18 Temmuz 2018 Çarşamba

Namaza yeni başlayanlara tavsiyeler








Günahtan hemen sonra tevbe etmek farzdır. Tevbeyi geciktirmek de büyük günahtır. Bunun için de, ayrıca tevbe etmek gerekir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Allah’a tevbe edin!) [Nur 31]

“Allah, kendisine şirk koşulmasının dışındaki istediği kimselerin bütün günahlarını bağışlar..." (Nisa, 4/116)

(Allahü teâlâ, tevbe edenleri sever.) [Bakara 222]

Peygamber Efendimiz (salat ve selam olsun) buyurdu ki: (Küçük günahlarda ısrar edilirse küçük kalmaz. Büyük günahlara istigfar edilirse büyük kalmaz.) [Deylemi]

(Günahlar kalbi paslandırır, karartır. Kalblerin cilası ise istigfardır.) [Beyheki]

(Mümin, günahını dağ gibi görüp, üstüne düşeceğinden korkar. Münafık ise, burnunun üzerine konan ve hemen uçacak sinek gibi görür.) [Buhari]

(Allahü teâlâ, istigfara devam edeni, her sıkıntıdan kurtarır, her darlıkta bir genişlik verir ve ummadığı yerden rızıklandırır.)[Nesai]

(“Gece şu günahları işledim” diye söylemek, günahı açıkça işlemekten sıkılmamak demektir. Rabbi gece suçunu örtmüşken, sabah Allah’ın kapattığı bu örtüyü kaldırmamalıdır.) [Buhârî]

“Bütün Âdemoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlıları ise tövbe edenlerdir.” (İbn Mâce, Zühd, 30)

“Mü’min günah işlediğinde, kalbinde siyah bir leke olur. Tövbe eder, günahı terk eder ve istiğfar ederse, bu siyahlıktan kurtulur, günah artarsa siyahlık da artar...” (İbn Mâce, Zühd 29)

Bir rivayette de "Nasuh Tövbe" şöyle tarif edilmiştir: "- Günahlara pişmanlık. - Farz ibadetleri yapmak. - Zulüm ve düşmanlık yapmamak. - Kırgın ve küskünlerle barışmak. - Bir daha o günaha dönmemek üzere karar vermek." (bk. Kenzü'l-ummal, 2/3808)

"Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?" diye uzaktan sorarlar. Onlar şöyle cevap verirler: "Biz namaz kılanlardan değildik;” Müddessir Suresi 42-43

"Onlardan sonra öyle bir nesil geldi ki, namazı kılmadılar ve şehvetlerine uydular.", "Onlar yakında gayya kuyusuna gireceklerdir." (Meryem, 59)

Peygamberimiz (s.a.v.) de şöyle buyuruyor: "Bilerek namazı terk eden kişiden, Allah ve Rasulunun zimmeti uzaktır." (Ahmed b. Hanbel, IV, 238, VI, 461 isnadı ile Mekhul'den rivayet etmiştir)

(Namaz dinin direğidir, namaz? terk eden dinini yıkmış olur.) [Beyheki]

Peygamber (a.s.) de şöyle buyuruyor: "Kişi ile küfür arasındaki fark namazı terk etmektir." (Buharî, Neseî, Kutub-i sitte sahibleri ve İmam Ahmed rivayet etmiştir. Neylul'l-Evtâr, I, 291.)

“Her Namaz Kılmayan kafir olmaz, ama kafirler namaz kılmaz.” Ebu Hanife

“Namaz kılan bir toplumun psikolojiye, Zekât veren bir toplumun da sosyolojiye ihtiyacı yoktur....” Cemil Meriç

“İnsan namaz kılarsa, namaz da insanı insan kılar.” Necip Fazıl

Namaz uykudan hayırlıdır. İki rekat Namaz uykudan (yemekten, dünyadan, işten, aileden, okuldan, sinemadan) hayırlıdır

Namaza yeni başlayanlara tavsiyeler

Namaz dinimizin en önemli ibadetidir Ahirette ilk sorulacak amel namazdır Namazı özürsüz kazaya bırakmak büyük günahlardandır keyfi olarak kazaya bırakıp daha sonra kılındığı takdirde namazı kılmamanın karşılığı olmadığını ama yine de kefaret olur umudu ile namaz kaza edilir

kazaya bırakma özürü ancak savaş durumunda ve şuuru yerinde olmayacak kadar hasta olunduğunda geçerlidir mesela oturarak namaz kılabilen birisi namazı kazaya bırakırsa yine namazı terk etme günahı kazanır tekrar belirtelim iş için namaz kazaya bırakılmaz! eğer patronunuz, müdürünüz namaza bir vakit namaza izin vermezse o işi anında bırakın rızık Allah’tandır kafire münafığa boyun eğmeyin

Namazı düzgün ve bilinçli kılabilmek için kendimizi namaza göre ayarlamalıyız

unutulmalıdır ki namazı ilk vaktinde kılmak önemlidir ve sağlık engeli olmayanlar ve durumu müsait olanların her vakitte abdest almaları daha güzeldir özellikle tv izledikten sonra abdesti tazelemeden namaz kılmayın çünkü tv izlediyseniz %99 harama bakmışsınız demektir ki namazı düzgün ve huşulu kılmanın şartı için zihin temiz olmalıdır

namaz ile bilmeniz şart olan özellikle cemaatle kılınan namazlarda gördüğüm hatalar şunlardır;

erkeklerde sırt açılması( sırt açıldığında namaz bozulmuştur kazası gerekir) bunun tedbiri tişört içine atlet giymektir yada uzun bir gömlek giyip pantolonun içine sokarsanız gömleği bu sorunda kurtulabilirsiniz

ağız kokusu ( özellikle taze sarımsak ve soğan yiyenlerin camiye gitmemeleri hadiste bildirmişken ve gittiğiniz zaman sevaptan çok rahatsız ettiğiniz insan sayısınca kul hakkına girdiğinizi bilin) tabi ağız kokusundan daha kötü olan şeyden sigara kokusudur sigaranın haram olduğu konusunda çok sayıda fetva vardır ilk fırsatta sigarayı bırakın eğer içiyorsanızda içtikten sonra ağzınızı temizledikten sonra yeniden abdest alarak namaz kılın

unutmayın ki kul hakkını Allah affetmiyor! ibadetten önce insanın çevreye zarar vermemesi Müslümanlık görevlerindendir

mutlaka camide çorap giyin belki sizin ayağınızda sorun olmayabilir ve belki çorap giymediğiniz için mantar tarzı hastalık kapabilirsiniz

yine hatırlatalım ayağınızdaki mantarı çorap giymediğiniz için başka insana bulaşmasına vesile olduysanız kul hakkına girdiniz demektir

ve çok önemli camide dünya hakkında konuşmayın özellikle cep telefonuna cevap vermek için bile cami içinde açmayın telefonunuzun sesini mutlaka kısın bakın bunları küçük sanmayın bunların hepsi kul hakkına neden olmaktadır

günümü genelde şu şekilde yaşamaya çalışıyorum size örnek olsun diye burada açıklamak istiyorum sizin aynen yapmanız gerekmez tabi ama en azından kendinize göre bir program yapmanızı ve hayatınızın tüm anını düzgün dikkatli programlı istikrarlı yaşamanızı tavsiye ederim

güne geceden başlayalım

ben ankarada oturduğum için bu saatlari yazıyorum siz kendinize göre uyarlama yapın

22:00 yemek yemeyi bırakın su hariç hiçbir şey yiyip içmeyin bu gece 12 de uyuyabilmeniz için iki saat önce yemeyi bırakmanız gerektiği içindir sağlık için de zaten bunu yapmanız gerekir

