26 Kasım 2018 Pazartesi

Adalet ve Hakimiyet








Allah'ın ayetleri, Peygamberimizin (salat ve selam olsun) hadisleri, alimlerimizin hükümleri varken kendi nefislerine göre hüküm veren hakimler, dava açan savcılar, avukatlar ve yasa çıkaran millet vekilleri bu yazı sizin için!

İslam bu dünyaya hakim olmamızı ve adaletli olmamızı emreder. Kendi ülkemizde adaleti sağladıktan sonra amacımız komşu ülkelerden başlayarak dünyaya adalet götürmek için hakim olmalıyız. Bu cihad yeryüzüne hakim olana kadar devam eder.

Adil olursanız yeryüzüne hükmedebilirsiniz. Adil olmak için ise İslam’ın hükümlerine harfiyyen uymak gerekir.

İslam’la hükmetmeye şöyle bir örnek vererek konuyu netleştirelim. Mesele Kuran’a göre belli bir miktarın üstünde ve ihtiyaç haricinde birisi hırsızlık yaptı ise o kişinin eli kesilir.

"Hırsızlık yapan erkek ve kadının ellerini kesiniz." (Maide, 5/38)

eğer hırsızın elinin kesilmesine hüküm verdiyseniz bu karar adaleti sağlar ve hırsızlığı bitirir. Hırsıza mesela 3 yıl hapis cezası verirseniz o kişiye ceza vermiş olursunuz ancak bu karar adaleti getirmez ve hırsızlığı bitirmez. Hırsıza hiç ceza vermezseniz günaha girmiş ve adaleti yıkmış olursunuz.

ikinci örnek ise islam’da cezası olmayan bir konuda ceza vermektir ki bu duruma göre kişiyi imandan dahi edebilir.

mesela islam’da şahsa küfür etmek yasaktır ancak bunun belli bir cezası yoktur. bir kişiye küfür ettiği gerekçesi ile hapis cezası vermek zulümdür

ancak küfür konusunda Allah’a, İslam’a ve peygamberlere küfür edenlerin cezası islam’a göre ölümdür.

başka bir örnek ise İslam’ın helal kıldığı bir şeye ceza vermektir ki işte kişiyi imandan eden ve yasaklanan hüküm verme ve yasa koyma budur. maalesef bugün Türkiye’de bunun bir çok örneğini görmekteyiz. Mesela islam’da sakal bırakmak sünnet iken yani sakal bırakan kişi sevap kazanırken ve sakal bırakmak tavsiye edilirken. sakalı yasaklayanlar islam düşmanlığı yapmış olurlar

başka bir örnek ise evlenme yaşıdır islam’da evlilik yaşına bir kısıtlama getirilmemiştir. kişi buluğ çağına erdikten sonra anne baba ve kız ya da erkeğin evlilikte rızası varsa ve imamda bu nikahta dini bir sakınca görmedi ise nikah geçerlidir. devletin bu konuya karışma hakkı yoktur ancak mesela 16 yaşında küçükler evlenmezse daha iyi olur diyebilir ancak 16 yaşında küçüklerin evlenmesini yasaklamak islam düşmanlığıdır.

hakimler, savcılar, avukatlar ve millet vekilleri eğer Allah’a inanıyorsanız ALLAH’TAN KORKUN!




KONU İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER;




"Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır." ALİ İMRAN Suresi 19. ayeti

"Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır." ALİ İMRAN Suresi 85. ayet meali

“Bugün sizin dininizi ikmal ettim (kemale erdirdim). Üzerinize nimetimi tamamladım. Ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim. (İslâm’a razı oldum.)” ( Mâide Sûresi, 3)

"Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır." SAFF Suresi 8. ayeti

“O, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir. (Allah) o hak dini bütün dinlere üstün kılmak için (böyle yaptı). Şahit olarak Allah yeter.” FETİH Suresi 28. ayet meali

“Kim de Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve O’nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedî kalacağı cehennem ateşine sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır” NİSA Suresi 14. ayet meali

“Kendilerine, “Allah’ın indirdiğine uyun” denildiği zaman, “Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” derler. Şeytan, kendilerini cehennem azabına çağırıyor olsa da mı?” LOKMAN Suresi 21. ayet meali

