Behlül Dânâ bir gün devrin halîfesi Hârûn Reşîd ile karşılaştı.
Halîfe; “Seni gördüğüme çok sevindim. Uzun zamandır seninle konuşmayı arzu ediyordum” dedi.
Hazret-i Behlül gülerek: “Benim böyle bir arzum yoktu” cevâbını verdi.
Buna rağmen Hârûn Reşîd kendisinden nasîhat istedi.
“Ne nasîhatı istiyorsun? Şu sarayına bak, bir de kabirlere bak! Bunlardan ibret almayan, nasîhat almayan nelerden alır! Hâlin ne olacak, ey müminlerin emîri! Yarın Cenâb-ı Hakk'ın huzûruna çıkacaksın. Büyük küçük yaptığın her şeyden suâl olunacaksın. Bunlara nasıl cevap vereceksin iyi düşün! Bu hesap zamânında aç ve susuz olacaksın, çıplak bulunacaksın. Orada bulunanlar sana bakıp gülecekler. Perişan hâlin orada meydana çıkacak, başka nasîhatı ne yapacaksın?” dedi.
Adâleti ile meşhûr olan Hârûn Reşîd onun nasîhatlerinden çok istifâde ettiğini bildirdi.
TAHTTA OTURMANIN ZORLUĞU
Hz. Behlül bir gün Hârûn Reşîd'in taht odasını boş buldu ve çıkıp tahta oturuverdi. Bunu gören askerler onu kamçı ile dövmeye başladılar. Askerler vurdukça o:
“Vah Hârûn Reşîd. Vah Hârûn Reşîd!” diyordu.
O esnâda halîfe geldi ve manzara karşısında donup kaldı. Askerleri uzaklaştırdıktan sonra:
“Ey Behlül! Bu ne hâl?” diye sordu.
Behlül:
“Senin için ağlıyorum. Burada tahtı boş bulup bir an oturdum. Bu kadar kırbaç yedim. Sen ise senelerdir bu tahtın üzerinde oturuyorsun. Hâlin ne olur diye düşündüm.”
Hârûn Reşîd:
“Peki ne yapmam lâzım?” dedi.
Behlül:
“Mademki bu yükün altına girdin. Zulme meyletme. Adalet üzere ol. Böylece tahtında otur” buyurdu.
AKŞAM NAMAZINA GELENLER
Halîfe Hârûn Reşîd, bir Ramazan günü Behlül'e, akşam namazında camiye gitmesini ve namaza gelen herkesi iftara davet etmesini söyledi.
Akşam oldu, namaz kılındı, namazdan sonra Behlül 5-10 kişilik bir grupla çıka geldi.
Hârûn Reşîd şaşırdı:
“Akşam camiye bu kadar insan mı geldi?”
Behlül cevap verdi:
“Siz bana camiye gelenleri değil, namaza gelenleri iftara çağır dediniz. Namazdan sonra cami kapısında durdum, çıkan herkese hocanın namaz kıldırırken hangi sureyi okuduğunu sordum. Doğrusunu yalnız bu getirdiğim kişiler bildi. Camiye gelen çoktu ama namaza gelen bu kadarmış.”
ÇARŞI PAZAR AĞALIĞI
Behlül Dânâ, bir gün Hârûn Reşîd'den bir vazife istedi.
Halîfe Reşîd de ona çarşı pazar ağalığını verdi. Behlül hemen işe koyuldu.
İlk olarak bir fırına gitti.
Birkaç ekmek tarttı; hepsi de normal gramajından noksan geldi.
Dönüp fırıncıya sordu:
“Hayatından memnun musun, geçinebiliyor musun, çoluk-çocuğunla ağzının tadı var mı?”
Adam her soruya olumsuz cevap verdi.
Behlül bir şey demeden ayrıldı ve bir başka fırına geçti.
Orada da birkaç ekmek tarttı ve gördü ki bütün ekmekler gramajından fazla geliyor, eksik gelmiyor.
Aynı soruları bu fırının sahibine de sordu ve her soruya olumlu cevap aldı.
Bundan sonra başka bir yere uğramadan doğru Harun Reşid'in huzuruna çıktı ve yeni bir vazife istedi. Harun Reşid, “Behlül daha demin vazife verdik sana, ne çabuk bıktın?” dedi.
