23 Kasım 2019 Cumartesi

İSLÂMA GÖRE ÖRTÜNME İskilipli Atıf Hoca Tesettür-i Şer’î









İnsanları cehâletin/inançsızlığın ve azgınlığın karanlıklarından çıkarıp iman ve ilim nuruyla aydınlatmaları için, onlara peygamberleri gönderen Allah’a hamd olsun.

Dünya nizamını ve âhiretteki cehennem azabından kurtulmanın yollarını en güzel şekilde açıklayan Âdemoğullarının Efendisi’ne, onun ehl-i beytine ve ona iyilikte, güzellikte ve doğrulukta uyan ashabına salât ü selâm olsun.

Tâbiînin büyüklerinden Sa’îd b. Cübeyr Hazretleri diyor ki:

“Arap kadınları, İslamdan önceki câhiliyet devrinde, başlarına çar yani başörtüsü örtüp iki omuzları arasından arkaya doğru sarkıtarak, gerdanlarını tamamen, göğüslerinin (çene altının) da bir kısmını açık bırakırlardı. O asırda kadınların diğer bir âdetleri de süslenerek evlerinden çıkıp, iyi veya kötü kim olursa olsun, yakını olmayan yabanca erkeklerle çekinmeden görüşüp konuşmalarıydı.

Bu iki câhiliyet âdeti, İslâmiyetle şereflendikten sonra da Medine-i Münevvere’de örtü âyeti nâzil oluncaya kadar devam etmiştir.”

Buhâri-i Şerifi şerh eden/açıklayan Aynî Merhum diyor ki:

“İslamın ilk yıllarında Hazreti Peygamber’in temiz eşleri de İslamdan önceki arap kadınlarının âdet ve kıyafetleri üzere hareket ederlerdi. Hazreti Ömer radıyallâhü anh, yabancıların onlarla eskiden beri gelen âdetlerine göre görüşüp konuşmalarından rahatsız oluyor, “Yâ Resûlallah! Nâmahrem (yakınları olmayan) kimselerin zevcelerinizle böyle konuşmaları uygun değildir. Bunlara tesettürü emir buyursanız” diyor ve bu sözlerini arada bir tekrarlıyordu.

Peygamberimiz ise tesettürün birçük faydaları olduğunu bildiği halde, bu meseleyle ilgili henüz ilâhî bir emir gelmediği için, ona hiçbir şey söylemiyor ve Allah’dan gelecek vahyi bekliyordu.

Hicretin dördüncü senesinin Zilkâde ayına kadar, Müslümanlar arasında câhiliyet devrinin bu kötü âdeti devam edip durdu.

Nihayet bu tarihte hicab/örtünme âyetleri geldi ve bu kötü âdetleri yıkıp kaldırarak birçok faydaları olan iki çeşit tesettür farz kılındı:

Birincisi, her kadının büluğa ermesiyle beraber, başından itibaren bütün bedenini kapatacak geniş bir elbise –çarşaf- ile vücudunu tamamen örtüp, kendisine nikâhı düşmeyecek kadar yakını olan erkeklerden başka hiçbir erkeğe, şer’an izin verilen yerlerinden fazla hiçbir organını göstermemektir.

İkincisi de, meşrû/normal bir ihtiyaçları olmadıkça evlerinden çıkıp yabancı erkeklerle karışık olmamaktır.

İslam dini, müslüman kadınlara Ahzab sûresinin 59. ve Nur sûresinin 31. âyetleri ile birinci çeşit tesettürü farz kılmıştır.

Ahzab sûresinin 59. âyetinde şöyle emrediliyor:

“Ey Nebî! Zevcelerine, kızlarına, mü’minlerin zevcelerine de ki; cilbab yani çarşaflarını üzerlerine yaklaştırıp yani giyip onunla örtünsünler.”

Nur Sûresi’nin 31. âyetinde de şöyle emrediliyor:

“İslam dinini kabul ve ona iman etmiş olan kadınlar, ihtiyaç ve zarûretten dolayı görünen uzuvlarından başka zînetlerini/zînet mahallerini açmasınlar ve baş örtüleriyle, boyun, gerdan ve göğüslerini örtüversinler.”

İslam dini, böylece câhiliyet zamanından kalma âdetlerden birini yıkıp ortadan kaldırmış ve kadınlara lâyık oldukları hürmeti lütfederek, onları değersizlikten ve kötü kimselerin saldırılarından korumuştur.

Hakkında nas (âyet, hadis gibi kesin delil) olmayan şeylerde örf ve âdetlere önem verilirse de, nassa (âyet ve hadislere) zıt olan şeylerde örf ve âdetlere yani insanların âdet ve alışkanlıklarına önem verilmez. Dolayısıyla, dini delillere zıt olduktan sonra, ister önceden beri yapılıyor olsun, isterse sonradan meydana çıkmış olsun, bütün örf ve âdetler, dinen hükümsüzdür, bâtıldır ve yok hükmündedir.