23:00 tuvalete gittikten sonra abdest tazeleyip yatsı namazını kılın ;

yatsı namazı ertelenebilir hatta yatsı namazını kıldıktan sonra konuşmadan yatmak hadisle tavsiye edilmiştir onun için ben yatmadan önce yatsıyı kılıyorum

kaza borcu olanlar daha önce hesaplamadılarsa erkekler 15 yaşından kadınlar 12 yaşından itibaren kılmadığı namazları hesaplasın ve kaza borcunu biteceği tarihi gizli ama unutmayacağı bir yere yazsın

burada şunu belirteyim kadınlar ayda 23 gün borç olarak hesapladığın da erkekten 3 yıl önce başlasa bile yaklaşık aynı süre çıkması da güzel bir ayrıntıdır

kaza borcu olanlar şöyle kılmalıdır yatsıdan önceki dört rekat sünnet yerine geçmişte kılınmayan yatsı kazası kılınır

yatsıdan sonraki iki rekatlık sünnet yerine ise iki rekat sabah namazı farzının kazası kılınır

vitir ve farz normal olarak kılınır

her farz namazdan sonra ayetel kürsi okumak güzeldir ve yatsıdan sonra amener resulu okumak yine hadisle tavsiye edilmiştir

daha sonra 4 ila 10 sayfa arasında kuran meali okuyun kuranı yüzünden okumak sevaptır tabiki ama anlayarak okumak daha güzeldir

kurandan sonra isteyen tespihat yapabilir her vakit olmasa bile özellikle yatsıdan sonra tespihat yapmak diğer vakitlerden daha çok tavsiye edilmiştir yine bu konuda hadis vardır

yatmadan önce son yapacağınız şey ise 3 kere ihlas , felak nas sureleri okunduktan sonra hemen ardından bir fatiha okuyup elle yüzden sonra bütün vücüd mes edilir yani el içi vücuda sürülür bu konuda yine hadisle tavsiye edilmektedir konu uzayacağı için hadisleri yazmıyorum inşallah okudukça bu hadislerle karşılaşırsınız

yatağa yattıktan sonra “Allah’ım yarattığın bütün mahlukatın şerrinden eksiksiz kelimelerine sığınırım” duası okunur ve mümkünse abdestli yatmaya çalışın

abdestli uyurken ölenin şehitlerden sayıldığını unutmayın

ayrıca abdestli yatmak gece kalkmayı kolaylaştırıyor

yine yattıktan sonra “Allah’ım sabah namazına kalkmama yardımcı ol” dua edilir

telefonuzu imsak vaktine kurmayı unutmayın imsak vaktinden 5-10 dakika sonrası da olabilir

gece mesela şu anda 03:40 da kalktınız hemen abdest alınır (tuvalete mutlaka abdestten önce gidin şeytan namazda “tuvalete git” diye vesvese veremez olur)

abdest aldıktan sonra kadir suresini okumayı unutmayın

ben günde iki gün geçmiş namazlarının kazasını programladım yeni başlayanların nefsine ağır gelmemesi için günde 1 gün kaza namazı kılabilirler ama mutlaka günde 1 günlük kaza namazı kılın zaten sünnetlerin yerine kaza kıldığınızda çok vaktinizi almaz

günde 1 gün kaza kılacaklar ise imsaktan 30 dakika sonra kalkıp en azında sabah ezanı okunmadan 2 rekat nafile namaz kılsınlar bu hem gece namazı yerine geçer hem de sabah dinç uyanmanıza vesile olur yine hadisle bildirilmiş bir konudur

imsak vaktinde kalkanlar 2 akşam farzı kazası 1 öğlen, 1 ikindi ve 1 yatsı kazası kılarlar bunları yaparken de büyük ihtimal sabah ezanı okunmaya başlar

ezan okunmadı ise de bu sırada dini kitap okunabilir veya tespihat yapılır

seher vakti yani imsak vakti yapılan dua inşallah kabul edilecektir

sabah sünneti ve farzı normal kılınır kaza borcu olsa bile sabah sünneti terk edilmez

sabah namazından sonra 100 defa “Sübhanallahi ve bihamdihi

“ duası okunabilir yine hadisle bildirilmiştir

sabah işe gitmek için kalktığınızda duha vakti girmiş ise yani güneş doğduktan 45 dakika sonrası eğer bu vakitte veya 11:30 kadar kalktıysanız

duha namazı yerine 2 günlük vitr kılınabilir (vitir namazı vaciptir kazası da vaciptir onun için kılmak gerekir) bu namazı eğer gücünüz yerinde ise ve hasta değilseniz yemek yemeden kılın

sabah aç karnına bir bardak ılık su içmenin de sağlığa faydası vardır onu da belirtelim:)

öğle ve ikindi namazları yine ilk vaktin de kılınır sünnetleri yerine yine aynı vakitlerin kazası kılınır

akşam namazından sonra sünnet yerine iki rekat sabah namazı kazası kılınır

inşallah bu şekilde bir program yapıp kendinizi alıştırırsanız namaz kılmak zor gelmeyecektir Rabbim yardımcımız olsun
Namaz Surelerinin Türkçe Okunuşları ve Anlamları

http://ilahiogutler.blogspot.com/2018/09/namaz-surelerinin-turkce-okunuslar-ve.html




ayrıca günde en az bir saat dini kitap okumanızı tavsiye ederim

şöyle bir kitap listesi hazırlayalım inşallah faydası olur

kitapları sırasına göre okumanızı tavsiye ederim ( tabi daha önce okumadıysanız)

Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Meali Hasan Karakaya

Kur'an-ı Kerim Türkçe Anlamı Şaban Piriş

kuran mealleri liste harici kuranı günde en 4 ile 10 sayfa arasında okuyalım

1 Muhtasar Terğib ve Terhib İbn Hacer el-Askalani

2 Allah'ın Elçisi Hz. Muhammed'in Hayatı Salih Suruç

3 Sünnet Olmadan Ümmet Olmaz Mahmud Esad Coşan

4 Namazda Huşuya Götüren 33 Etken Muhammed Salih el-Müneccid

5 Dualar ve Zikirler El-Ezkar İmam Nevevi

6 Kur'an Mucizeleri M. Sinan Adalı

7 Hazreti Ebubekir Mustafa Necati Bursalı

8 Kalplerin Keşfi İmam Gazali

9 Haklar ve Vazifeler Mehmed Zahid Kotku

10 Esmaül-Hüsna Şerhi Ayet ve Hadislerle Mustafa Necati Bursalı

11 Riyaz'üs Salihin İmam Nevevi

12 Sevgili Peygamberim Rahim Er

13 Hazreti Ömer Mustafa Necati Bursalı

14 Peygamberler Tarihi M. Asım Köksal

15 Kırk Hadis İmam Nevevi

16 Hazreti Osman Mustafa Necati Bursalı

17 Hazreti Ali Mustafa Necati Bursalı

18 Ömer bin Abdülaziz Adil Akkoyunlu

19 Sünneti Reddeden Kur'an Müslümanlığı İhsan Şenocak

20 Sıfatü's-Safve İbnu'l-Cevzi

21 Hasan Basri Abdurrahman İbnü'l Cevzi

22 Sa'd b. Ebi Vakkas Muhammed Emin Yıldırım

23 Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi Ramuz El-Ehadis

24 Hz. Muhammed'in Hayatı Martin Lings

25 Çöle İnen Nur Necip Fazıl Kısakürek

26 Hz. Yusuf ve Züleyha Mustafa Necati Bursalı

27 Onlar Böyleydi İmam Nevevi


17 Temmuz 2018 Salı

Dünya düzeni İslam’a muhtaçtır










Bugün insan aklı bilimle Allah’ın varlığını kabul etmek zorunda kalmıştır. Gelişen bilim bu dünyanın yoktan var olamayacağını yani bir “Yaratıcının” varlığını kabul etmiştir.


Yaratıcı (Allah) bu dünyayı amaçsız yaratmadığına göre bize düşen ne yapmamız gerektiğini bulmaktır.


Bugün dünyada Allah’ı kabul eden üç din bulunmaktadır. Ancak ilk iki din yahudilik ve hristiyanlık kitaplarını ve dinlerinin ilk şeklini bozmuşlardır hatta her iki din mensupları da peygamberlerini haşa “Allah’ın oğlu” diye tanımlamaktadırlar bu ise Tevhid inancına ters bir düşünce olduğu için artık bu iki dinde batıl dinler arasına girmiştir (aslı batıl değil bozulduğu için batıl olmuştur)


Geriye ise değerlendirilebilecek tek din kalıyor o da İslamdır. İslam’ın değerlendirilmesine yine dinin kitabı olan Kuran’la başlayalım. Kuran bugüne kadar tek harfi bile bozulmadan gelmiş tek kitaptır hatta 1500 yıl öncesinden bozulmadan ulaşabilen herhangi bir kitap yoktur. Aslında bu bile başlı başına bir mucizedir ve İslam’ın hak din olduğunu ispata yeterli bir delildir


Peki Kuran bizden ne istiyor?


Kuran ve peygamberimiz (salat ve selam ona olsun) bizden ilk önce samimi bir iman istiyor


Aslında bu dinin en önemli ve en çok ihmal edilen özelliği samimi bir şekilde inanmaktır


hatta devletlerin yıkılmasının birinci sebebi halkın ve liderinin İslam’la hükmetmemesi ve İslam’ı yaşamayan bir millet olduğu için devletlerin yıkılmasına sebep olmuştur olacaktır.


ben Müslüman oldum diyen kişi ilk önce dış görünüşünden başlayarak içine doğru İslam’ı yaşamakla mükelleftir


İslam’ı tek emrini kabul etmeyen diğerlerini yapsa bile kafirlerden sayılmıştır işte samimiyet burada devreye giriyor yani samimi kişi acaba demeden fakat demeden hatta aklı almasa bile dinin emrini kabul etmek zorundadır


Dış görünüş neden önemlidir? Çünkü şeriata göre bir kişi başka kişinin kalbini bilemiyeceği için dış görünüşü ile hüküm verir


mesela Müslümanlardan ölen bir kişiye başka samimi Müslümanlar iyidir diye şahitlik yaparsa kişinin cennete gitmesi umulur(1) Müslümanlar dinin emir ve yasaklarına uymakla birlikte dışarıdan bakıldığında da bu kişi Müslüman gibi yaşıyor dedirtmelidir burada önemli olan ise desinleri diye değil ama Müslüman olduğu belli olacak şekilde bu dini yaşamalıdır


şöyle bir örnek verelim farz olan zekat mutlaka başka bir Müslüman’ın şahit olacağı şekilde verilmelidir ancak nafile ibadet olan sadaka mümkünse gizli verilmelidir yani zekat açıktan verildiğinde sadaka gizli verildiğinde daha çok sevap kazanmaya neden olur tabiki içine haram ve şirk, gösteriş gibi helak edici şeyler karışmadı ise!