Behlül açıkladı:
“Çarşı pazarın ağası varmış! Benden önce ekmekleri tartmış, vicdanları tartmış, buna göre herkes hesabını ödemiş, ceza ve mükâfatları verilmiş, bana ihtiyaç kalmamış.”
"BEN BİR ŞEY YAPMADIM!"
Bir gün halka doğru yolu göstermek için söylediği sözlerden rahatsız olanlar, Hârûn Reşîd'e gidip; "Sultanım, bizim yaptıklarımızın ona ne zararı var? Bizi kendi hâlimize bıraksın. Sonra her koyun kendi bacağından asılır" gibi sözlerle şikâyet ettiler... Bunun üzerine Hârûn Reşîd, Behlül Dânâ'yı çağırtıp, halkın isteğini bildirdi. Behlül Dânâ hiç sesini çıkarmadan sarayı terk etti. Birkaç koyun alıp kesti, bacaklarından mahallenin köşe başlarına astı... Aradan günler geçtikçe, asılan hayvanlar kokuyordu. Kokudan rahatsız olan aynı kişiler Hârûn Reşîd'e gidip, durumu anlattılar. Behlül Dânâ'yı çağırtıp, sorduğunda; -Bir kötünün herkese zararı olduğunu herhalde anladılar. Ben bir şey yapmadım, her koyunun kendi bacağından asıldığını onlara gösterdim, diye cevap verdi...
"HIRSIZIN MEZARLIKTA İŞİ NE?" Bir gün Behlül-i Dânâ'nın evine hırsız girmiş, evde ne bulduysa götürmüştü. Doğruca kalkıp kabristâna gitti ve kapısına oturdu. Bunu görenler; -Niçin hırsızın peşinden gitmedin de buraya geldin? dediler. Onlara; -Yolunu şaşırmış o adamcağızı burada bekliyorum, diye cevap verdi. Bu söze oradakiler kahkaha ile güldüler ve; -Hay Allah iyiliğini versin, o adamın burada işi ne? dediler. Bunun üzerine Behlül hazretleri; -Siz hiç merak etmeyin o mutlakâ bu kapıya gelecek. Ecel onu buraya getirecektir, buyurdu. Bu sözler, hırsızın kulağına kadar gitti. Bunları duyan adam kabristana gitti ve Behlül-i Dânâ'nın huzurunda tevbe etti, kısa bir zaman sonra vefat etti…
Birisi Behlül Dana Hazretlerine gidip; “Ey Behlül! Oğlum vefat etti. Kabir taşına ne yazayım?” dedi. Behlül Hazretleri buna gülüp; “‘Dün altımda olan çimenler bugün üstümde yeşerdi. Ey yolcu! Bil ki şu toprak, günahlardan başka herşeyi örtmektedir’ yaz” dedi. Behlül Dânâ Hazretleri şu beyitleri sık sık okurdu: “Bayram, yeni elbiseler giyenler için değildir. Ancak İlâhî azaptan emin olanlar içindir. Bayram bineklere binenler için de değildir. Ancak hata ve isyanı bırakanlar içindir.”
Behlül Dânâ bir gün Bağdat sokaklarından birinde giderken, oynayan çocuklar gördü. Başka bir çocuk ise bir köşeye çekilmiş, onlara bakıyor ve ağlıyordu. Behlül Dânâ o çocuğun yanına gitti ve “Ey çocuk niçin ağlıyorsun? Gel sana bir şeyler alayım da, sen de arkadaşlarınla oyna” dedi ve çocuğun başını okşadı.
Çocuk bakışlarını Behlül’e çevirdi ve “Ey aklı az adam! Biz oyun için yaratılmadık” dedi.
Behlül bu söze şaştı ve çocuğa “Ey oğlum! Peki niçin yaratıldık” diye sordu.
Çocuk “Allahu Teâlâ’yı bilmek ve O’na ibadet etmek için” dedi.
Behlül Hazretleri “Peki bunun öyle olduğunu nereden biliyorsun?” diye sordu.
Çocuk Mü’minûn Sûresi’nin 115. âyetini okudu. Meâlen; “Sizi ancak boşuna yarattığımı ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?”
Hazret-i Behlül, tekrar “Ey çocuk! Sen hakîmâne konuştun. Bana biraz daha nasihat et” dedi ve ağlamaya başladı.
“Ey oğlum! Senin günahın yok. Sen bir çocuksun. Nasıl oluyor da böyle düşünebiliyorsun?” diye sordu.