Müslüman milletler arasında görülen her türlü kötülükleri ve tesettürsüzlük/açık-saçıklık alışkanlığını İslam dini kesinlikle reddeder.

İslâmî hükümler, alışkanlıklara ve insanların yaptıklarına göre değerlendirilmez, ama insanların yaptıkları İslâmî hükümlere göre değerlendirilir. Bir şey hakkında hüküm vermek için, onun İslama uygun olup olmadığına bakılır. O şey, İslama uygunsa güzel, değilse kötü ve yasaktır.

Ebû Seleme radıyallâhü anhâ Vâlidemiz’den rivâyet olunuyor:

“Cilbablarını (dış örtülerini) üzerlerine alsınlar” meâlindeki Ahzab sûresinin 59. âyet-i kerimesi nâzil olunca, ensar ve mühâcir kadınları Allah’ın emrine yapışıp hemen şeriatın istediği şekilde örtünüverdiler. Bir ihtiyaç için evlerinden çıktıkları zaman da ağır başlı ve vakarlı hareket ederler, üzerlerine siyah renkli elbise giyerlerdi.”

Şeriatın emrettiği tesettürün aslı ve esası, âyetlerle emredilen kesin bir hükümdür. Böyle olduğu hakkında İslam âlimleri görüş birliği içindedirler. Tesettürün nasıl olacağı hakkında ise ashâb-ı kirâm ve müctehid âlimler arasında değişik görüşler vardır.

İslam âlimlerinin büyüklerinden ve Hanefî fıkıh âlimlerinin seçkinlerinden Alâüddin Ebûbekir bin Mes’ûd el-Kâsânî Hazretleri, Bedâyiu’s-Sanâyi’ isimli eserinde diyor ki:

“Âyetteki, “Zînetlerini açmasınlar” emrindeki “zînet” iki kısımdır. Birisi görünen zînet, diğeri görünmeyen zînettir.

Görünen zînetler; sürme, parmaktaki yüzük, kına, ayaktaki gümüş halkadır.

Görünmeyen zînet; iç başbağı, saçbağı, küpe, göğüs, gerdandaki takı, inci vesaire, bilezik, bazubend, bacak ve incikteki halhaldır.

Âyette açılması yasak edilen ise, zinetlerin kendileri değil vücuttaki takıldıkları yerdir. Zira zînetin kendisi sokaklarda herkesin gözü önünde zaten alınıp satılmaktadır.

Âyet-i kerimede, ayırım yapılmadan sadece “zînet” kelimesi geçtiği için, bu kelime görünen-görünmeyen zinetlerin her iki kısmını da içine alır. Şu halde, “Zînetlerini açmasınlar” emrince, İslam dinini kabul ve ona iman etmiş olan kadınların, yakınları olmayan erkeklerden, üzerlerindeki hem görünen hem görünmeyen zinetlerinin yerlerini açmaları yasaktır. “İhtiyaç ve zarûretten dolayı görünen uzuvları müstesnâ” buyurulduğuna göre de görünen zînetlerin bulunduğu yerler yani yüzler ile ellerin açık olmasına izin verilmiştir.

Bedâyi’ ve Kifâye isimli eserlerde şöyle deniliyor:

İhtiyaç ve zarûretten dolayı kadınların yüzleriyle elleri, görünmesi yasak olan avret yerleri hükmünden çıkarılmıştır. Çünkü bir kadın alış-verişe, herhangi bir şeyi alıp vermeye ve diğer bazı işler yapmaya muhtaç oluyor. Bu da ancak görünen zînet olan yüz ve ellerin açık olmasıyla yapılabilir.

İşte bundan dolayı, kadınların sadece yüzleriyle ellerinin açık olması helal kılınmıştır.

Nitekim, Hazreti Ali kerremallahü vechehû Efendimiz ile İbn-i Abbas Hazretleri, “İhtiyaç ve zarûretten dolayı görünen uzuvları müstesnâ” cümlesiyle, açılmasına müsaade edilen organların, ancak görünen zînet olan yüz ile eller olduğunu” söylemişlerdir.

Hanefi mezhebinin hükmü de böyledir. Nitekim İmam-ı Azam Hazretleri’nin mezhebince, yüzler ile eller ve bir rivayete göre ayaklar hem namazda, hem de bakmak konusunda avret değildir, (açık olmaları câizdir.) Bu organların açık olması haram olmadığı gibi, yabancı bir kadının bu organlarına şehvet olmaksızın bakmak da haram ve yasak değildir.

Ancak, bakmanın şehvete sebep olacağı kesinse veya şehvet meydana gelme ihtimali varsa, yabancı kadınların el, yüz ve ayaklarına bakmak bile, şer’an haram ve yasaktır. Zira “El-aynâni yezniyân / Gözler zina ederler” hadis-i şerifince, şehvetle bakmak bir nevi zinadır.