İslam dış görünüşle başlar çünkü helal olan ve kıyafetlerin terki yani çıplaklık toplumu bozan birinci unsurdur


İnsan nefisli olarak yaratılmıştır yani kötüye meyletme özelliğine sahiptir bu imtihanın bir parçası olduğu için kişinin samimi Müslüman olduğunun kanıtı yasaklardan kaçmak ile belli olur


Dikkat ederseniz Hazreti Adem ile Havva’nın ilk suçu çıplak kalmaktır. Çıplaklık melekten üstün insanı hayvandan daha aşağı dereceye düşürerek(2) cennetten kovulmalarına neden olmuştur


Yani tabiri caizse insan “0” sıfır noktasına ulaşmak için ilk önce İslam’ın emrettiği kıyafetleri giymelidir


Bu konuda özellikle kadınlar için büyük bir imtihan meselesidir ( maalesef kadınların büyük bölümü bu suçtan kaybetmektedirler) Kadın yaratılışındaki nefisden dolayı kendini beğendirme isteğine sahiptir. kendini beğendirmek için de en güzel yanlarını ön plana çıkaracak kıyafetler giymek istemekte ve maalesef pek çoğu nefsi için giyinmektedirler. ve tabi olarak nefse yani şeytana uyan kıyafette İslam’a uymuyor.


Bugün kadınlar İslam’ın emrettiği kıyafeti giyse emin olun pek çok sorun kendiliğinden çözülecektir.


Kıyafet sorununu çözdükten sonra İslam’da ibadet kısmı geliyor bu da kişiyi sıfırdan zirveye çıkaracak ameldir, unutulmamalıdır ki kişinin amelinin çokluğundan ziyade samimi bir şekilde yaptığı ibadetler önemlidir.


ibadetler bizzat Kuran’ın yani Allah’ın emirleridir. ibadet inadım diyen ile gerçekten iman eden Müslüman’ı ayırmak için vardır


Namazdan başlayacak olursak öncelikle 5(beş) vakit olduğunu belirtelim bugün maalesef bazı hadis inkarcısı müsteşrikler namazın beş vakit olduğunu bile kabul etmiyor tabi ki namazın beş vakit olduğunu inkar eden dinin 1(bir) hükmünü inkar ettiği için dinden çıkar.


namaz insana her istediğini yapamayacağını söyler


mesela sarhoş birinin namaz kılması kuran ile yasaklanmıştır hatta “içki içenin 40 gün namazı kabul olmaz” diye bir hadis var( bu hadis şöyle anlayabiliriz içki içen kişinin geriye doğru 40 günlük namazı iptal olur doğrusu Allah bilir diyoruz) ancak içki içtikten sonra gerçekten pişman olduktan ve tevbe ettikten sonra içki içmeden önceki kırk günlük namazını kılmış olsa bile kaza etmelidir bu takvaya daha uygundur


yani “hem içki içerim hem namaz kılarım” demek ne kadar aptalca geliyorsa dinin her hükmü aslında böyledir işte samimiyet böyle belli olur yani Mümin namaz kılar, içki içmez


bugün Müslümanlardan yok denecek kadar az kişi domuz eti yemiştir ki hatta devamlı domuz eti yiyen bir Müslümana rastlayamazsınız bu kişi ya bilmeden ya da merak ettiği için yemiştir


bir Müslüman’a “sen domuz eti yedin mi?” diye sorsanız anasına sövülmüş gibi kızar hatta sizi dövmeye bile kalkabilir ama maalesef aynı kişi düşünmeden diye haramları yemekte hatta bundan pişmanlık bile duymamaktadır


domuz eti yemeyen Müslümanlar ondan daha büyük haram olan faizi neden yerler!


Faiz kişinin haşa annesi ile zina yapmasından daha büyük bir günahtır(3) yani çok büyük günahlardan biridir faiz yemek.


Kuran’ın ifadesi ile faiz yiyenler “Allah’a ve resulüne savaş açmışlardır”(4)


faiz’in büyük günahlardan sayılmasının sebebi kul hakkıdır ve toplumun bozulmasının sebeplerinden biri de faiz yani haksız kazançtır


mesela bir tüccar kredi çekerek bir mal alsa o kredi borcunu ödeyebilmek için normalde 10 liraya satacağı ürünü 15 liraya satmak zorunda kalıyor böylece malı fiyatını durduk yerde 5 lira arttırarak hak etmediği bir ücreti müşteriden isteyerek öncelikle müşteriden fazla para alarak müşteriyi kandırmış oluyor işte bu bir kişinin kul hakkıdır


bu tüccar büyük bir şirketin sahibi ise kaç kişiyi kandırdığını siz düşünün ve bunun neticesi olarak malın piyasa fiyatını yükselterek enflasyonun da yükselmesine dolaylı yoldan sebep olarak ekonominin bozulmasına neden oluyor işte burada bir ülkede yaşayan her insanın hakkına girmiş oluyor ki kişi pişman olmadan ve hatta Allah’ın rahmeti olmadan bu günahın hesabını veremez!


ve bankacı boyutuna bakacak olursak 100 lira kredi alıp 180 lira geri ödeyen kişi bankacıya 80 lira para kazandırıyor


bankacı da Allah’ın düzenine savaş açan hainlerden olduğu için daha çok kar yapmak için gelecek sene 100 lira kredi alan kişiden 190 lira istiyor işte bu da ülkedeki faiz oranının artmasına dolayısı ile enflasyona neden oluyor işte masum sanılan bir kredi ülkenin ekonomisine bu kadar zarar veriyor ve yine krediyi veren de krediyi alan kişide bir ülke halkının hakkına giriyor ne kadar büyük bir günah olduğunu umarım anlamışsınızdır!


Yani şunu diyebiliriz ki Allah’ın düzenine savaş açarak faiz yiyenlerin namazı yatıp-kalkmaktan ibarettir


Tesettür hakkında da yine aynı mantıkla şunu söyleyebiliriz peygamberimizin tesettürün hakkını vermeyerek tesettürü oyuncak edenlere “giyinik çıplaklar”(5) diyerek lanet ettiği hadis hatırlayın ve tesettür namaz kılanların yani peygamberimizin lanet ettiği kişilerin namazları da yatıp kalkmaktan ibaret olduğunu sanırım söylemeye gerek yoktur


zina ve fuhuş olaylarına değinmek istemiyorum çünkü bunlar bir kafirin bir ateistin bile ahlaksızlık olarak kabul ettiği çirkin günahlardandır


unutulmamalıdır ki bir günahı büyüten şey kul hakkıdır


çünkü kul hakkını Allah affetmiyor!


Yani bu toplumu gerçekten düzeltmek istiyorsanız İslam’a harfiyen uymak gerektiği bilinmelidir.




(İyiliğine dört Müslümanın şahitlik ettiği mümini Allahü teâlâ Cennete koyar.) [Buhari]


(Bir Müslümanın iyi olduğuna dört komşusu şahitlik ederse, Allahü teâlâ, “Ben sizin şahitliğinizi kabul ettim. Onun bilmediğiniz [kötü] şeylerini de affettim” buyurur.) [Ebu Ya’la]


(Bir müminin cenazesinde, kırk Müslüman bulunursa, Allahü teâlâ o kırk kişiyi bu Müslümana şefaatçi kılar.) [Müslim]



(2) “Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha da şaşkındırlar.” FURKAN Suresi 44. ayeti



(3) İbn Mesud’dan rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz (asm) şöyle buyurdu:


“Faiz yetmiş üç kısımdır / çeşittir. En hafifi kişinin annesiyle zina yapması gibidir...” (Hakim, Müstedrek, 2/43).



(4) “Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Resûlüyle savaşa girdiğinizi bilin. Eğer tövbe edecek olursanız, anaparalarınız sizindir. Böylece siz ne başkalarına haksızlık etmiş olursunuz, ne de başkaları size haksızlık etmiş olur.” BAKARA Suresi 279. ayet



(5) Bana Zuheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr Suheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hurayra'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:


«Cehennemliklerden görmediğim iki sınıf vardır. (Biri) Yanlarında sığır kuyrukları gibi kamçılar bulunup, onlarla insanları döven bir kavim! (Diğeri) Giyinmiş çıplak, sallanarak yürümeyi öğreten kırıtkan, başları Horasan develerinin eğilmiş hörgüçleri gibi bir takım kadınlar! Bunlar cennete giremeyecek, onun kokusunu da duyamayacaklardır. Halbuki onun kokusu şu kadar ve şu kadar uzaktan duyulacaktır.»