“Kâfir olanlar da birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz onu (Allah'ın emirlerini) yerine getirmezseniz yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur.” ENFAL Suresi 73. ayet meali

“Rabbinizden size indirilen(Kurân)ı hakkıyla tatbîk etmedikçe, hiçbir şey (hiçbir hakikat) üzere değilsiniz!' Ve andolsun ki Rabbinden sana indirilen (bu Kur’ân), onlardan birçoğuna azgınlık ve küfrü artıracaktır! Öyleyse o kâfirler topluluğu için üzülme!” MAİDE Suresi 68

“kitabın bir kısmına inanıyorsunuz da bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Şu halde içinizden böyle yapanın cezası dünya hayatında rezil olmak ve kıyamet gününde azabın en şiddetlisine uğratılmaktan başka nedir? Allah sizin yaptıklarınızın hiç birinden gafil değildir” BAKARA Suresi 85

“Haddi aşan bir topluluk oldunuz diye vazgeçip Zikir'le (Kur'an'la) sizi uyarmaktan geri mi duralım?” Zuhruf Suresi 5

“Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” AHZAB Suresi 36. ayeti

“Aralarında hüküm vermek için Allah’a (Kuran’a) ve Resûlüne davet edildiklerinde, mü’minlerin söyleyeceği söz ancak, “işittik ve iman ettik” demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” NUR Suresi 51. ayet

“Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma.” CASİYE Suresi 18. ayet

“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” NAHL Suresi 90. ayet meali

"Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şâhidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır." NİSA Suresi 135. ayet meali

"Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir." NÛR Suresi 55. ayet meali

"Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın." TEVBE Suresi 29. ayet meali

“(Ey inananlar!) Peygamberin (sizi) çağırmasını aranızda birbirinizi çağırmanız gibi tutmayın. İçinizden biribirini siper ederek sıvışıp gidenleri Allah gerçekten bilir. Artık onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar.” NUR Suresi 63. ayet

"(Ey Muhammed!) De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. O hâlde, Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Resûlüne, o ümmî peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.” A'RAF Suresi 158. ayeti

"Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve nebîlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir." AHZAB Suresi 40. ayeti

“Muhakkak Allah'a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: "Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir." Bakara Suresi 249. ayet

“Ben size yasakladığım şeye kendim aykırı davranmak istemiyorum; dilediğim, gücümün yettiği kadar bozuk düzeni düzeltmekten ibarettir; başarım da yalnızca Allah’ın yardımıyladır; O’na dayandım ve sadece O’na yöneliyorum” [Hûd sûresi 88]

“Onlar (o müminlerdir) ki eğer kendilerini yeryüzünde iktidar mevkiine getirirsek, namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler ve fenalığı yasak ederler. Bütün işlerin sonu sırf Allah’a âittir.” (Hac 41)

"Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz. " ÂLİ İMRÂN Suresi 110. ayet meali

"Allah’ın mescitlerinde onun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir. Böyleleri oralara (eğer girerlerse) ancak korka korka girebilmelidirler. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır." BAKARA Suresi 114. ayeti

"Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur." TEVBE Suresi 18. ayeti

"Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, rakiplerini, bir de Meryem oğlu İsa Mesih'i Rabler edindiler..." Tevbe suresi 31. ayet Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bu âyette, Yahudi ve Hıristiyanların kendi din adamlarına, ibadetin belirli tapınma şekillerini sunduklarından söz edilmekte olduğunu düşünen ve bunun gerçek anlamını öğrenmek isteyen Adiyy b. Hâtim’e, ilâh edinmeyi şu şekilde açıklamıştır: "Evet, onlar (senin söylediğim gibi tapınmanın belli şekilleriyle) onlara ibadet etmiyorlardı. Fakat onlar, ötekiler (hahamlarla rahipler) bir şeyi helal kıldıklarında helâl, haram kıldıklarında da haram kabul ediyorlardı." Tirmizi, Tefsirul Kuran 10

Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi: “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): ‘Benimle İsa arasında Nebi yoktur. İsa inecektir. Onu gördüğünüz zaman tanıyınız. O, orta boylu, kırmızı beyaz tenli, sarıya boyalı iki elbise içerisindedir. Yağmur yağmadığı halde saçı su damlatır gibidir. İslam namına insanlarla savaşır. Haçı kırar, domuzu öldürür ve cizyeyi kaldırır. Onun döneminde Allah-u Teâlâ, İslam hariç tüm milletleri helak eder. Mesih Deccal’i de helak eder. Yeryüzünde kırk sene kalır, sonra vefat eder. Müslümanlar ona cenaze namazı kılar’ buyurdu.” Ebu Davud 4324