Fıkıh âlimleri şöyle diyorlar:

“Kadınların yüzleri hâriç, kulakları, saçları, boyunları, gerdan ve göğüsleri, bilekten yukarı kolları, ayak topuklarından yukarı incik ve bacakları ve diğer organları tamamen avrettir/açılması dînen haramdır.

Hatta normal konuşmaları sırasında sesleri yasak değilse de, nağmeli/makamlı olursa sesleri de avrettir. ( Başkalarına duyurulması ve başkaları tarafından dinlenilmesi haramdır. )

Netice:

Bir kadının yakını olmayan erkeklere yukarıda sayılan organlarından birisini açması ve göstermesi dînen haram ve yasaktır.

Yabancı erkeklerin de, kadının bu organlarından birine şehvetli olsun şehvetsiz olsun, bakmaları haram ve yasaktır.

Yakını olmayan genç kadınların yüzleriyle ellerine dokunmak veya onlarla tokalaşmak da haramdır.

Mecbûriyet halinde kadınların el ve yüzlerine bakmak helâldir. Fakat dokunmakta bir mecbûriyet yoktur. (Onun için dokunmak câiz değildir. Tokalaşmak da dokunmak olduğu için haliyle o da câiz değildir.)

Çünkü, dokunmak şehveti harekete geçirmek bakımından bakmaktan daha tesirlidir. Daha hafif olan bir işin/bakmanın günah olmaması, ondan daha ileri olan başka bir fiilin/dokunmanın da câiz olmasını/günah olmamasını gerektirmez.

(Aksine yasak olmasını gerektirir.)

Fitne korkusu olmadığından, şehvetten kesilmiş ihtiyar kadınlar ile müsâfaha yapmakta/ ellerini tutmakta şer’an beis yoktur.

Hazreti Aişe radıyallahü teâlâ anhâ Vâlidemiz, âyetteki “İhtiyaç ve zarûretten dolayı görünen uzuvları müstesnâ” ifadesiyle açılmasına ruhsat verilenin, “Kadınların ancak birer gözleri olduğu” ictihadında bulunmakta ve bunu şu şekilde izah etmektedir:

“Yabancı kadınlara bakmanın haramlığı, fitne meydana gelme korkusundandır. Halbuki, kadınların bütün güzellikleri yüzlerindedir. Bir kadının yüzüne bakmak hususundaki fitne ve fesat ihtimali, diğer organlarına bakmaktan daha fazladır. Buna göre bütün vücudun kapatılması icap ediyorsa da, kadınların yolda yürümeleri zor olacağından, mecbûren birer gözlerini açmalarına müsaade edilmiştir. Zarûretten dolayı verilen bir izin, ancak o zarûretin olduğu yerde geçerli olup genel olarak geçerli olamaz. Dolayısıyla, açılmasına izin verilmesi ancak onunla görülebildiği için göze mahsustur, yani sadece göz açık olabilir.”

Şu halde, Hazreti Aişe’ye göre kadınların birer gözlerinden başka hiçbir organlarını açmalarına dînen izin yoktur.

Tesettür hususunda, İmam Şafiî Hazretleri’nin mezhebi Hazreti Âişe’nin sözüne dayanır. Çünkü Zevâcir isimli kitapta deniliyor ki, “Şâfiî mezhebine göre kadının yüzünün tamamı, iç ve dışıyla bileklere kadar elleri, bakmak bakımından avrettir/yasaktır, açılamaz. Dolayısıyla, yabancı erkeklere karşı ellerin kapatılması vâciptir.

Fakat eller namaz hakkında avret değildir. Namazda açılmasıyla namaz bozulmaz.”

Yüz meselesi hakkında, Şafiî’nin “Yüzün kapatılması şarttır” sözü azîmet (yerine getirilmesi şart), Hanefi’nin “Yüzün açılması câizdir” sözü ruhsat (izin) ve bir genişliktir. Dolayısıyla, Hanefi’nin sözü ile amel olunmak câiz ise de bu konuda Şafiî’nin sözü daha ihtiyatlı ve daha uygundur.

İşte bundan dolayı, Hanefî mezhebine mensup müteahhirîn âlimleri, fitneye sebep ve fuhşa öncü olması ihtimalinden dolayı, genç kadınların yüzlerini açmaları yasaklanıp peçe örtmek usulü getirilmiştir.

Şehvetten kesilmiş ihtiyar kadınlar için bu hüküm geçerli değildir.

Yukarıdan beri verilen bilgilerden başka ilave olarak şöyle diyebiliriz:

İmam Şâfîi; “Gözün birinden başka, yüzün tamamının kapatılması lâzım olduğuna” hüküm vermiştir.