(Sahih-i Muslum, Libas, Bab, 34, hadis no : 125, (2128), 1958 , Cennet 53, (2857), 52, (2128); Ahmed b. Hanbel, Musned, 2/355, 440; Kutub-i Sitte, 5933)


"Ümmetimin son dönemlerinde giyimli fakat çıplak bir takım kadınlar olacak, bunların başlarının üstü deve hörgücü gibi bulunacaktır. Bunları lanetleyin, çünkü onlar lanetlenmişlerdir." Başka bir rivayette; "onlar cennete giremez ve cennetin kokusunu bile bulamazlar" ilavesi vardır.


(Müslim, Libas, 125, Cennet, 52; Ahmed b. Hanbel, II, 223, 356, 440)
Resulullah’ın Bahsettiği Giyinik Çıplaklar Kimlerdir?




Toplum İslam’la Düzelir


İslam güzel ahlaktır Herkes kendini düzeltirse toplumda otomatik olarak düzelmiş olur


1- İyiliği emretmek 2- Kötülüğü yasaklamak 3- Anne ve babana iyi davranmak 4- Akrabalarını ziyaret etmek 5- Hastaları ziyaret etmek 6- Kötü arkadaşlarını terk etmek 7- Yetimlere sahip çıkmak 8- Selam vermek 9- Affetmek (ama hataları affedeceğiz ihaneti cezalandıracağız) 10- Güler yüzlü olmak 11- İstişare yapmak (yakınlarına danışmak) 12- Borçlarını yazmak (mümkünse borç yapmamak) 13- Temiz olmak 14- Şahitlik yapmak (haksızlık yapılan kişiye şahitlik yaparak suçlunun ceza almasını sağlamak) 15- Sözünü tutmak 16- İyilikte yarışmak 17- Güvenilir olmak 18- Öfkeli olmamak 19- Yapmayacağın Şeyleri Söylememek 20- Küfür etmemek 21- Zalimleri sevmemek 22- Irkçılık yapmamak 23- Gösteriş yapmamak (özellikle ibadette) 24- İki yüzlü olmamak 25- Alay etmemek 26- Dilencilik yapmamak 27- Aç gözlülük yapmamak 28- Yalan söylememek 29- İçki içmemek 30- Zina yapmamak 31- Faiz (kredi, borsa, kar payı v.b.) yememek 32- Kumar (piyango loto) oynamamak 33- Puta (nazarlık takmak gibi) tapmamak 34- Dedikodu yapmamak 35- Hırsızlık yapmamak 36- Kul hakkı yememek (kul hakkını Allah affetmez hemen helalleşin) 37- İsraf yapmamak 38- Haksızlık yapmamak 39- Cimrilik yapmamak 40- Haksız yere insan öldürmemek (cihad, nefsi müdafaa ve mahkeme kararı bunun dışındadır) 41- Kibirli olmamak 42- Rüşvet vermemek 43- Yaptığın iyilikle övünüp başa kakmamak 44- namaz kılmak (namaz hem ibadet hemde vücudun sağlıklı kalmasını sağlayan egzersizdir 45- Oruç tutmak (oruç hem ibadet hemde en güzel perhiz şeklidir vücuttaki toksinleri atmaya yardımcı olur) 46- zekat ve sadaka vermek 47- Komşuya iyi davranmak (“komşusu açken tok yatan bizden değildir” hadisini uygulasaydı Müslümanlar yeryüzünde kavga biterdi!) 48- okumak


13 Temmuz 2018 Cuma

İslam yaşanması kolay bir dindir, ancak İslami hükümleri kolaylaştırmak küfüre sebep olur





bazı hadis inkarcılarının tuzaklarını açıklamak için iki hadisi ele alarak dinde yapılan tahrifi açıklamaya çalışacağım birinci hadis; “Kadınların tek başına yolculuk yapmalarını” yasaklayan hadistir ikincisi ise; “insan ve hayvan, heykel ve resimlerinin” yasaklanmasıdır

iki konu alakasız olsa bile ortak noktası şudur; bazı hadisler yaparsan sevap alırsın yapmazsan günahı olmayan hadislerdir mesela misvak kullanmak gibi misvak dişlere faydalı olmakla birlikte güzel bir sünnettir her abdestte kullanıldığı takdirde daha çok sevap kazanılır ancak bu hadisin asıl amacı diş temizliği ve ağız kokusunu önlemektir yemekten sonra ağzı çalkalamak kokulu gıda yenildiğinde dişleri fırçalamak sureti ile ağızdaki koku giderilmelidir yani kısaca misvak kullanmazsanız günah olmaz

ancak resim ve kadının tek başına yolculuk yapması konuları ise yasaktır yani dinen haramdır ki yapılmadığı takdirde günah kazanılır hatta bu konuların haram oluşunun inkarı kişiyi dinden bile çıkarabilir işte bu tehlikeye dikkat çekmek için bu yazı yazılacaktır inşallah

“Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün; ‘Keşke Allah’a itaat etseydik, peygambere de itaat etseydik.’ derler.” (Ahzab, 33/66)

1- Kadınların tek başına yolculuk yapmaları neden yasaklanmıştır

"Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar." NİSA Suresi 34. ayeti

“Ey iman edenler, hicret ederek gelen mümin kadınları imtihan edin. Eğer imanlı iseler, kâfirlere geri göndermeyin. Çünkü mümin kadının kâfirle evlenmesi helâl değildir.” [Mümtehine 10]

îbn Abbas (r.a.) dan yapılan rivayete göre, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz'in hutbe irad ederken şöyle buyurduğunu duy­muştur: "Hiçbir (yabancı) erkek, yanında mahremi bulunmay­an bir kadınla tenha yerde başbaşa kalmasın ve kadın ancak beraberinde mahremi olduğu halde sefere çıksın!" Bunun üzerine bir adam şöyle dedi: 'Ya Resulallah! Doğrusu eşim hacca niyet edip çıkmış bulunuyor. Ben ise şu ve şu gazaya gitmek üzere kayıt olunup yazıldım!" Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ona: "Hadi git, eşinle birlikte haccet" buyurdu." (Buhârî, Cihâd, 140; Müslim, Hac, 424)

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Yanında bir mahremi olmaksızın bir kadın üç günden fazla bir (mesafedeki) yolculuğa çıkamaz.” (Muslim, Hac, Bab 74, Hadis no: 417; Ebu Davud, Menasik 2)

Peygamberimiz (salat ve selam olsun) şöyle buyurmuştur:“Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kadının, yanında bir mahremi olmadan sefer müddeti (bir gün bir gecelik mesafeye) yolculuk etmesi câiz değildir.” (Buhari, Taksiru’s-salat , 4 hac, 419, 422, 1088; Muslim, Hac, Bab 74, Hadis no: 1339, 421; Malik, Muvatta, istizan, 37; Ebû Dâvûd, menâsik 2; Tirmizî, radâ 15)

“Bir kadın, yanında kocası bulunmadıkça hac yapmasın” (Şevkâni, Neylu’l-Evtar, C.6, Sf: 491)

Allah Rasûlü (s.a.v) bir gün camiden çıkarken, erkeklerle kadınların birbirine karıştığını görünce, kadınlara seslenerek:“–Çekilin! Yolun ortasından yürümeyin, yolun kenarlarında yürüyün!” buyurdu. Bunun üzerine kadınlar duvara bitişik yürümeye başladılar, öyle ki elbiseleri duvara takılıyordu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 167-168/5272)

Rasûlullah (s.a.v): “Âilesinden başkaları (mahremi olmayanlar) arasında süslenip salınarak yürüyen kadının misali, kıyamet günü karanlığın misalidir. Onun için nûr ve aydınlık yoktur”buyurmuştur. (Tirmizî, Radâ‘, 13/1167)

Efendimiz buyurur: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden mes’ulsünüz. Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden mes’uldür. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve o da kendi sürüsünden mes’uldür.” (Buhârî, Vesâyâ, 9; Müslim, İmâre, 20)