Yine Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi: “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): ‘Nefsimi elinde bulunduran zata yemin ederim ki, Meryem oğlu İsa’nın adil bir hâkim olarak içinize inmesi yakındır. O, haçı kıracak, domuzu öldürecek ve cizyeyi kaldıracaktır! O zamanlar mal o kadar çoğalıp taşacak ki kimse kabul etmez olacaktır! Nihayet tek bir secde, dünya ve içindekilerden hayırlı olacaktır!’ buyurdu.” Müslim 155/242, İbni Mace 4078

Abdullah bin Amr (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi: “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): ‘Ümmetim içerisinde Deccal çıkar ve kırk gün kalır. Sonra Allah, Meryem oğlu İsa’yı gönderir. İsa, Mesud oğlu Urve’ye benzemektedir. İsa, Deccal’i arar ve onu öldürür. Sonra insanlar, iki kişinin arasında hiçbir düşmanlık bulunmaksızın tam bir huzur içinde yedi yıl yaşarlar. Sonra Allah, Şam tarafından serin bir rüzgâr gönderir de artık yeryüzünde kalbinde zerre ağırlığınca hayır yahut iman bulunan kimse kalmaz. O rüzgâr kalbinde zerre miktarı hayır yahut iman bulunan herkesin ruhunu kabzeder. Sizden biri dağın içine ta ortasına kadar girmiş olsanız bile bu rüzgâr onun ruhunu kabzetmek için saklandığı yere girecektir. Artık yeryüzünde kuşlar hafifliğinde, canavarlar ahlakında olan şerli insanlar kalır! Onlar hiçbir iyiliği tanımaz ve hiçbir kötülüğü reddetmezler!’buyurdu.” Müslim 2940/116

İsa Aleyhisselam hakkında hadisler

http://www.sahihhadisler.com/yazdir.asp?id=1392

1607- Ömer b. Hattâb (r.a.), Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle söylediğini işitmiştir: “Yahudi ve Hıristiyanları, Arap yarımadasından mutlaka çıkaracağım orada sadece Müslümanlar kalacaklardır.” (Müslim, Cihâd: 21; Ebû Dâvûd, Harac: 21)

3032. İbn Abbâs (Allah ondan razı olsun) demiştir ki: Peygamberimiz (salat ve selam olsun) şöyle buyurmuştur: "Bir ülkede iki kıble olamaz" Tirmizi, zekat II, Ahmed b. Hanbel 1-223, 285. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/343

Peygamberimiz (salat ve selam olsun) şöyle buyurmuştur: “Diğer peygamberler kendi kavimlerine hususi olarak gönderilmiş, fakat ben bütün insanlara peygamber olarak gönderildim.” (Buhari, Teyemmüm, 1, Salat, 56; Müslim, Mesacid,3; Nesai, Gusul,36; Darimi, Salat, 111)

Peygamberimiz (salat ve selam olsun) şöyle buyurmuştur: "Ben, insanlarla Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehâdet edip, namazı tastamam kılıp, zekâtı hakkıyla verinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunları yaptıkları zaman kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. İslam'ın gerektirdiği haklar bunların dışındadır. Onların kalplerinde gizledikleri şeylerin hesabı da Allah'a aittir."

Buhârî, Îmân 17, 28, Salât 28, Zekât 1, İ'tisâm 2, 28; Müslim, Îmân 32-36. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 95; Tirmizî, Tefsîru sûre(88); Nesâî, Zekât 3; İbni Mâce, Fiten 1-3

Peygamberimiz (salat ve selam olsun) şöyle buyurmuştur: "Günahkâr bir toplumdaki iyi kimseler, kötülükleri düzeltmeye güçleri yettiği hâlde, düzeltmezlerse, Allahü teâlâ, ölümlerinden önce onların hepsine şiddetli azap eder." [Ebu Davud]

"Resulullah aleyhissalatu vesselam mescidde alış-veriş yapmayı, yitik ilan edilmesini, şiir okunmasını yasakladı. Keza cuma günü namazdan önce (ilim, vaaz) halkası teşkil edilmesini de yasakladı." Ebu Davud, Salat 220, (1079); Tirmizi, Salat 240, (322); Nesai, Mesacid 22, 23, (2, 47, 48).