Hanefiler ise, “Saç, kulak, çene altı, boyun, gerdan ve göğsün tamamının kapatılması lâzım ve vâcip olduğuna…”

“Çenenin üstünden altına varıncaya kadar, yüzün tamamının ve gözlerin kapatılmasının şart olmadığına ve bu kısımların açık olmasının câiz olduğuna…”

Müteahhirîn Hanefî âlimleri, fitneye sebep olmak ihtimali bulunduğu için, yalnız genç kadınların ihtiyaten yüzlerini kapatmaları îcap ettiğine hükmetmişler, yüzün kapatılmasının nasıl olacağı hakkında ise” farklı görüşler vardır.







Sahâbe-i kirâmın hepsi ve bütün müctehid âlimler, tesettür emrinin kaynağının Kur’ân-ı Kerim ve hâdîs-i şerîfler olduğunda, buna inanmanın kesin bir vâcib/farz olduğunda söz birliği içinde olup, hepsi de eksiksiz aynı kanatta bulunmaktadırlar.

Dolayısıyla, diğer farzlar gibi tesettür de kesin farz olduğundan, bunu inkâr eden Müslümanlık dâiresinden çıkar. İslamın aslını kabul etmekten vazgeçmiş olacağından küfre düşer/kâfir olur.

Tesettüre riayet/dikkat etmeyip açık-saçık gezen kadınlar da günahkâr olup, bu hareketlerinin karşılığında azabı hak etmiş olurlar.

Peygamberimiz’in şeriatı, tesettürün şeklini şu şekilde hükme bağlamıştır:

Büluğa erdiğinden itibaren, her kadın dînen açılmasına müsaade edilen organı hâriç, başından topuklarına kadar bütün bedenini bürüyecek bir dış elbise giymelidir. “Görünüşte giyinik, gerçekte çıplak olan kadınlara Allah lânet etsin” hadis-i şerifince, kadının giydiği elbise, organlarını belli edecek şekilde dar ve ince olmamalıdır.

Vücut hatları belli olacak şekilde dar ve ince elbise ile yabancı erkeklere arz-ı endam eden kadınlar, gayr-i Müslim kadınların düştükleri aşağılığa düşmüş olurlar. Böyle kadınlar, İslamın kendilerine bahşetmiş olduğu hürmeti yırttıkları için, şeriat lisanında lânete uğramışlardır.

Buna kıyaslanınca, büsbütün açık gezen kadınların şeriat nazarında ne derece lânete hedef oldukları daha iyi anlaşılmaktadır.

Bir de, Ümmü Seleme radıyallâhü anhâ Vâlidemiz’den rivâyet edilen hadis-i şerife göre, kadın elbisesinin topuk kemiklerinden kısa, yerde sürünecek derecede de uzun olmaması şarttır.

İşte tesettürün şekli hususunda İslam’ın görüşü budur.

Elbisenin biçimine gelince:

İslam’da buna dair açıklık bulunmadığından yukarıda açıklanan şartlara uymak şartıyla, kadınların zevkine bırakılmış olduğu anlaşılmaktadır.

TESETTÜRÜN İKİNCİ KISMI

“Mukaddes kitabımızda buyuruluyor ki:

“Evlerinizde oturun. İslamdan önceki câhiliye devrinde (kâfir kadınlarının) süslendiği gibi açılıp saçılıp kırıtmayın. (Süslenip sokağa çıkarak yabancı erkeklere karışarak ve onlara zinetlerinizi göstererek ve güzelliklerinizi arz etmek üzere salınarak gezmeyiniz)” (Ahzab sûresi, âyet: 33)

Aynı sûrenin 53. âyetinde ise şöyle buyuruluyor:

“Resûlüllah’ın temiz zevcelerinden bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyiniz. İşte bu sizinle onların kalpleri için (şeytanın vesveseleri ve diğer fitnelerden) en iyi temizliktir.”

Bu mübârek âyetlerde, Müslüman kadınların yakınları olmayan erkekler ile beraber bulunmaları yasaklanarak tesettürün ikinci kısmı farz kılınmış ve İslam dini câhiliyet âdetlerinden birisini daha yıkıp ortadan kaldırmıştır.

Böylece, İslamdan önceki günahlar icrâ edilerek ve câhiliyet zamanında yaşanan kötü alışkanlıkları yeniden hayata taşıyarak tekrar bir câhiliyet devri meydana getirmenin yolu kapatılmış ve bu yol şiddetle yasak edilerek böyle bir kötülüğün önüne geçilmiştir.

Yukarıdaki âyet-i kerimedeki emir, zâhiren/görünüşte Peygamberimiz’in temiz zevcelerine mahsus gibi ise de öyle değildir. Âyet-i kerimede hâssaten/özellikle onlar zikredilmekte ise de âmmeten/genel olarak bütün Müslüman kadınlar kastedilmiştir. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’in bu hükmü, İslam dinini kabul eden her kadını bağlamaktadır.

Ahzâb sûresinin yukarıda meâlini okuduğunuz 53. ayet-i celîlesi nâzil olduğu zaman, kadınların baba ve oğul gibi yakınları olan erkekler Resûl-i Ekrem Efendimiz’e gelerek, “Yâ Resûlallah! Biz de kızlarımız, analarımız, kız kardeşlerimiz olan yakınlarımız ile perde arkasından mı konuşacağız?” diye sordular.