Çocuk da “Ey Behlül! Babamı ateş yakarken gördüm. İri odunları küçük çırpılarla tutuşturuyordu. Ben de Cehennem’in yanan küçük odunlarından olacağımdan korkuyorum” dedi.
Bu sözler üzerine Behlül Dânâ Hazretleri kendinden geçti ve kendine geldiğinde çocuğu yanında göremedi. Oradakilere çocuğun kim olduğunu sordu. Onlar “Tanımadın mı?” dediler. Behlül “Hayır” deyince, onlar “Bu Hazret-i Hüseyin evlâdından seyyid bir çocuktur” dediler. Behlül de “Ancak böyle bir ağacın meyvesi bu kadar olgun olabilirdi” deyip oradan ayrıldı.
* Bir gün Behlül’ü kabristanda gördüler. Ayaklarını kabir taşları arasına sokmuş, toprakla oynuyordu. Kendisine “Ey Behlül ne yapıyorsun?” diye sordular. Onlara gayet sakin olarak “Bana eziyet etmeyen, gıybetimi yapmayan insanlarla oturup sohbet ediyorum. Bunlar sağ olanlardan daha emin” diye cevap verdi.
* Harun Reşid Hacdan dönüyordu. Behlül Dânâ, kendisine “Bağdat ve etrafını nurlandırıp aydınlatacak hediyeler götürüyor musun?” dedi. Halife “Bu hediyeler nasıl olur?” deyince, Behlül Hazretleri “İnsanlara, Allahu Teâlâ’nın sevgisi, O’ndan korkma, onlara örnek olacak şekilde hâl ve hareketler, onlar hakkında temiz ve güzel düşüncelere sahip olmak en güzel hediyedir” dedi. Bunu dinleyen Harun Reşid ağlayarak; “Ey Behlül, biraz daha anlat” dedi. Behlül “Memleketinin bir köşesinde bir mazlûm zulme uğrasa, sen memleketin diğer köşesinde bile olsan, Allahü Teâlâ bunun hesabını senden soracak. Allahü Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de meâlen; ‘Şüphesiz ki iyiler Naim Cenneti’ndeler. Kötüler ise Cehennemdedir’ (İnfitar: 13, 14) buyurdu. Ahirette Cennet ve Cehennem dışında gidilecek üçüncü bir yer yoktur. O halde hazırlığını buna göre yap” dedi. Halife “Amellerimiz hakkında ne dersiniz?” diye sordu. Behlül Hazretleri; “Allahü Teâlâ’dan korkarak ve emrettiğine uygun olarak yapılan amel makbuldür” buyurdu. Halife; “Peygamber Efendimizle, akrabalık olarak yakınlığımız hakkında ne dersiniz?” dedi. Behlül; “Peygamber Efendimize akrabalıktan ziyade, bildirdiği hükümlere bağlılıkta yakın olmak daha mühimdir” dedi. Halife; “O halde nasıl yaşayalım?” diye sordu. Behlül; “Allah’tan kork, her halinde Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sünnetine tâbi ol. Bu durumda en kârlı yolu seçmiş olursun” dedi.
* Behlül Dânâ Hazretlerinin halife Harun Reşid’e bir nasihati de şöyle oldu; “Ey Harun Reşid! Yer içinde, yer üstünde ve göklerde çok olan nedir?” diye sordu. Harun Reşid; “Bunu bilmeyecek ne var? Yer içinde ölüler, yer üzerinde hayvanlar ve bitkiler, gökte ise meleklerdir” dedi. Behlül “Değil” buyurdu. “Yer içinde çok olan ölülerin pişmanlıkları, yer üzerinde insanların hırs ve tamâhı, gökte ise âdil hükümdarların sevaplarıdır” buyurdu.
Kaybolan deve
Adamın birisi namaz kılmaz, diğer ibâdetleri yapmaz ama her gece yatarken;
“Yâ Rabbî! Bana Cennet’ini ver!” diye duâ ederdi.
Bir gece aynı şekilde yattı. Geç vakitte, damdan bir tıkırtı geldiğini hissederek uyandı. Hemen çıkıp;
“Kimsin, orada ne arıyorsun?” dedi.
Damda bulunan Behlül Dânâ idi ve;
“Devem kayboldu da onu arıyorum.” dedi.