Bir gün Mahzumoğulları kabîlesine mensup eşraftan Fâtıma adında bir kadının hırsızlık yaptığı söylenerek Peygamberimiz (s.a.s.)'in huzuruna getirilmişti. Kadının 'elinin kesilmesi'ne hükmedildi. Fakat daha önceki gelenek ve alışkanlıklara göre Kureyş'ten olan asil bir kadın hakkında suç işlemiş olsa dahî böyle bir hüküm verilemezdi. Hükmün infâzının durdurulması için Kureyş'in ileri gelenleri Hz. Peygamber'in çok sevdiği Üsâme b. Zeyd'i araya koyarak bu kadının affedilmesini istediler. Üsâme'nin böyle bir şefaatte bulunması Hz. Peygamber (s.a.s.)'e çok ağır geldi. Hemen ashâbını 'mescid'*de toplayıp bu konuda onlara şöyle hitap etti:

"Ey insanlar! Sizden evvel yaşamış toplumların neden dolayı yollarını şaşırıp saptıklarını biliyor musunuz? Asilzâdeleri bir hırsızlık* yaptığı zaman onu affeder, zayıf ve kimsesizleri bir şey çalarsa onları cezalandırırlardı. Allah'a yemin ederim ki, böylesine kötü bir hırsızlığı Mahzum kabilesine mensup Fatıma değil, kendi kızım Fatıma yapmış olsaydı, kesinlikle onun elini kestirirdim. " (Müslim, Hudûd, 2)


“İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.” Hazreti Ömer

"Yeniden Canlanmak İçin Avrupa Medeniyetini Taklit Değil, Gücümüzün Esası Olan İslamiyet'e Dönmek Gerekir!!.." Sultan Abdülhamid Han

“Allah’tan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed’in O’nun rasûlü olduğuna şahitlik edip Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in Allah katından getirdiği her şeyi ikrâr etmedikçe, sadece kelime-i şehadeti söylemeleri, hristiyan ve yahûdilerin İslâm’a girmeleri için kâfi değildir. Hristiyan ise «hristiyanlıktan berîyim», Yahudi ise, «yahudilikten beriyim» demesi de ge­rekir. Bunu söyleyince müslüman olur.” Ebû Hanîfe


10 Kasım 2018 Cumartesi

Adetli (hayız) kadın namaz kılmaz ve oruç tutmaz








"O, elbette şerefli bir Kur'ân'dır." "Korunmuş bir kitabdadır." "Ona temizlenenlerden başkası el süremez." "(O), âlemlerin Rabb'inden indirilmiştir." (Vakıa Surasi 77 - 80)

“Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şunu iyi bilin ki, Allah tövbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever.” (Bakara, 2/222)

Bir kadın Hz. Âişe’ye sordu: “Hayızlı kadının hayızdan temizlendikten sonra hayız zamanında kılamadığı namazları kaza etmesi gerekir mi?” Hz. Âişe şöyle cevap verir: “Sen Haruriyye misin (Haricilerden misin?). Biz Peygamberin (a.s.m.) yanında hayız âdetini görürdük, sonra temizlenince guslederdik. Peygamber (a.s.m.) namazı kaza etmemizi bize emretmezdi.” (İbni Mâce, Taharet: 119)

Âişe validemiz bu hususta şöyle buyurmuşlardır: "Bize hayız ve nifas hâlleri geldiğinde, Hz. Resûlüllah (asm) tutmadığımız oruçlarımızı kazâ etmemizi emir buyururlardı. Kılmadığımız namazların ise kaza edilmesini emretmezlerdi." (bk. Neylü'l-Evtar, 1, 279-280; Sübülü's-Selam, 1, 105)

Rasulullah (salat ve selam olsun), Amr b. Hazme yazdığı bir mektubda şöyle buyurmuştur:

"Kuran'a, temiz olanlardan başkası dokunmasın."