Onların bu suâllerine cevap olmak üzere Nur sûresinin 31. âyet-i kerimesi nâzil oldu. Bu âyet-i kerime, kadınlara yabancı sayılmayan ve yakınları olan erkeklerin kimler olduğunu bildirmektedir. Âyet-i kerimenin beyanına göre, kadınlar aşağıda sayılan 13 sınıf erkekle bir yerde beraber bulunabilirler ve onların yanındayken yabancı erkeklere karşı örtündükleri gibi örtünmeyebilirler.

O erkekler şunlardır:

1. Kocaları.

2. Babaları.

3. Kayın pederleri.

4. Oğulları.

5. Üvey oğulları.

6. Kardeşleri.

7. Erkek kardeşlerinin oğulları (Yeğenleri).

8. Kız kardeşlerinin oğulları (Yeğenleri).

9. Köleleri.

10. Şehvetten kesilmiş ve erkekliği kalmamış olan ihtiyarlar.

11. Henüz şehevî meseleleri bilmeyen ve büluğ çağına ermemiş olan çocuklar.

12. Dayıları.

13. Amcaları.

Kadınların işte bu 13 sınıf erkekle beraber bulunmalarına, görünen ve görünmeyen zînetlerini ve o zînetlerin takıldığı yerlerini onların yanında açık bulundurmalarına müsâade edilmiştir. Çünkü bu derece yakınları olan kimseler arasında karşılıklı ziyaretler, görüşüp konuşmalar, hizmet ve daha başka işler için beraber ve bir arada bulunmak mecbûriyeti vardır. Bu durumlarda da kadınların zînet ve takılarının ve vücudun zînetlerin takıldığı kısımlarının devamlı olarak kapalı olması, açılmaması ve göstermekten korunması zor ve imkânsızdır.

İslam dininde, insanlar yapamayacakları ve zorlanacakları şeylerden sorumlu tutulmamışlardır. Dolayısıyla yukarıda sayılan 13 kısım erkekler karşısında, kadınların görünen ve görünmeyen zînetlerinin açık olması helâl ve câiz olduğu gibi, kadınların bu zînetlerine yukarıda sayılan 13 kısım erkekten 12’sinin şehvetsiz olarak bakması da helâl ve câiz kılınmıştır. Sadece birisinin yani sayılanların birincisinin şehvetle bakması câizdir; o da kocasıdır. Bunu söylemeye zaten lüzum da yoktur.

Çünkü şehvetle dokunmak ve bakmak bir nevi zinadır. Bunun, birbirlerinin yakınları olan erkek ve kadınlar arasında meydana gelmesi ise daha fecîdir.

Onun içindir ki, İslam dini, kadınların sadece yukarıda sayılan 13 sınıf erkekle beraber ve bir arada bulunmalarına izin vermiştir. Gerek tenha, kimsenin bulunmadığı ve gerekse insanların bulunduğu yerlerde, kadınların bu 13 sınıftan başka erkekler ile bir arada bulunmaları şer’an/dînen yasak ve haramdır.

Şu kadar var ki, kadınların icabında şahitlik yapmaları gerektiği gibi, mecbûrî durumlarda ihtiyaç olduğu kadar, yabancı erkeklerin bulunduğu yerde bulunmalarına şer’an/dînen izin verilmiş, daha fazlası ise haram kılınmıştır.

Netice:

İslam dinini kabul ve ona iman etmiş olan genç kadınların, yabancı yani şer’an/dînen aralarında nikah câiz olan erkekler ile han, otel, apartman, mektep, dersane, hükümet dâireleri, bağ, bahçe, ziyafet sofraları, çarşı ve pazar gibi yerlerde, bir mecbûriyet olmadan bir arada bulunmaları şer’an/dînen haram ve yasaktır.

Kocasının vakti ve durumu müsait değilse, evin iç işleri evin hanımına ait ise de, evin dışındaki işler esasen kadının vazifesi değildir. Bununla beraber kocasına bir yardım olarak veya ihtiyaçtan dolayı, kadınların kocalarına ve yakınları olan erkeklere evin/ailenin dış işlerinde hizmetlere ortak ve yardımcı olmalarına şer’an/dînen müsâade verilmiştir.

Kısaca söyleyecek olursak:

Ziraat işlerinde kadınların kocalarına ve yakını olan diğer erkeklere yardımcı olmalarında bir beis yoktur. Tesettüre dikkat etmek, fitne ve fesattan emin olmak şartıyla, kadınların nehirlerde çamaşır yıkamalarında, kuyudan, çeşmeden, nehirden su getirmelerinde, hayvanları merâya sürmelerinde, merâdaki hayvanları sağmalarında, bağ-bahçe ve bostanlarında çalışmalarında ve oraları beklemelerinde de beis yoktur. Çünkü bu gibi işler dinen yasak değildir.