“İslâm Dini, kadına layık olduğu yeri vermiş ve onu her türlü te­cavüzden korumak, saygınlığına halel getirmemek, annelik vekarını bütün özelliğiyle ayakta tutmak için birtakım maddi ve manevi müeyyideler koymuş; emir ve tavsiyelerde bulunmuştur. Bunlardan biri de, yanında mahremi bulunmayan kadının se­fere çıkmasının yasaklanmasıdır. Zira yanında kocası veya mahremi bulunmayan kadına kötü gözle bakanlar çıkabileceği gibi, ona saldıranlar da olabilir. Böylece aile yuvasını sarsacak, kadının iffetini lekeliyecek birtakım olaylar doğabilir. O bakımdan yüce dinimiz kadını böyle bir sonuçtan muhafaza etmek için, sefere çıkması söz ko­nusu olduğu zaman yanında mahreminin bulunmasını şart koşmuş, aksi halde çıkmasının haram olduğunu belirtmiştir.” alıntı

bu hadisin tevilinde en çok belirtilen konu “tehlike olduğunda yolculuk yapılamaz” demişlerdir ancak tehlike olsa idi sahabi eşini tek başına hacca niye yollasın bunu niye düşünmüyoruz! ayrıca seferilik 90km’de başlıyorsa hükmü zamanla değişmedi ise bu hadisin niye hükmü değişsin! seferilik uçakla, araba ile değişmiyorsa “bir kadının tek başına yolculuk yapamaz” yasağı da değişmez! şunu da ekleyim İslam’da bazı hükümler zorda kalınca ruhsat yani izin verilir yani bir kadının hiç erkek akrabası yoksa yada gerçekten yolculuk yapması gerekiyorsa kendini Allah’a emanet ederek yola çıkabilir

kadın neden tek başına yolculuk yapamaz konusuna gelirsek; Kadınlar evden uzaklaştıkça toplum bozulmaktadır. Kadının tek başına yolculuk yapmasının yasaklanmasının en önemli nedeni ise zina ve(ya) taciz ihtimalidir

herşeyden önce kadınını kıskanan bir erkek kadının tek başına yolculuk yapmasına izin vermez! kadın özellikle fitnenin çoğaldığı şu zamanda zaruri ihtiyaçları haricinde evinden çıkmamalıdır

çalışma da bununla kıyas edilebilir kadın çalışması mecbur değilse çalışmamalıdır. çalışmaya mecbur kalan kadınlar ise öncelikle tesettüre uymalıdır. tesettürsüz kadının kazandığı paranın helal olmayacağını söylemeye sanırım gerek yoktur! ve Mümin kadın fitneye sebep olmak istemiyorsa sadece kadınlara hitap eden işlerde çalışmalıdır

2- insan ve hayvan, heykel ve resimlerinin yasaklanması

"Ey iman edenler; şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), şans okları şeytan isi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz" (el-Mâide, 5/90)

"Bir zamanlar İbrahim şöyle demişti: Rabbim; bu şehri güvenli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut. Rabbim, çünkü onlar, insanlardan bir çoğunu şaşırttılar" (İbrahim, 14/35-36).

İbrahim babasına ve kavmine demişti ki: "Sizin su karşısında durup taptığınız heykeller nedir? "Babalarımızı onlara tapar bulduk" dediler. "Doğrusu siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içine düşmüşsünüz" dedi." (el-Enbiya, 21/42-44) .

İbn Abbas (r.a) den: "Ebu Talha'nın Resulullah (s.a.s)'den dinlediği şu hadisi ben de ondan dinledim: "Melekler, içinde köpek ve heykel (put) olan eve girmezler" (Nevevî, Müslim Şerhi, Xll, 84).

Abdullah b. Ömer, Nâfi'ye Resulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Şu suretleri yapanlar, kıyamet gününde azab görecekler ve onlara: Yarattığınız bu suretlere hayat verin " denecek" (İbn Hacer, Fethu'l-Bârî Şerhi Sahihi 'I-Buharî, Xll, 508) .

Abdullah b. Ömer, Nâfi'ye Resulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Şu suretleri yapanlar, kıyamet gününde azab görecekler ve onlara: Yarattığınız bu suretlere hayat verin " denecek" (İbn Hacer, Fethu'l-Bârî Şerhi Sahihi 'I-Buharî, Xll, 508) .

Hz. Âişe’den rivayet edildiğine göre, Âişe bir defasında üzerinde (hayvan) resimleri bulunan bir minder almıştı. Hz. Peygamber (asm) bunu görünce kapının önünde bekledi ve içeri girmedi. Hz. Âişe, Resûl-i Ekrem’in yüzünde hoşnutsuzluk işaretlerini görünce, “Yâ Resûlallah! Allah’tan ve Allah’ın Resulü’nden bağışlanma dilerim. Bir kusur mu işledim?” dedi. Hz. Peygamber, üzerinde resim bulunan minderi göstererek “Şu minderin burada işi ne?” buyurdu. Âişe “Yâ Resûlallah! Onu, kâh oturasın, kâh yaslanasın diye senin için satın almıştım.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Bu resimleri yapanlara kıyamet gününde azap edilir ve onlara ‘Hadi bakalım, yaptığınız şu sûretlere bir de can verin.’ denilir. İçinde resimler bulunan eve melekler girmez.” (Buhârî, “Libâs”, 95; hadisin şerhi için bk. İbn Hacer, Fethu’l-bârî, V, 228-229; Kâmil Miras, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, VI, 414).

tasvir yapmak neden yasaklanmıştır; yasağın sebebi eski çağlarda yapılan heykellerin zamanla put haline gelmesidir yasak bazılarının dediğinin aksine hala devam etmektedir İslam zamanla değişmez islam’ın tebliğ yıllarında hadisle yasaklanan bazı durumlar daha sonra bizzat peygamberimiz (salat ve selam olsun) yasak kaldırılmıştır mesela kurban etini üç günden fazla saklamak ilk önce yasaklanmıştır çünkü o zaman genel bir kıtlık vardı. daha sonra kıtlık yılları bitince yasak da kaldırılmıştır

ancak resim heykel yapma yasağı değişmemiştir yani hala yasaktır hadisin yasak dediği bir şeye zorlama yorumlar yaparak yasağı kaldırdığını iddia eden kişilere itibar etmeyin MÜMİN AMASIZ, FAKATSIZ BU EMİRLERE İTAAT ETMEK ZORUNDADIR şunu da ekleyelim söz konusu olan fotoğraf değil bizzat elle yapılan insan ve hayvan suretleridir bitki ve manzara doğa resimleri yapmak yasak değildir!

ayrıca yasağın neden devam ettiğine dair şu örneği vermek isterim; 1930’lu yıllarda atatürk kendine saygı duyulması için kendi heykellerini yaptırmıştır (ilk heykel 1926 yılında yapılmıştır) ilk başta saygı için yapılan heykeller günümüzde resmen ikon haline gelmiştir Allah’a küfür etmenin yasak olmadığı 2018 Türkiye’sinde atatürk heykelini yıkana hapis cezası vardır işte bu heykeli haşa Allah’tan üstün tutmaktır YANİ HEYKEL PUT OLMUŞTUR!






11 Temmuz 2018 Çarşamba

Bosna Soykırımı




Merhaba Efendim,
Ben Aliya.
Aliya izzetbegoviç.
Bosna-Hersek'in cumhurbaşkanıyım.
Sizi Devlet-i Aliyye'nin en güzel şehirlerinden birinden, Bosna Sarayı'ndan, sizin daha sık kullandığınız haliyle Saraybosna'dan selamlıyorum.
Bu kısacık sohbetimizde, parçası olduğumuz Avrupa'dan, Avrupa'nın ve Batı'nın aslında ne olduğuna dair bazı tecrübelerimden bahsetmek istiyorum.
Belki bilirsiniz, benim dedem Devlet-i Aliyye'nin ordusunda askerlik yapmıştı, Üsküdar'da. Orada tanıştığı bir Türk kızıyla, ninem Sıdıka ile evlenmiş. Babam Mustafa Bey, bu evlilikten doğmuş. Biz ailece 1927'ye kadar Bosanski Samac şehrinde yaşadık. Bu şehir Sultan Abdülaziz zamanında Müslümanlara tahsis edilmiş, Semendire'den gelen Boşnaklar tarafından kurulmuş. Ben iki yaşındayken Saraybosna'ya taşınmışız. Çocukluğum ve öğrenciliğim Saraybosna'da geçti. Bu dönemde Yugoslavya'da Kara Corceviç hanedanı hüküm sürüyordu. Bu hanedan, 19.yüzyılda Devlet-i Aliyye'ye isyan eden Sırp Kara Corceviç'in kurduğu hanedandı.