(Muavvatta, K. el-Kur’an bab: 1 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 8/153-155)

Malik dedi ki: Abdestsiz olan bir kimse Kur'ân-ı Kerim'i kesesinin askısı ile veya yastık üzerinde taşıyamaz. Ebu Hanife bunda sakınca yoktur, demiştir. Askı ile onu taşıyana yahut arada bir engel ile ona dokunana engel olunmaz.

Hazreti Ömer, yere oturdu. Yumuşak sesle, (Hele şu okuduğunuz kitabı çıkarınız) dedi. Fâtıma, “Sen abdest veya gusül abdesti almadıkça onu sana vermem” dedi. Hazreti Ömer abdest aldı. Ondan sonra Kur’an sahifesini Fâtıma getirdi. O’na verdi.

(mecbur kalmadıkça abdestsiz dokunmamak gerekir)

Hulasa temiz olmayan kimse, Kur'an'a el süremez. Zira ayetteki nefy nehy mânasını ifade eder. Yani taharatsiz bulunan kirli eller ona dokunmasın. Ancak maddî ve manevi pisliklerden tertemiz, imanlı ve abdestli kimseler ona el sürebilir. İşte fıkıhda genel olarak fakihlerin görüşü budur. İşte bu ayetten dolayı «Cunub iken Kur'an okunmaz, abdestsiz iken mushafa el sürülmez» denilmiştir.

(İbn Kesir, cilt: 6, sh: 536)

1) Hâkim bin Hizam (Radiyallahu Anh) şöyle dedi: “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) beni Yemen’e gönderdiğinde: ‘Kur’an’a abdestli olmanın dışında sakın el sürme’ buyurdu.” Tabarani Mucemu’l-Kebir: 3135, Darekutni: 1/122-6

2) Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi: “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): ‘Kur’an’a sadece abdestliler el sürebilir’ buyurmuştur.” Tabarani Mucemu’l-Kebir: 13217, Tabarani Mucemu’s-Sagir: 1/89, Darekutni: 1/121-3, Beyhaki: 1/88

3) Osman bin Ebi’l-As (Radiyallahu Anh) şöyle dedi: “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): ‘...Kur’an’a abdestli olmanın dışında sakın el sürme’ buyurmuştur.” Tabarani Mucemu’l-Kebir: 8336, İbni Ebi Davud el-Mesahif: 5/12-2

4) Amr bin Hazm (Radiyallahu Anh) şöyle dedi: “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Yemen ehline helal ve haramları bildiren bir mektup yazdı. Onun içinde Kur’an’a sadece abdestliler el sürebilir, hükmü de yazılıydı.” Darekutni: 1/122-4/121-1, Beyhaki: 4/89, İbni Hibban 6559, İbni Hibban El-Mevarid: 793, Hâkim: 1/395

Bu hadisleri Muhammed Nâsıruddin el-Albânî (Rahmetullahi Aleyh) mükemmel bir şekilde tahric etmiş sonra da özet olarak şöyle demiştir: “Bu hadislerin sahihliğinde gönül mutmaindir. Özellikle sünnet İmam Ahmed bin Hanbel (Rahmetullahi Aleyh) ve arkadaşı İmam İshak bin Rahuveyh (Rahmetullahi Aleyh) bu hadisleri hüccet kabul edip sahihlemişlerdir.” Albâni İrva: 1/158-159

5) Ebu Zubeyr (Rahmetullahi Aleyh) dedi ki: “Cabir bin Abdullah (Radiyallahu Anhuma)’ya: −Hayız ve nifaslı kadın Kur’an’ı Kerim’den bir şey okuyabilir mi diye sordum? Cabir bin Abdullah (Radiyallahu Anhuma): Hayır dedi.” İbnu’l-Munzir Evsad: 2/96-97, Beyhaki: 1/309

6) Muhammed bin Sirîn (Rahmetullahi Aleyh): “Hayızlı kadın Kur’an okuyamaz dedi.” İbni Ebi Şeybe: 1/126

7) Amir eş-Şabi (Rahmetullahi Aleyh): “Cünüp ve hayızlı Kur’an okuyamaz dedi.” İbni Ebi Şeybe: 1/125

8) Ebu’l-Aliye (Rahmetullahi Aleyh): “Hayızlı kadın Kur’an okuyamaz dedi.” İbni Ebi Şeybe: 1/126