Ev sâhibi,
“Kaybolan deve damda olması mümkün mü? Bu akılsızlık değil midir?” deyince,
Behlül-i Dânâ;
“Senin, hiç ibâdet etmemen ve sonra da Allahü teâlâdan Cennet’i istemen daha akılsızlık değil midir?” buyurdu.
Ev sâhibi O zaman, Behlül-i Dânâ’nın kendisine nasihat vermek için böyle yaptığını anladı. Hatâsını anlayıp, tövbe etti ve ibâdetlerini aksatmadan yapmaya başladı.
Biz de vaktiyle güzel yiyeceklerdik
Halîfe Hârûn Reşîd bir gün Behlül-i Dânâ ile sohbet ederken;
“Ey Behlül! Sana sarayımda bir oda ve hizmetçiler vereyim. Yeter ki bu eski elbiselerden kurtul. Yenilerini giy. İnsanlar arasına karış.” dedi.
Bunun üzerine hazret-i Behlül;
“Müsâde ederseniz bir danışayım.” dedi.
Halîfe;
“Kime danışacaksın, kimsen yok ki?” diye cevap verdi.
Behlül de; “Ben danışacağım yeri biliyorum.” dedi ve oradan ayrıldı.
Hârûn Reşîd arkasından adamlar salıp danışacağı yeri öğrenmek istedi. Behlül gide gide şehir dışında bir mezbeleliğe gitti. Başını eğip bir şeyler dinlermiş gibi yaptı. Bir şeyler söylendi. Daha sonra oradan ayrıldı. Saraya yöneldi. Sultanın adamları ondan önce saraya dönüp hâdiseyi halîfeye bildirmişlerdi. Behlül huzûra girince, halîfe Hârûn Reşîd ona;
“Ey Behlül! Söyle bakalım vereceğin cevâbı.” dedi.
Behlül;
“Danıştım efendim. Lâkin insanlar arasına karışmam mümkün değil.” dedi.
Halîfe heybetle;
“Ey Behlül! Sen gidip çöplere danışmışsın, haberim oldu.” dedi.
Behlül de;
“Doğru söylüyorsun ben de onlara danıştım. Onlar bana cevap verdiler ve;
“Ey Behlül! Biz de vaktiyle en güzel ve nefis yiyecekler idik. Bütün güzellikler bizde idi. Sevgi ve itibarımız çoktu. Ne zaman ki insanlar arasına karıştık. İşte bu hâle geldik. Çöpe atıldık. Sen de sakın insanların arasına karışma.” dediler. Bu sözlerdeki ince mânâları anlayan Hârûn Reşîd: “Haklısın.” deyip düşüncelere daldı.
Buğday tanesi bir dinar olsa
Bir zaman Bağdât’ta fiyatlar çok yükselmişti. Hayat pahalılığı çekilmez bir hâl aldı. Muhammed bin İsmâil bin Ebî Fudayl gelerek;
“Ey Behlül! Müslümanların ve bütün insanların hattâ hayvanların rahatlaması için Allahü teâlâya duâ etmez misin?” dedi.
O şöyle cevap verdi:
“Allahü teâlâya yemin ederim ki, ben bu işe karışmam. Eğer bir buğday tânesi bir dinar olsa, bize emrettiği gibi Allahü teâlâya ibâdet etsek, O bize vâdettiği gibi rızkımızı verir.” Sonra ellerini birbirine vurarak; “Ey dünyâyı ve süslerini toplayan, gözleri uykudan lezzet almayan kimse, nefsinle uğraşıp âhirete bir tedârik yapmadın, kıyâmet gününde Allahü teâlâya ne cevap vereceksin?” dedi.
SON SÖZ
Her sultan Hârûn Reşîd değildir.
Onun benzeri de değildir.
Sultanların yanında bulunanlar da her zaman Behlül Dânâ olamaz.
Bazıları onlara özenerek, etrafında birtakım Behlül'ler bulundurabilir.
Lakin onların şapkası yoktur.
Dânâ bulmak her sultana nasip olmaz.
kaynaklar
https://www.yeniasya.com.tr/elif/bir-hak-asigi-behlul-dana-hazretleri_106541
https://www.yenisafak.com/yazarlar/mehmetseker/behlul-dnudan-hrn-redue-nasihatler-2029802
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/vehbi-tulek/462387.aspx
https://cahidesultan.net/2009/12/16/behlul-i-dana-hikayeleri/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.