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Corceviçier planlı bir şekilde Müslüman halkı yok etmeye yönelik politikalar uyguladı. Yapılan toprak reformuyla bize ait 10 milyon dönüm toprağa el koydular. Birçok zengin aile, bir gecede her şeylerini kaybetti, Müslümanlar varlıklı uyandıkları günün akşamina fakir bir halk olarak girdi.
Bosna'da üç halk yaşıyordu: Müslümanlar, Sırplar, Hırvatlar. Aslında onlar bizi Müslüman diye ayırmıyorlardı, bize Türk diyorlardı. Sırpların gözünde 1389 Kosova Savaşı'nda burayı fetheden Türkler bizdik yani Boşnaklar. (Siz de sorguladınız mı bilmiyorum ama ben 28 Haziran 1389 ile 28 Haziran 1914 arasında küçük de olsa kurnaz bir bağ olduğunu düşünmüşümdür. Hatırlarsınız, 28 Haziran 1914 günü, Saraybosna'da bir Sırp milliyetçisi olan Gavrilo Princip'in ateşlediği kurşun, Birinci Dünya Savaşı'nı başlatmıştı. Bu savaşın en önemli amacı ise Devlet-i Aliyye'yi çökertmek ve sömürgecilere karşı direnen son kaleyi tarumar etmekti. Bunu başardılar da.)
Boşnaklara sorarsınız, tarihi hafızamızda üç tarihin çok önemli olduğunu söylerler. Birisi bu 1918. ikincisi Devlet-i Aliyye'nin Bosna topraklarından çekilmeye başladığı, Avusturya-Macaristan'ın yavaş yavaş hüküm sürdüğü 1878. Son olarak da artık Türk hâkimiyetinin tamamen son bulduğu ve Sultan Abdülhamid'in resimlerinin duvarlardan indirilip Avusturya-Macaristan imparatorunun resimlerinin asıldığı 1908. Babam o günleri gözü dolarak anlatırdı hep. Çünkü 1908'den sonra biz Boşnaklar çok büyük sıkıntılar yaşadık.
İkinci Dünya Savaşı'ndan önce Sırplar ve Hırvatlar, ülkemizi ikiye ayırmaya karar verdiler. Hangi şehirde kimin daha fazla nüfusu varsa, o şehir o devletin olacaktı. Sırp ise Sırbistan'ın, Hırvat ise Hırvatistan'ın... Türklerin yoğun olduğu bölgelerde Türkler hiç hesaba katılmadan sayım yapılacak-tı. Tuhaf olan ise Bosna'da en fazla nüfusa sahip milletin Türkler olmasıydı. Ikinci ayrışmayı Soğuk Savaş'ın sona er-mesi ve Yugoslavya'nın dağılmasıyla yaşadık. Bu yüzyılın bizce en hazin, en zalim, en yoksul vakitleri, 1992 ile 1995 arasına âdeta sıkıştırılmış o felaket günlerdi. Hele insan onurunun tamamen ortadan kalktığı, vicdanın yok olduğu, insanlığın, evet insanlığın kaybolduğu Temmuz 1995...

Efendim,
Boşnak kime deniliyor? Sırplara ve onları himaye eden Avrupalılara sorarsanız, Avrupa'ya İslam'i yaymaya çalışan Türklere deniyor. Peki, Türklere sorsanız nasıl bir cevap alacaksınız? Çoğu, Boşnaklara Müslüman olmuş Slav bir ırk diye tanımlıyor. Benim için ırk zaten önemli değil. Hele 1992-1995 arasında yaşadıklarımızdan sonra Boşnak isminin anlamı çok değişti. Ben size Boşnak'ı "Kültürünü, dinini, kimliğini sömürmeye çalışan güçlere karşı canı pahasına direnen millet" diye tanımlasam ne dersiniz, bilmiyorum. Benim gözümde, Türkiye'den bize destek olmak için gelen savaşçı la da Boşnak'tır. Bosna ismini duyduğu an, kalbinin bir köşesinde küçük bir sızı hisseden başka milletlerin insanları da...
Dedelerimizin seksen yıl önce Çanakkale'de ve Yemen'de korumaya çalıştıkları şey neyse bizim Saraybosna'da ayakta tutmaya çalıştığımız şey oydu. Dünyayı sömürgeleştirmek isteyen, bunun için bazen dini, bazen dili bazen ırkı, bazen mezhebi kullanan işgalcilere karşı  insanlığı, kardeşliği bir arada yaşama idealini korumak için direndik. Bu idealin adı Bosna'ydı. Boğazı sıkıldı, kurşuna dizildi, aç bırakıldı, tecavüz edildi, yalnızlaştırıldı ve ölüme terk edildi.

o günü hiç unutmuyorum:
Yugoslavya'nın artık dağılacağı belli olmuştu. Slovenya ve Hırvatistan bağımsızlıklarını ilan ettiler, Avrupalı devletler onları hemen tanıdıklarını açıkladılar. Biz, Boşnakların, Hırvatların ve Sırpların birlikte barışla yaşayacakları bir devleti savunuyorduk. Ama Sırplar bizim gibi düşünmüyorlardı. Yugoslavya'nın hiç parçalanmadan, tamamıyla Sırp hâkimiyeti altında Büyük Sırbistan adıyla devam etmesini planladılar. Kimliğimizi yok edeceklerdi, bizi insan olarak bile görmeyeceklerdi. Yugoslavya ordusunun bütün silahlarına, Yugoslavya istihbaratının bütün araçlarına el koydular. Bosna-Hersek olarak bağımsizlığımızı ilan etmeye kalktığımızda Avrupa bizden referandum istedi. Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatların katıldığı referandumda % 64,4 bağımsızlık yönünde oy kullanıldı. Biz haklıydık ama o gün Sırp askerleri topraklarımızı, devletimizi işgal etmeye başladı.
Silahımız yoktu. Tankımız, roketatarlarımız, uçaklarımız, bombalama da... Hepsine onlar el koymuştu. Birleşmiş Milletler'e başvurduk. Avrupa'dan ve Amerika'dan adaleti, hakkı, hukuku, yıllardır savundukları demokrasiyi, hürriyet hakkını, kendi koydukları ve var olduğunu savundukları ilkelere sahip çıkmalarını talep ettik. Yardım dilenmedik, para ve silah da... Sadece ama sadece silahsız ve korunmasa halkı koruyacak bazı tedbirler talep ettik. Çünkü Birleşmiş Milletler bunun için kurulmuştu; barışı, demokrasiyi korumak, soykırımlara engel olmak. Toplandılar, bir karar açıkladılar. "Savaşın üstüne savaş eklemek istemiyoruz." dediler. Silah satışına ambargo koydular.


Bu ne demekti? Bütün Sırplar silahlıydı ama artık ambargo sebebiyle, direnmeye başlayan Boşnaklara silah satışı yasaklanmıştı. Avrupa ve Amerika, Müslümanları, Türkleri yani sizin deyişinizle biz Boşnaklara elimiz kolumuz bağlı hâlde düşmanımızın önüne sürdü.
1200 gün boyunca gece ve gündüz cehennemi yaşadık.
1200 gün boyunca Avrupa'dan, Amerika'dan sesimizi duymalarını bekledik.
Her gün bizi kandırdılar, her gün bizi aldattılar.
Çare bulmak ümidiyle gittiğimiz her toplantının aslında düşmanımıza daha fazla zemin hazırlama çalışması olduğunu fark edince Avrupa'nın ne demek olduğunu anlamıştım
Onlar için biz yoktuk. Avrupa'nın ortasında bir halk, sadece Müslüman olduğu için, hakkını-hukukunu demokrasiyle aradığı için katillerin önüne elleri bağlı halde terk edildi. Ben hatkımı bir savaşın yaklaştığına dair ikaz ettim ama itiraf etmeliyim ki bir savaşın içinde olduğumuzu söylerken bile 20. yüzyılda bir millete soykırım uygulanacağını, hele bunun Avrupa'nın gözünün önünde ve hemen yanında, onların göz yummasıyla yaşanacağını hiç ama hiç düşünmemiştim. (Soykırım elbette soykırımdır. Mesela neredeyse aynı tarihlerde Afrika'da yaşanan ve bir milyon kişinin ölümüyle sonuçlanan Ruanda Soykırımı için Fransa Devlet Başkanı François Mitterand'ın "Oralarda yaşanan şeylerin ciddiye alınmasını gerekli görmüyorum." dediğini duymuştum. Orası Afrika'ydr Yıllarca Fransızlar ve Ingilizlerin sömürdükleri topraklar. Ben de Fransızların, Ingilizlerin oralara bu kadar umursamaz baktıklarını biliyordum. Biz Avrupa'da olduğumuz için en azından bir sorumluluk hissedeceklerini düşündüm. Yanılmışım.)