9) Ebu Vail (Rahmetullahi Aleyh): “Cünüp ve hayızlı Kur’an okuyamaz dedi.” İbni Ebi Şeybe: 1/125

10) İbni Cüreyc (Rahmetullahi Aleyh) dedi ki: “Âtâ (Rahmetullahi Aleyh)’e:

−Hayızlı ve cünüp olan Kur’an’dan ne okuyabilir? dedim. Âtâ (Rahmetullahi Aleyh): −Hayızlı kadın Kur’an’dan hiçbir şey okuyamaz... dedi.” Abdurrezzak: 1303, İbnu’l-Munzir Evsad: 2/97

11) Ma’mer (Rahmetullahi Aleyh) dedi ki:“Zuhri (Rahmetullahi Aleyh)’e:−Hayızlı kadın ve cünüp olan Allah’ı zikreder mi? dedim. Zuhri (Rahmetullahi Aleyh): −Evet dedi. Ben:−Kur’an okuyabilir mi? dedim. Zuhri (Rahmetullahi Aleyh):−Hayır dedi. Ma’mer devamla Hasanu’l-Basri ve Katâde (Rahmetullahi Aleyh): ‘Hayızlı kadın ve cünüp kimse Kur’an’dan bir şey okuyamaz diyorlardı.” Abdurrezzak: 1302, İbnu’l-Munzir Evsad: 2/96

12) İbrahim en-Nahaî, İbni Cubeyr (Rahmetullahi Aleyh) gibi imamlar: “Hayızlı kadın Kur’an’dan hiçbir şey okuyamaz dediler...” İbnu’l-Munzir Evsad: 2/97

13) İmam Şafii (Rahmetullahi Aleyh) şöyle dedi: “Cünüp ve hayızlı Kur’an’dan hiç bir şey okuyamaz.” İbnu’l-Munzir Evsad: 2/97

14) İmam Nevevi (Rahmetullahi Aleyh) bu ifadeye binaen Şerhu’l-Mühezzeb’de şöyle demektedir: “Cünüp ve hayızlı kimsenin ister az olsun, ister çok olsun Kur’an’dan bir şey okuması haramdır.”
Adetli (hayız) kadın namaz kılmaz ve oruç tutmaz Nureddin Yıldız

https://www.youtube.com/watch?v=Nh9EdjJktjM




19 Ekim 2018 Cuma

Deyyus nedir; kimlere denir?










Deyyuslar, iffet ve namusunu korumayan ve başkalarından kıskanmayan erkeklerdir. Eşinin mahrem yerlerini yabancı erkeklerin görmesinden rahatsız olmayan, eşini yabancı erkeklerle başbaşa bırakan, karısının ve yakınlarının namuslarına halel getirecek davranışlarına karşı gayret, kıskanma duymayan, onların ırzlarını sakınmayan kimselere denir. Kadının tesettürü olmadan dışarı çıkmalarına, gelip-geçenin onları seyretmesine erkek razı olamaz.

Deyyuslar için hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Üç kimse vardır ki, kıyâmet günü Allah onların tarafına bakmaz; anne-babasına âsî olan çocuk, erkeğe benzemeye çalışan kadın ve deyyûs." [Nesâi, Zekât 69]

"İşittiğime göre kadınlarınız çarşı ve pazarlarda erkekler arasında gezip dolaşıyorlar. Sizde kıskançlık duygusu yok mu? Şunu bilin ki kıskanmayan kimsede hayır yoktur." Hazreti Ali

''(Namusunu) Kıskanmak imandandır, ''(Namusunu) kıskanmamak nifaktandır namusu kıskanmayan deyyustur'' demiştir. Beyhaki Şuabul İman hadis no 10797.

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Üç kişi asla cennete giremeyecektir. Deyyus olan erkekler, erkeğimsi kadınlar ve içki müptelaları” Bunun üzerine sahabeler: “Ey Allah’ın Rasulü! İçki müptelasını anladık, Deyyus olan erkekler ne demektir?” dediler. Buyurdu ki; “Ailesinin yanına kimin girdiğini önemsemeyen kimsedir” Dedik ki: Ya erkeğimsi kadınlar? Buyurdu ki; “Erkeklere benzeyen kadınlardır” (Beyheki, Şuab’ul İman: 10310) Hadisin başka bir lafzında ise deyyus şu şekilde tanımlanmaktadır: وَالدَّيُّوثُ “، الَّذِي يُقِرُّ فِي أَهْلِهِ الْخَبَثَ…“Ailesi hakkında kötü şeyleri (ahlaksızlığı) umursamayan kişi(de cennete giremez)” (Müsned-i Ahmed, no: 5372) Tibi, bu hadisin şerhinde şöyle demektedir: أي الذي يرى فيهن ما يسوءه ولا يغار عليه ولا يمنعهن “Yani, ailesinde hoşuna gitmeyecek davranışlar gördüğü halde ne kıskanan ne de engellemeye çalışan kişidir.” (Şerh’ul mişkat, 6/2556)

