğunu biliriz, ama uzaklaşmayız onlardan. Ne korkunç gaflet!


Üç kıtaya hakim olmuş bir medeniyetin, dünyaya adalet ve kardeşliği dağıtmış bir ülkenin hiçbir zıpçıktı 'uygarlığı' taklide ihtiyacı yoktur.


Türkiye’nin kendisi kalması, insanlığın bütün keşiflerinden, bütün fetihlerinden faydalanarak ihtişamlı mazisine layık bir istikbal inşa etmesi başlıca muradım.


Şezlong entelektüelleri, gençlik için büyük bir tehlike. İstedikleri: Kitaba ve düşünceye düşman bir nesil yetiştirmek. Bereket, gençlerin hepsi bu şezlong-nişin mürşitlere inanmıyor. Fabrikalar, daireler, üniversiteler, entelektüel partinin lakırdılarına boş veren delikanlılarla dolu. Susan çoğunluk diyeceksiniz. Doğru, çünkü emellerini dile getiren hiçbir kimse yok.


Ümmetin Avrupa dillerinde karşılığı yok. Siyasi ve dini bir bağ. Kuran hem bir ibadet kitabı, hem bir anayasa, muhatabı bütün insanlık. Demek ki İslamiyet’in temel mefhumu: eşitlik. Bu bir amaç değil, bir hak. Hürriyet, eşitliğin bir başka adı veya görünüşü. Sınıf kabul etmeyen, imtiyaz tanımayan bir dinde kimin, kime karşı hürriyeti? Batı, hürriyeti, bir hata işleme hakkı olarak tarif ediyor. Müslümanın böyle bir hakkı yoktur. Çünkü o ebedi hakikatin, yegane hakikatin, cihanşümul hakikatin emrindedir. Evet, İslamiyet bir kanun ve nizam hakimiyeti (nomokrasi)dir.* Batı’nın gerçekleştirmeğe çalıştığı eşitliği çoktan fethetmiştir. Fikir hürriyetini, insanı insana saldırtan bir tecavüz silahı olarak değil, bir ikaz, bir irşat vasıtası olarak kabul etmiştir. Demokrasinin ta kendisidir İslamiyet. Ama Batı’nınkinden çok başka bir ruh ikliminde gelişen, çok başka umdelere dayanan bir demokrasi.


" (...) Bir devlet ki, bütün bir köyün sevgisini kazanan yaşlı din adamını Arapça ezan okuyor diye tartaklayacak kadar şuur­suz ve eblehtir. Bütün Hıristiyan dünyanın, tek kelimesini anlamadan, Latince dua ettiğini bilmez. Bir devlet ki, kaymakamı, ışıktan korktuğu için imamı tevkif eder. Bir devlet ki, topuna, tüfeğine, üniversitesine, matbuatına rağmen, kitaptan ve harften korkmaktadır..."


İrfan, düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelime. Tecessüsü madde dünyasına çivilemeyen, Zekâyı zirvelere kanatlandıran, beşerîyi ilâhî ile kutsîleştiren, uzun ve çileli bir nefis terbiyesi. İslâm, insanı parçalamaz. İrfan, kemâle açılan kapı, amelle taçlanan ilim. Batının “kültür”ünde bu zenginlik, bu ihtişam, bu hayata istikâmet veriş yok. İrfan bir mevhibedir. Cehitle gelişen bir mevhibe. Kültür, katı, fakir ve tek buutlu bir lâfız. İrfan, beşeri beşer yapan vasıfların bütünüdür.


Türk, İslamlaştıktan sonra medenileşmiştir. Osmanlı öncesi Türk tarihi çocukluk ve delikanlılık tarihidir. Osmanlı olgunluktur. Dedemizi tarihten söküp atmak isteyenler meşumdur. (kötü, uğursuz.) Türk tarihi bir bütündür. Gençlik çağını atmak için bir sebep yoktur.


Aile topluluğu çöktü, ev diye bir şey kalmadı. Kadınlar pazarda iş aramağa başladılar. Feminizm eskiden hayatını evinde kazanan kadınlara pazarlarda iş bul­ma davasıdır. Sonuç… Bir zamanlar yerleşik olan sınıflar, şurda burda dolaşan yığınlar haline geldi. Rüzgârla savrulan kum öbekleri gibi, aralarında hiçbir kaynaşma yok. Bu kum tepecikleri, büyük şehirler ve sanayi bölgeleridir. O zamana kadar evde, tarlada, küçük atölyelerde hayatı­nı kazanan milyonlar, dev işletmelerin sinesinde eridi. Proletarya veya işçi sınıfı denilen yığınlar böyle doğdu.