Şunu da arz edeyim ki, yakını olmayan erkeklerle bir arada bulunmamak şartıyla, genç kadınların kadınlara ait yerlerde kendileri gibi kadınlardan veya yakınları olan erkeklerden veya şehvetten kesilmiş ihtiyar ve şehvetten kesilmiş kimselerden ilim ve sanat öğrenmelerinde ve kendilerinin imalâthanelerinde sanatlarıyla ilgili iş yapmalarında dînen bir yasak yoktur.

Sevgili Peygamberimiz’in temiz şeriatının hükümleri, insanlar arasında meydana gelmesi muhtemel olan her türlü şer ve kötülükleri, fesatları ve zararları mümkün olduğu kadar gidermek üzerine bina kılınmıştır.

Erkeklerle kadınların birbirleriyle aynı yerde bulunmaları ve her birinin diğerine çekinmeden bakmaları, aralarında ilgi ve alâka, aşk ve muhabbet meydana getirip, şehveti harekete geçirdiğinden, bu beraberlik çoğunlukla gayr-i meşrû sonuçlara sebep olur. Onun için, şer’î/dînî hikmet bu kapının kapanmasını ve böyle şeylere engel olunmasını gerektirmektedir.

O bakımdan mübârek İslam dini fuhşu yasakladığı gibi, insanı fuhşa götüren sebepleri de yasaklamış ve daha önce işaret edildiği gibi iki çeşit tesettürü ( vücudun kapatılmasını ve erkeklerle kadınların bir arada bulunmamalarını) farz kılmıştır. Şerefli İslam şeriatı tarafından, işlenilen fuhşun cezası olmak üzere, hadler (cezalar) ve ta’zir cezaları konulduğu gibi, fuhşa götüren yolları kapatmak üzere de tesettür emrolunmuştur. Ta ki bu vesileyle bu hükümler tamamen tatbik edilmek şartıyla Müslümanlar arasında fuhşun mümkün mertebe kaldırılması ve giderilmesi temin edilmiş olsun. “İnsanlar arasında fuhuş olmamasının yolu, had ve ta’zir cezalarıyla ve tesettür ile değildir.

Ancak ilim, terbiye ve ahlâkın düzeltilmesiyle olabilir” şeklindeki gelecek itiraza cevap olmak üzere şöyle deriz: Fuhşa götüren ve ona sebep olan şeyleri, medeniyet icabı diyerek doğru görmek doğru bir görüş değildir. Çünkü görüldüğü gibi, medeniyet denilen şimdiki hayatın doğurduğu ahlâk ve genel terbiye, esâsen insanlardan fuhşun kaldırılmasını ve yok edilmesini değil, aksine yayılmasını ve genelleşmesini doğuruyor. Zira insanın kalbine Allah korkusunu yerleştiremeyen her çeşit ilim ve terbiye, insanları her türlü şer ve kötülüklerden alıkoyacak güzel bir ahlâk doğurmaz.

İnsanların kalbinde Allah korkusunun yerleşmesine sebep olan İslamî terbiye ve dinî ahlâk, insanlar arasında fuhşun yok olması ve kötülüklerin ortadan kalkması için yegâne âmil ve tek sebep olabilir. Ama insanın yaratılışında bulunan gadap ve şehvet sıfatını herkeste normal hale getirip daima o vaziyette bulundurmanın tabii ki imkânı yoktur. Onun için herkesin ahlâkını tamamen temizlemek mümkün değildir ki, yalnız bu yolla insanlar arasında fuhş ve kötülükler hepten yok edilebilsin!.. Evet, ahlâkı düzeltmek de fuhşu yok etmek için bir yoldur.

Fakat bu, herkes için değil sadece bu değere sahip olan nâdir kimseler için geçerlidir. Târihî gerçekler bize gösteriyor ki, her asırda insanların pek azı güzel ahlâka sahip olup çoğu bu güzel halden mahrum kalmışlardır. Onun için geçen asırların hiçbir zaman fitne ve fesattan tamamen ve yüzde yüz temiz kaldığı görülmüş değildir. İşte sadece ahlâkı düzeltmek yoluyla düzelmeyen insan topluluklarının çoğunu maddî vâsıtalarla doğru yola getirmek ve onları doğruluk yolunda zorlamak üzere, peygamberlerin şeriatları had ve ta’zir cezaları getirmiş, akıl sahipleri de cezâ kanunları koymuşlardır.

İşte tesettür emri de mâddi vâsıtalardan ve fuhşu yok etmenin sebeplerinden biridir. Yani şu demek: Mübârek İslam dininde fuhşu yok etmek ve kötülükleri ortadan kaldırmak için hem ma’nevî hem mâddi vâsıtalar dikkate alınmıştır ki, her ikisinin yükselmesiyle maksat tam olarak temin edilmiş olsun.