Ebu Hureyre’nin Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemden rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

“Cehennem ehlinden iki sınıf var ki, henüz onları görmedim. (Biri) sığır kuyrukları gibi kamçılarla insanları dövenlerdir. Diğeri de, giyinik, fakat çıplak olan, salınarak veya kibirlenerek yürüyen, öteki kadınlara da kendileri gibi olmayı telkin eden ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. Onlar cennete girmeyecekler, onun kokusunu bile alamayacaklar. Hâlbuki onun kokusu şu kadar ve şu kadar mesafeden hissedilir.” (Müslim: Cennet, 52)





10 Ekim 2018 Çarşamba

Ömer Bin Abdülaziz Yönetimde ve Takvada Örnek Halife






Babası, Mısır’a vali tayin edildiği zaman o, ilme karşı duyduğu derin ilgiden dolayı babası ile Mısır’a gitmek istememiş ve şöyle demiştir: “Beni Medine’ye gönder. Oradaki fakîhlerden ders alırım. Onların ilim ve faziletlerinden istifade ederim” (İbn Kesîr, el-Bidaye ve’n-Nihaye, Beyrut 1966, IX,192-193). Bunun üzerine babası onu Medine’ye göndermişti.


Hicaz valisi sıfatıyla Medine’ye ulaşır ulaşmaz, Medine’nin büyük âlimlerinden on kişiyi seçerek kendisine bir istişare heyeti oluşturdu. Bu âlimlere şöyle hitap ediyordu: “Sizinle danışmadan ve İslamî hükmünü iyice ortaya çıkarmadan herhangi bir iş görmek istemem. Ayrıca memurlarımdan birinin zulüm ve haksızlığını görür veya işitirseniz mutlaka bana bildirmelisiniz”


Medine’de vali olarak bulunması, buradaki seçkin âlimlerden istifade etmeye devam etmesini sağladı. O, Tabiinden âlimlerle sürekli görüşüp ilim tahsiline devam ederken, Sahabilerden hayatta olanlardan da Resulullah (salat ve selam olsun) hakkında bilgiler almayı ve hadis dinlemeyi ihmal etmiyordu.


Halîfe Ömer bin Abdülazîz¸ emîrlerin kendisine biatinden sonra şunları söylemişti: “Ey İnsanlar! Ancak şu beş şartla kapıma yanaşınız: 1- Derdini anlatamayan âciz ve zayıfların ihtiyaçlarını iletmek. 2- Göremediğimiz zaman bize adaleti göstermek. 3- Bize ve insanlara ait emanetin gereğini hatırlatmak. 4- Hakkı yerine getirmekte bize yardımcı olmak. 5- Yanımızda hiç kimsenin koğuculuğunu yapmamak.”


Halîfe olduktan sonra getirilen süslü alay atlarına binmedi ve hilafet sarayına değil: “Benim kıl çadırım bana yeter!” diyerek evine gitti. Hanımını yanına çağırdı: “Eğer benimle yaşamak istiyorsan, ziynet ve mücevherlerini “beytülmal”e bırak. Zîra onlar, senin yanında iken, ben seninle olamam…” dedi. Hanımı da onun bu arzusunu yerine getirdi. Bütün ziynetlerini beytülmale hediye etti. Kendisinin 50.000 altınını fukara ve gurabaya dağıttı. Hizmetkarlarını serbest bırakarak tebasının en mütevazî yaşayan bir ferdi gibi yaşayarak, ümmete tevazu ve fazîlet örneği oldu.


Ömer, babası Abdülaziz’den ve kayın babası ve amcası Abdülmelik’den kendisine intikal eden bütün malları beytülmale iade etti. O, bu malların Emevîler tarafından haksız olarak el konmuş mallar olduğuna inanıyordu.