Peki, neler oldu Bosna'da?
Bosna, dört bir tarafından Sırp askerleri tarafından kuşatıldı. Boşnaklar, tarihte eşine az rastlanır bir direniş sergilediler. Kendi tüfeğimizi yapmaya çalıştık, kendi silahlarımızı üretmeye uğraştık. Şofbenden bombalar, soba borularından roketatarlar yaptık. Ama hiç tankımız olmadı mesela. Savaşı yaşamayan kişiye onu anlatmak çok zordur. Anlayamazsınız. Dört tarafı dağlarla çevrili bir şehre, her taraftan ateş edildiğini düşünün. Hareket eden her şeyi vurma emri veren bir zihniyet düşünün. Çocuk, kadın, bebek, yaşlı ayırmayan bir yöntem düşünün. Ağır silahlardan 700 bin merminin yağdığı bir şehrin ne hale gelebileceğini hayal etmeye çalışın. Milyonlarca boş kovan... Elinizdeki insani malzemenin tükendiğini... Şehirde gıda bitti, temiz su şebekeleri yok edildi. Elektriğimiz ve gazımız yoktu. Odun ve kömürümüz de... Şehre giriş ve çıkış da yapılamıyordu. Bir kuşatmaydı bu. Çocuklarımız, bebeklerimiz, yaşlıları açlıktan, bakımsızlıktan öldüler. Birleşmiş Milletler, yardım gönderiyoruz diye bize otuz yıl öncesine ait konserveleri, pirinç paketlerini gönderdiler. Bu konserveleri sokağa koyduğumuzda, kapağını henüz açmadan köpekler bile onların kokusunu alıp hemen kaçıyorlardı.
Savaşı yöneten bir lider olarak aldığım en acı haberler, kadınlarımıza ve kızlarımıza yönelik tecavüzlerdi. Maalesef Bosna'nın her tarafından, Mostar'dan, Srebrenitsa'dan bu tür haberler alıyorduk. Bu, Sırp askerlere verilmiş kati bir emirdi. Sırp entelektüellerin teorisini yazdığı etnik temizliğin bir parçası olarak Sırp yöneticiler tarafından kurgulanmış iğrenç bir plandı. Bir gün Brçko'da üç bin kardeşimizin boğazlanıp nehre atıldığını öğrendik, başka bir gün toplu soykırım Kosaraz'da devam etti, peşinden Prijedor'da... Ve sonra bütün Bosna'da...
Biz Sırplara düşman değildik. Onların yöneticilerinin bize ve ortak yaşama idealine karşı çıkmalarına direniyorduk. Yani Sırp devletinin takip ettiği işgal politikasına... Ama düşmanımız yani Sırplar, doğrudan bizim milletimize düşmandı. Savaşta bile olsak, inançlı birer Müslüman olarak Kitab ne emrediyorsa ona göre davranmak zorundaydık. Öyle de davrandık. Bunu, insanlık ve İslamlık onuruyla ve gururla söyleyebilirim. Sırplar, şehitlerimizi gömdüğümüz mezarlarımıza bile tahammül edemediler, hepsini tarumar ettiler. Sadece mezarlarımızı değil, tarih? eserlerimizi de... Yüzyılların kıymeti Mostar'daki köprümüz, Saraybosna'daki NAHIT Kütüphanemiz ki bu kütüphane Avrupa mimari tarzına göre inşa edilmişti. Yıktılar, yaktılar. Yıkılan 1300 camimizi saymaya gerek var mı bilmiyorum.
200 bin insanımızın öldüğünü, binlerce kadınımıza ve çocuğumuza tecavüz edildiğini, insanlarımızın açlıktan kırıldığını ve yüz binlerce vatandaşımızın yurtlarından kaçmak zorunda kaldığını gördükleri halde Fransa, İngiltere, Rusya gibi büyük devletler ne yaptı dersiniz? Onlardan sadece Saraybosna'ya uygulanan ambargoyu kaldırmalarını istediğimiz zaman, Güvenlik Konseyi toplandı ve talebimiz işte bu modern ve demokrat devletler (!) tarafından reddedildi. Ben hem onların, hem Sırpların bana karşı işlediği suçları affedebilirim, askerlerime karşı işledikleri suçları da... Ama söyleyin, hangi sabır, hangi vicdan, hangi inanç onların kadınlarımıza ve kızlarımıza yaptıklarını affettirebilir? Asla affetmeyeceğim.
Bütün bu anlattıklarımdan sonra Batı'nın ve Avrupa'nın Bosna'da yaşanan soykırıma müdahale etmediğini söylemiyorum. yanlış anlaşılmasın. Onlar, bu soykırıma doğrudan ve 'ok etkili bir şekilde müdahale ettiler: Sırplara yapabilecekleri her türlü yardımı perde arkasında yaptılar, Boşnakları elleri kolları bağlı bıraktılar ve sonunda zeminini hazırladıkları Müslüman kıyımını oturdukları yerden seyrettiler.
Saraybosna'yı, Mostar'ı gezerken göreceksiniz ki bizim şehirlerimizde park yoktur. Bütün parklarımız şehitlerimizin istirahatgâhı. Boşnakların en mahir olduğu işlerden biri de mezar taşıdır. Bu sözün ne anlama geldiğini şehirlerimizin dört bir köşesinde karşınıza çıkacak şehitliklerimizde göreceksiniz. Dünya Bosna'yı o mucizeyi ve onurlu direnişiyle hatırlasın istesem de bizim yüreğimizde sakladığımız ama yine de yüzümüze yansıyan şey "acı"dır. Lütfen bu söz sebebiyle bize acımanız gerektiğini düşünmeyin hatta sakın bize acımayın. Çünkü bahsettiğim bu acı ancak bir Boşnak'ın anlayabileceği ve hakkıyla yaşayabileceği bir histir. Biz acınacak bir millet değiliz aksine bastığımız her adımda gururla yürüyoruz.
Size Bosna hakkında anlatmak istediğim son şey çoğunuzun üstünkörü bildiği, bazı detaylarına vakıf olmadığı Srebrenitsa Olayı hakkında... Bir insanın hayatında karşılaşabileceği en aşağılayıcı, en zalim, en adi günlerin yaşandığı katliam... inanın, o gün Srebrenitsa'da bulunan binlerce Boşnak kardeşimize Allah'ın Kitab'da bize anlattığı cehennemi tarif etseniz, onlar o cehenneme sığınmak için ne yapmaları gerekiyorsa mutlaka yaparlardı. Ama buna bile fırsatları olmadı.
Srebrenitsa, Sırbistan sınırına yakın olan bir şehrimizdi. Birleşmiş Milletler savaş devam ederken burayı Güvenli Bölge ilan etti ve Hollandalı bir asker? birliği şehrin beş kilometre yakınına, Potocari'deki kampa yerleştirdi. Şimdi dinleyeceklerinizi lütfen yüzlerce yıl önce yaşanıp bitmiş bir hadise olarak dinlemeyin. Henüz yirmi yıl önce yaşanmış ve etkileri hâlâ devam eden çok taze bir dramdır bu.
Güvenli Bölge ilan edilen bir yerde "Avrupa'nın ilkeleri" gereği insanlar silahsızlandırılır. Boşnak kardeşlerimiz de Avrupa'ya güvenerek ve artık NATO, BM gibi kurumların ko-ruması altına girdiklerini düşünerek silahlarını teslim ettiler. Fakat 1995'in Temmuz'unda Sırplar, Radko Mladiç komutasında Srebrenitsa'yı abluka altına aldılar. Dağlardan sivil insanlara tanklarla, toplarla saldırmaya başladılar. Çevre kasaba ve köylerdeki vatandaşlarımız, büyük bir korkuyla güvenli yer bildikleri Srebrenitsa'ya sığındı. Şehrin nüfusu bir anda katbekat arttı. Artık bırakın evleri, sokaklarda bile yatacak yer, yiyecek gıda kalmamıştı. Mladiç, bir insanın asla yapamayacağı bir planla silahsız ve korunmasız bu insanların üzerine ateş kustu. Binlerce Boşnak, canını kurtarmak üzere Potocari'deki BM kampına sığındı. Şehir boşaltılmış, yirmi bine yakın masum sivil halk, kampın etrafına kaçmıştı. Gücü yetenler ise ormanlara dalıp Tuzla tarafına doğru koşmaya ve kurtulmaya çalıştı.
Mladiç, askerleriyle birlikte Srebrenitsa'ya girdiğinde yakılmış evler, yıkılmış camiler ve okullarla karşılaştı. Sokaklarda tek bir insan bile yoktu. Büyük bir keyifle gezindiği caddelerde "Nihayet Türklerden intikamımızı alıyoruz, artık onları Avrupa'dan tamamen koymanın zamanı geldi." diye konuşuyor, askerlerini tebrik ediyordu.
Bugün Almanya'ya gitseniz, sokaklarda karşılaştığınız herhangi bir Alman vatandaşının yüzüne baksanız, Yahudi soykırımı sırasında yaşanan insanlık dışı olayları bu insanların yaptığına inanır mısınız? Ben inanamıyorum. Tıpkı sokakta karşılaştığım bir Sırp'ın o gün Srebrenitsa'da yaşananlar' yapacağına inanamadığım gibi. Fakat yaptılar. Maalesef yaptılar.
Miadiç, askerleriyle Potocari'deki kampa geldi. Kampa sığınan bütün sivillerin kendisine teslim edilmesini istedi. O gün, orada bulunmalarının tek sebebi, silahsız ve korunmasız hâlde kendilerine yalvaran halkı korumak olan birliğin komutanı, hiçbir direnç göstermeden bu isteği kabul etti. Şimdi gözlerinizi kapatın ve erkek, kadın, çocuk, yaşlı yirmi bin kişinin aynı anda "Bizi teslim etmeyin, öldürecekler." diye yalvardığını düşünün. Nasıl hüzünlü ve uğultulu bir ses, değil mi? Mahşer yeri denilen bu olsa gerek. Bu sesi umursamamak için ne kadar zalim olmanız gerekir, bir fikriniz var mı? Sizin yoksa da tarihin bir fikri var: BM Bosna Barış Gücü Komutanı, Fransız General Bernard Janvier veya Hollanda Askeri Birliği Komutanı General Tom Karremans olmanız yeterli!
Bombardıman altındaki Güvenli Bölge'yi korumak için bir tek adım bile atmayan bu beyler, yirmi bin masum sivili o gün Radko Mladiç'e teslim ettiler. NATO'ya bağlı uçakların, karargâhtan havalandığını ama Italya üzerindeyken yeni bir emirle geri döndüğünü artık hepimiz biliyoruz.
Peki, o gün orada neler oldu?
Size söylemiştim, bize yapılan her şeyi affedebiliriz ama kadınlarımıza ve çocuklarımıza yapılanlar' asla affetmeyeceğiz.
Dokuz yaşında henüz ergenliğe girmemiş bir erkek çocuğunu düşünün. Yanında annesi var. Sırp askerler, çocuğun kafasına silah dayıyorlar ve ondan çırılçıplak soydukları kadına yani annesine tecavüz etmesini istiyorlar. Sonunda askerlerin istediğini yapamayınca kafasına yediği tek kur-şunla ölüyor. Bu sırada Hollandalı Barış Gücü askerleri kulaklarına takılı kulaklıkla müzik dinliyorlar.
Bir kadın, kucağında beş yaşında kız çocuğu. İki asker, kızı annesinin kucağından indirmeden kadının ellerini ve bacaklarını iki yana açıp üçüncü bir askerin tecavüzüne yardım ediyor. Bu sırada Birleşmiş Milletler komutanı, askerlerin önderi Mladiç'le aynı masada bira içiyor.
Bir bebek. Kampın etrafındaki binlerce insan gibi ağlıyor. Sesi, askerleri rahatsız etmiş. Annesine "Kes şunun sesini!" diye bağırıyorlar. Kadın bebeğin' sarıp sarmalıyor, susturmaya çalışıyor ama başaramıyor. Asker "Sen susturamazsan ben sustururum." deyip elindeki çakıyla bebeğin dilini kesip yere atıyor.