İslamın emrettiği şekilde örtünmenin insanlar için birçok fayda ve menfaatleri vardır. Bazıları şunlardır.

1. Kadınları, asıl vazifeleri olan ev işleri ve çocuk terbiyesi ile meşgul olmaya mecbur etmek.

2. Karı kocayı, iş ve vazife taksimine ve hayatta tutumluluğa ve tasarrufa mecbur etmek.

3. İffetli ve namuslu bir erkek, karısının yabancı erkekler ile görüşüp konuşma ve sohbetini gördükçe sıkıntı, vehim ve şüpheye düşer, bu yüzden karısıyla aralarında nefret meydana gelir. Tesettürün bir faydası da âile saâdetini yok edecek hallerin meydana gelmesine engel olmak.

4. Ahlâksızlığın ve fuhşun çoğalmasına ve yayılmasına engel olup iffet ve namus dairesinde aile mutluluğunu temin etmek…

Bunca fayda ve güzellikleri getirdiği için, daha önce anlatılan iki çeşit tesettür, kesin olan farzlardan ve İslamın alâmetlerinden olmuştur. Onun için, ümmet içinden dinin emrettiği tesettüre dikkat etmeyenlere ve söz, yazı ve hareketleriyle tesettürün yok olması için çalışanlara engel olmak ve onları cezalandırmak, insanları yönetmek durumunda olanların dinî vazifelerinin aslıdır.

Bu hususta gevşeklik gösterip vazifelerini ihmal eyleyenler, Allah indinde sorumlu olduklarından dinî vazifelerini yerine getirmedikleri için mânen cezalanırlar ve azâbı hak etmiş olurlar. Müslüman kadınlarına fuhuş vesikası verilmesi, meyhane, kerhâne, barlar, dans mahalleri gibi, şer’an/dînen haram olan yerlere gitmelerine müsaâde edilmesi kesin haram olduğundan, milletin yönetimini üzerlerine almış olanlardan buna müsâade edenler veya bu hususta vurdumduymaz davrananlar, bu yolla işlenen bütün yasakların tamamının günahından Allah huzurunda sorumlu olup büyük bir azaba uğrayacaklardır.

İslamın direklerinden ve alâmetlerinden birinin kaldırılmasına ve yok edilmesine gayret edenlere karşılık vererek, “emr-i ma’ruf ve nehy-i münker/iyilikleri emir ve tavsiye, kötülükleri yasak ve sakındırmak” vazifesini yerine getirmek, durumuna göre her müslümana vaciptir. Bundan başka baba, anne, koca gibi özel yakınlıkları ve sözleri dinlenir durumda olan aile reisleri, kızlarının, karılarının ve diğer aile fertlerinin tavır ve hareketlerini devamlı olarak kontrol altında bulundurup, onları kötülüklere düşmelerine sebep olacak hallerden uzaklaştırmaları icap eder.

Özet olarak: Onları yabancı kimseler ile beraber bulunmaktan, fuhuş ve ahlâksızlıklarıyla bilinen hayâsız ve namussuz kadınlar ile görüşüp konuşmaktan ve yabancı kimseler karşısında tesettürsüz bulunmaktan yasaklayıp engel olmak farzdır. Dolayısıyla, “Hepiniz çobansınız ve başında bulunduklarınızdan sorumlusunuz” hadis-i şerifi gereğince, evlat ve hanımlarına kötü terbiye veren veya bu konuda ihmalkârlık gösteren her şahıs, aile fertlerinin işlediği bütün fenalıktan sorumludur.

İlave olmak üzere şunu da arz etmek isterim: İslâmî tesettür gibi dinî hükümler, esasen alçak medeniyet ve sefih yükselmeyi yıkmak ve yasaklamak üzere konulduğundan, böyle bir medeniyetle birleşmesi mümkün değilse de güzel ve faydalı medeniyete ve hakiki yükseliş ve gelişmeye hiçbir şekilde engel teşkil etmez. Çünkü faydalı medeniyet; faydalı ilimler, eğitim, sanâyi ve ticaret ile dost olur. İslamın emri olan tesettür ise buna mâni değildir.

Resûl-i Ekrem Efendimiz Hazretleri, “İlim öğrenmenin farz olduğu gibi, kazanç için çalışmak da her müslüman erkek ve kadına farzdır” hadis-i şerifiyle, ilmihal derecesinde ilim öğrenmenin ve insanlara muhtaç ve onlara yük olmayacak derecede helâlinden rızık kazanmanın, her Müslüman erkek ve kadına farz olduğunu beyan buyurarak, herkesi şahsî çalışması ile geçinmeye mecbur etmiştir. ( Not: İslamda ev geçimini temin etmek kocanın vazifesidir. Kadının esas vazifesi evinin içindedir. Yani kadınların geçim için çalışmaları, bütün kadınlara emredilmiş değildir. Burada, çalışmadığı takdirde başkalarına yük olacak durumda olan kadınların, onlara yük olmamak için edebe dikkat ederek çalışması gerektiği kastedilmektedir. Yani çalışmaları emredilen kadınlar, kimsesiz, fakir ve muhtaç kadınlardır.