Bir aydının en hayati davası fikre kitaba saygı telkin etmek. Bu memleketin yalnız nimetlerinden faydalanacak, kırk senedir geviş getirilen yalanları tekrarlayacak, tıkır tıkır maaşını alacak, Avrupalar'da dolaşacak ve namustan dem vuracaksınız. Yağma yok. Doçent olamazsan, ne olur, doçent olamazsan? Doçent olmak bir vazife midir? Ve sen doçent olmak için mi yaratıldın? Fikir uğrunda edna fedakarlığı göze alamayan üniversitede kapıcı olmaya layık değildir. Bu memleketi tımarhane haline getirdiniz. Gölgesinden titreyen, mesleksiz, davasız, heyecansız bir heyula. Ancak istatistikte bir rakam. Allah belanızı versin!


Halk Partisi kurtla kuzuyu, insanla sırtlanı bir çuvala koyan madrabazlar kumpanyası. Kime karşı halk partisi? Kime karşı halkçı? Halkçılık halkın sırtına binen bir avuç aydının uydurduğu bir mit. Oğlancı gibi. Halkın ırzına geçmek için halka hulus çakan açıkgözlerin yaftası. Halk partisi tarihinin hangi merhalesinde halk için çalıştı, halktan olmayanlarla mücadeleye girişti? Halktan ne anlıyordu? Alt yapı feodal. İkibin yıldan beri değişmeyen, kendi küçük dünyasında hep aynı dertlerle başbaşa, geniş bir kalabalık. O kalabalıktan kopan, hiçbir çilesi, hiçbir dâvası olmayan bir Halk Partisi. Bir nevi ur.


Akif, Fikret aleyhindeki yazılarını Safahat'a almamak efendiliğini göstermiş. Keşke Sultan AbdülHamid'le ilgili hicviyesine de o güzel eserde yer vermemiş olsa idi.


İslâm harflerinin terakkimize mani olduğunu ileri sürenler, Avrupa'nın bizi yok etmeye karar vermiş yazarlarıydı. İslâmiyet'e düşmandılar. Başlıca hedefleri bizi tarihimizden, irfanımız­dan, bir kelimeyle İslâmiyetten koparmaktı.


" (…) Yılbaşı gecelerinin çılgın kahkahaları arasında bir hezimeti kutlamış olmuyor muyuz? Batı karşısında Doğu'nun, haç karşısında Hilal'in hezimetini. Kaldırılan her kadehte aydınla halk arasındaki uçurum bir parça daha derinleşmiş olmuyor mu?.."


" (...) Hiçbir ülkenin eşine rastlamadığı bir vandalizme inkılâp adı verilir: Dil inkılâbı… Dil’de inkılâp olmaz! İhtiyar tarih dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir çılgınlığa şahit olmamıştır… Bu ülkenin aydınları, yıllarca tek hürriyet tanımışlar: Dillerini tahrip hürriyeti! Tefekkür yasaklanmış, irfana sadakât vatana ihanet sayılmıştır… Zekâları felce uğratan bir devrimdir bu. Zaman zaman halkçılık, milliyetçilik, ilericilik ve benzeri mefhumların arkasına saklanmıştır..."


Hoca öğretmen oldu, talebe öğrenci. Öğretmen ne demek? Ne soğuk, ne haysiyetsiz, ne çirkin kelime. Hoca Öğretmez, yetiştirir, aydınlatır. Öğrenci ne demek? Talebe isteyendir; isteyen, arayan, susayan.


“Altınlarını cam karşılığı dağıtan Kızılderiliyi hiçbir zaman gülünç bulmadım. Cam, altından çok daha asil. Lânetlenmiş bir maden, altın. Adı, tarihin bütün cinayetlerine karışmış. Cam güzel, çünkü kirli bir mazisi yok. Cam güzel, çünkü kalbi var, kırılıverir.”


Avrupa'yla aramızda aşılmaz bir duvar var. Doğu, kapitalist için de, sosyalist için de sömürülecek bir alandır. Doğulu ise, bir yarı insan, şüpheli yandaş, tek kelimeyle düşmandır.


Osmanlı rahatsız ediyordu Mustafa Kemal’i. Silinmesi gereken bir vesikaydı yakın tarih. Mâzi zaman zaman gevezelik ediyordu. Dil devrimi Selanik’in İstanbul’a isyanıdır. Selanik’in ve Anadolu’nun. Osmanlı ordusu, Osmanlı teşkilatı, Osmanlı mimarisi yok edilemezdi. Ama nesillerin birbiriyle olan devamlılığı bozulabilirdi. Harf inkılabı altı yüzyılı rafa kaldırdı. Ve tarihsiz bir memleket, ibda etti.