Türk'ün evladı...
Unutma.
Ben Aliya,
Boşnakların içinde herhangi biriyim. O gün bütün Avrupa bizi yapayalnız bıraktı. Üç gün içinde sekiz bin vatandaşımızı katlettiler ve toplu mezarlara gömdüler. Binlerce kadınımıza tecavüz ettiler. Binlerce çocuğumuzu yetim bıraktılar. Henüz mezarların' bulamadığımız kaç kardeşimiz daha var, bilmiyoruz. önce, hepsini sıraya dizip tek tek öldürmeye başlamışlar. Elinize kazma kürek verildiğini, bir çukur kazdırıldığını, sonra kafanıza bir kurşun sıkıldığını düşünün. Biraz zaman geçince işin çok uzun süreceğini anlıyorlar. Bu kez yirmili, otuzlu, kırklı gruplar hâlinde daha büyük çukurlar kazdırıyorlar. Vatandaşlarımızı bu kuyuların içine atıp üstlerine kurşun yağdırıyorlar. Bu kez de çok fazla mermi harcandığını anlayıp başka bir yola başvuruyorlar. Çukurlara doldurulan kardeşlerimizin üstüne bomba atıp onları paramparça ediyorlar. Onların mezarını biz bulmadık. Kelebekler buldu. Mavi kelebekler. Sadece toplu mezarların olduğu yerde biten bir çeşit bitkiyle beslendikleri için bazı bölgelere kümelendiklerini anladık. Nerede mavi kelebek gördüysek orayı kazdık. Binlerce şehidimizi çıkarıp Potocari'deki şehitliğe defnettik.
Biz "Bosna'da kendi devletimiz olsun." demedik, onlar dediler. Biz "Bosna'da sadece bizim dinimiz olsun." demedik, onlar dediler. Biz "Bosna'da sadece bizim kimliğimiz olsun." demedik, onlar dediler. Bizim Bosna'da savunduğumuz şey, Batı'nın tüm dünyaya göğsünü gererek anlattığı Helsinki Nihai Senedi'ydi, Paris Şartı'ydı, demokrasi ve hürriyet ilkeleriydi. İki yüz bin canımızı kaybettiğimizde, binlerce kadınımız karınlarında kocalarını öldüren askerlerin be-bekleriyle terk edildiğinde, yirmi dokuz günlük bebeklerimiz öldürülüp toprağa düştüğünde Avrupa'nın anlattığı şeylerin koca bir yalan olduğunu anladık. Amerikan Başkanı George Bush'a toplama kamplarını, tecavüzleri, ambargoyu delilleriyle gösterdiğimde verdiği tepki dünyanın nasıl yönetildiğini öğretti bana. Petrol için Irak'a bir gecede savaş açan ama buna demokrasi kılıfı uyduran, yıllarca Afganistan'da, Pakistan'da, Afrika'da, Filistin'de, Hindistan'da askeri operasyon yapan Amerikan başkanı, anlattıklarım' dinledikten sonra tek bir cümle söyledi bana: "Bosna bizim meselemiz olamaz, o, Avrupa'nın bir iç meselesi."
Ben Aliya,
Aliya izzetbegoviç.
Unutma, Türk'ün evladı!

Sömürgeciler, bütün ilkeleri kendi menfaatleri için koyuyorlar ve kendi çıkarlarını korumak için denklem kuruyorlar. Onların demokrasi dedikleri, hürriyet dedikleri, aidiyet dedikleri, barış ve hoşgörü dedikleri ilkeler, Saraybosna'da, Srebrenitsa'da, Mostar'da toprağın altına gömüldü. Hem de çok acı hatıralarla... Biz, kendi çocuklarımız en azından tebessüm edebilsinler diye yaşadıklarımızı yeni nesillere anlatmıyoruz, anlatmayacağız.
Ama sen bizim yaşadıklarımızi sakın unutma!
Onlar askerleriyle, basın ve medyasıyla, kurumlarıyla çok güçlüler. Onların güçlerinden değil, ikiyüzlü olmalarından kork.
Biz, senin kardeşin olduğumuz için öldürüldük, boğazlandık, tecavüze uğradık.
Senin hafızana sahip olduğumuz için toplu mezarlara gömüldük, yok edildik.

Türk'ün Evladı,
Bizim korumaya çalıştığımız sancak, Yemen'de, Çanakkale'de, Filistin'de, Kırım'da, Açe'de, Türkistan'da korunmak istenen sancaktı. O, ne bir dinin, ne bir ırkın, ne bir dilin, ne bir mezhebin sancağıydı. insanlığın, tek başına insan olmanın temsiliydi.
Sömürgecilerin karşısında sakın yere düşme. Biz, Çanakkale'den sonra direnişi devam ettiren nesiliz. Sen, direnişin değil, dirilişin nesli olacaksın. Korumak için değil, düzen kurmak için çalışacaksın. Sen varsan biz olacağız. Sen ayaktaysan biz yaşayacağız.
Ama unutma!
Sömürgeciler, seni tamamen Asya'ya sürmek için planlarını adım adım işletecekler. Bir gün sıra sana da gelecek. Seni yok etmek için bin yıldır hazırlananlar, bir gün bile durmadan çalışıyorlar.
Sen Türk'sün. Bir ırk, bir din, bir mezhep değilsin, olamazsın.
Batı, Haçlı Seferlerini düzenlerken Araplara Arap demiyordu, Türk diyordu. Çanakkale'de Kürtleri boğazlarken onlara Kürt demiyordu, Türk diyordu. Ne zaman ki onların çıkarı için yeni devletlere ihtiyaç duydu, Arap'a Arap demeye başladı. Seni ondan, onu senden ayırdı. Bugün de Kürt'ü senden, seni Kürt'ten ayırmak için gece ve gündüz çalışıyor. Türk'ün Evladı,
Biz Boşnak'ız ama Türk'üz de. Sen de kalbimde taşıdığım acıyı taşıdığın kadar Boşnak'sın. Utanacak tarihimiz, saklayacak hafızamız yok. Sırp'a karşı sorumlu olduğumuz için değil, yasayla zorunlu kılındığı için değil, kimimiz dinimiz, kimimiz milletimiz, kimimiz Kitabımız, kimimiz ahlakımız sebebiyle vicdan sahibi olduk. Birileri öyle istediği için değil, vicdan bunu tarif ettiği için hiçbir milletin diline, dinine, mezhebine karışmadık. Mezarlarıni çiğnemedik, ibadethanelerini yıkmadık, kadınlarına tecavüz etmedik, bebeklerini boğazIamadık.
Sen var olmak zorundasın.
Bu yüzden bir ve beraber olmak zorundasın.
Sömürgecilerin tezgâhlyla saflara ayrışmamalısın.
Türk'ün Evladı,
Bizi,
onların bize yaptıklarını,
ve sorumluluğunu
sakın unutma
Selman Kayabaşı Karar Odası kitabından alıntı yapılmıştır (209-223)