Nitekim bu hususa 2 paragraf aşağıda işaret edilmektedir. Ali Eren ) Bundan başka, mü’minlerin annesi Hazreti Âişe radıyallâhü anhâ, tesettüre ait izin ve ruhsatları dahi kullanmayıp azimetle amel ettiği yani tesettüre son derece dikkat ettiği halde, İslâmî ilimler ve şeriatla ilgili hükümler konusunda ictihâd derecesine ermiş olan sahâbî kadınlardan olduğu için, ashâb-ı kirâm hazretleri dinî meseleleri sormak için ona müracaat ederlerdi. O da perde gerisinden sorulara cevap verirdi. Hicab ve tesettür gibi dinî hükümler, güzel ve faydalı medeniyete mâni olsaydı, kimsesiz ve fakir kadınların şahsî çalışmalarıyla geçinmeleri şer’an farz kılınmaz ve Hazreti Aişe gibi müslüman kadınların meşhurları, kazanmış oldukları üstünlük ve olgunluğa kavuşamazlardı.

Bu vesileyle İslam şeriatına göre kadınlar için edinilmesi meşrû olan ilim ve bilgilerden de bahsetmek isterim.

İslam şeriatına göre, kadınların öğrenecekleri ilim ve bilgiler üç kısımdır:

1 – Vâcib,

2- Mendub,

3- Mübah.

a- Kendisine lâzım olacak kadar inançlarla, ibâdetlerle ve koca haklarıyla ilgili meseleleri öğrenmek, her Müslüman kadına vâciptir / farzdır.

b- Kocalarla nasıl iyi geçinileceği, ev işleri, çocuk terbiyesi, geçimde tutumluluk ve tasarruf gibi faydalı bilgiler ile terzilik, dokuyuculuk, örücülük, ip eğirmek ve bükmek, nakış ve aşçılık gibi, kadınların durumlarına uygun olan güzel işleri öğrenmek her Müslüman kadına mendubdur.

Böyle faydalı işler ile meşgul olan kadınlara, elde edecekleri dünyevî faydalardan başka, âhirete ait faydalar yani sevap da vadedilmektedir. Çünkü “Kadın rabbinin farz kıldığı ibâdeti yerine getirip kocasına itaat eder ve kirmeni ile terşisini (ip eğirilen şeyler) elinde hareket ettirirse (onlarla iş yaparsa), Cenab-ı Allah’ı devamlı tesbih etmiş gibi sevap kazanır. Kirmeni ve iğnesiyle işine devam ettikçe cemaatle namaz kılmış gibi sevap kazanır. Çocukları için yemek pişirdiği zaman küçük günahları dökülür” hadis-i şerifiyle Resûl-i Ekrem Efendimiz Hazretleri, üzerine farz olan ibâdetleri yerine getirdikten başka el işleri ile ve ev hizmetleri ile meşgul olan kadınlara sevap ve mükâfat vaat buyurmaktadır.

c- Koca haklarından herhangi bir hakkın yerine getirilmesine sebep olmamak şartıyla, şahsî ihtiyacını temin ettikten sonra, kadınların fazladan din ilmi, hesap, tıp, mühendislik, tarih, coğrafya gibi ilimleri öğrenmeleri mübahtır.

Fıkıh kitaplarının ana kaynaklarından Hidâye’de beyan olunduğu üzere, hemcinslerini tedavisi için kadınlardan bazılarının tıb ilmini öğrenmeleri meşrûdur. Sihir, tılsım, büyü gibi hem dinî ve dünyevî meselelerde fâydası olmayan hem de sahibine veya başkasına bir nevi zararı dokunan bilgiler ile erkeklerin de kadınların da meşgul olmaları dinen haram ve yasaktır.

Zira İslam dinine göre insanlara gelecek olan zararlara engel olmak vaciptir. Kısa akıllı ve zayıf fikirli kimselerin İslam terbiyesini ve güzel İslam ahlâkını bozmak için İslam inancına sokuşturdukları bozuk şeylere uymak haram ve yasak olduğu gibi, dinin alâmetlerini ihlal edecek her nevi diğer bozuk fikirlere ve kötü hareketlere karışmak, yaşak fiilleri anlatan yazıları okumak ve onlarla meşgul olmak da şer’an/dînen haram ve yasaktır.

İslamı kabul edip, onun hükümlerine inanan mümin erkek ve kadınlar için tesettür hakkında buraya kadar verilen ma’lûmât kâfî görüldüğünden bu risâleye son verilmiştir.

Bizim üzerimize düşen sadece tebliğdir/anlatmaktır. Selam doğru yola uyanlara olsun.”

https://millivesunni.wordpress.com/2018/02/28/kadinlarin-ogrenecekleri-ilim/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.