“Vatandaşlığı yapan kan ve toprak değil, inanç. Ümmetin Avrupa dillerinde karşılığı yok. Siyasi ve dini bir bağ. Kuran hem bir ibadet kitabı, hem bir anayasa, muhatabı bütün insanlık. Demek ki İslamiyet’in temel mefhumu: eşitlik. Bu bir amaç değil, bir hak. Hürriyet, eşitliğin bir başka adı veya görünüşü. Sınıf kabul etmeyen, imtiyaz tanımayan bir dinde kimin, kime karşı hürriyeti? Batı, hürriyeti, bir hata işleme hakkı olarak tarif ediyor. Müslümanın böyle bir hakkı yoktur. Çünkü o ebedi hakikatin, yegane hakikatin, cihanşümul hakikatin emrindedir. Evet, İslamiyet bir kanun ve nizam hakimiyeti (nomokrasi)dir. Batı’nın gerçekleştirmeğe çalıştığı eşitliği çoktan fethetmiştir. Fikir hürriyetini, insanı insana saldırtan bir tecavüz silahı olarak değil, bir ikaz, bir irşat vasıtası olarak kabul etmiştir. Demokrasinin ta kendisidir İslamiyet. Ama Batı’nınkinden çok başka bir ruh ikliminde gelişen, çok başka umdelere dayanan bir demokrasi.”


Yumuşak kalplilik de olmaz polemikte. Ölüm bir mazeret değildir. Voltaire: “yaşayanlara saygı borçluyuz az çok”, diyor….”ölenlere tek borcumuz kalmıştır; hakikat”. İslamiyet: “ölülerinizi hayırla yadediniz” buyurmaktadır, ölülerinizi yani sizden olanları. Yaşayanları yöneten ölülerdir. Demek ki öldürülmesi gereken ölüler de var.


İslamiyet, "ölülerinizi hayırla yadedin" der. Asil bir ihtar. Ölülerinizi yani sizden olanları, aynı mukaddeslere inanan, aynı kavgalara katılan, aynı emel veya hınçları bölüşen insanları.


Eğer medeniyet, millî gelir alfabeyle artsaydı Ruslar, Çinliler alfabe değiştirir­di. Kendi alfabesini değiştiren hiçbir millet yok, olmayacak da. Öyleyse bu çılgınlığın sebebi ne?


Mustafa Kemal kafanın yalnız dışını değil içini de tanzime kalkıştı. Batı şapkaydı. Şapka ve itaat. Kalabalığın yerine şef düşünecekti. Kur’an rafa kalktı. "Nutuk" çıktı ortaya. Bir nutuk ve bir fırka. Bir lokma ve bir hırka. Önder önüne gelenin kellesini vurdurdu. Fırka hiçbir zaman ağzını açmaya cesaret edemeyen kalabalıkların ağzına vurulan kilide bir yenisini daha ekledi.


Atatürkçülük asil cumhuriyetin resmi dinidir. Mitosu olmayan sığ, dalsız budaksız bir din. Tam robot dini. Bu gidişle bütün dünyanın Atatürkçü olması gerekecek. Yaşasın Atatürk, ulan biz Atatürkçüyüz. İbadet ve iman bu üç beş hecede başlayıp bitiyor.


Televizyon kültürü diye bir mefhum tanımıyorum. Televizyon, aylak, şuuru iğdiş edilmiş, hiçbir zaman okumak ve düşünmek alışkanlığı kazanmamış sokaktaki adam için icat edilmiş bir nevi afyondur. Televizyon, şuurdaki son pırıltıları da yok eden bir cehennem makinesidir. Kişiyi gerçek hayattan koparan ve bir hayal dünyasında yaşatan hissi bir istimna… Tam bir kaçıştır televizyon. Yokluğa, boşluğa, şuursuzluğa açılan bir kapı... Bu korkunç tiryakilik, kurbanlarını batılılaştırmaz batırır. Kültürün dün de, bugün de, yarın da tek taşıyıcısı vardır: Kitap. Hiçbir düşünce emeksiz fethedilemez. Şahikalara ancak dikenli patikalardan tırmanılabilir. Tefekkür, sürekli bir cehdin hak edilmiş mükafatıdır. Kısaca televizyon kültürü, kültürle münasebetlerini kesmeye karar verenlerin uydurduğu bir yalandır. Batının bütün fuhşiyatını haremimize taşıyan bu kanalizasyonun hayırlı bir işe yarayacağını ummak büyük iyimserlik olur. Sirenlerin şarkısı çok masum bir hayal... Televizyonu dinlerken şuurumuz yarı uykudadır. Bu itibarla seslerin ve renklerin cümbüşü ile bir kat daha sarhoşlaşır ve kendimizden geçeriz. Eskiler "medenileşmek frengileşmek"dir (La civilisation c'est la syphilisation) demiş. Televizyonun cömertçe dağıttığı medeniyet de bu çeşit bir medeniyet.


Büyükler, bayağıları meclislerine kabul etmez. Bayağı, hissetmeyendir. Sevmeyen, sezmeyen, anlamayandır. Akıl doğruyu gösterir; iyi ile kötüyü ayıran: gönül. Büyük ölülerin dostluğuna, iyi ile kötüyü birbirinden ayırmak için de koşmalıyız. Gerçek bilgi, disiplinli ve denenmiş bir bilgidir.