Ömer b. Abdülaziz’in ekonomik uygulaması sayesinde İslâm devletinin her yerinde refah seviyesi yükselmiş, daha önce yoksulluk içinde bulunan kalabalık halk kitlesi, normal bir yaşama kavuşarak ihtiyaçlarını rahatça karşılayabilecek bir duruma gelmiştir. O, ticaret yapan kimselerin dışında kalan herkese beytülmaldan maaş bağlamıştı. Uyguladığı âdil siyaset ile fakir zümre ortadan kalkmış, toplanan zekâtların dağıtılması için memurlar zorluk çekmeye başlamıştı. Çünkü zekâta ihtiyacı olan kimse bulunamıyordu


Yahya ibn Sâid’den şöyle bir rivayet nakledilmektedir: “Ben Afrika bölgesinin zekât amili idim. Zekatları topluyor, fakat dağıtacak ihtiyaç sahibi kimse bulamıyordum. Ömer’in uygulaması insanları zengin yapmıştı. Ben bu paralarla köle satın alıp azat ediyordum”


İbn Kesîr, “Ömer b. Abdülaziz çarşı pazarlara memurlar göndererek şöyle bağırmalarını emrederdi: “Ey borçlular! Ey evlenmek isteyen gençler! Ey yetimler! Ey fakir ve muhtaçlar! Neredesiniz, geliniz! Nasibinizi alınız” Ömer böylece bütün bu insanları zengin yapmıştı” demektedir


İbrahim İbn Bekkûr: “Ömer b. Abdülazizi Medine’de gördüm. O, insanlar arasında en güzel giyineni, en güzel kokular sürüneni ve yürüyüşünde en heybetli olanı idi. Halife olduktan sonra da onu gördüm; dünya nimet ve lezzetlerini tepmiş, takva sahibi bir mümin gibi yürüyordu”


Halifeliği döneminde yaptığı bütün işlerde Kıyamet gününü, hep gözünün önüne getirip, kalbinde hissederek, devamlı bir vicdan muhasebesi içindeydi. Halkının haklarını layıkı veçhile yerine getirememekten çok endîşe ederdi. Hulefa-i raşidînin izinden yürüdüğü için kendisine “Beşinci Halîfe” unvanı verildi.


Halîfe olduğu zaman, oldukça iri bir vücuda sahipti. Fakat kısa zamanda eridi Sırtındaki kemik izleri görülür hale geldi.


Ömer b. Abdülazîz hilafet makamına geçtiği gün, zamanın tanınmış, zühd sahibi ve ehl-i hal alimlerini toplayıp: “Halk bu hilafeti her ne kadar nimet gibi kabul etse de, benim için taşınabilmesi güç, çok ağır bir mes’üliyyet olarak görüyorum. Bana aid tavsiyelerinizi rica ederim” dedi. Onlardan bir tanesi şu veciz nasihatte bulundu: “Ey Halîfe! Yarın kıyamet günü kurtulmak istersen, müslümanların yaşlılarını baban, gençlerini kardeşin ve küçüklerini evladın bil! O zaman bütün müslümanlara kendi evindeki ana-baba-kardeş ve evladın gibi muamele etmiş olursun..” dedi.


Halife Ömer saraydaki lüks eşyaları beytülmâle koydurması, köle ve câriyeleri âzat etmesi, halktan biri gibi yaşaması ve hutbelerde sadece halifeler için yapılan duayı halk için okunan umumi duaya çevirmesi gibi uygulamalarıyla Emevîler’in geleneksel saltanat görüntülerine son verdi.


Valilerin ticaretle uğraşmasını ve hediye almasını yasakladı. Halka mazlumun yanında olduğunu, memurlardan şikâyetçi olanların doğrudan kendisine başvurabileceğini bildirdi. Cuma gününü mezâlim mahkemesi duruşmalarına ayırdı. İdam ve el kesme cezalarının kendisinden izin alınmadan uygulanmasını, suçlulara dayak atılmasını yasakladı. Hapishaneleri ıslah ederek suçluları işledikleri suçlara göre ayrı koğuşlara yerleştirdi.


Ömer bin Abdülaziz, bugünkü devletlerin bile tüm halk için temin etmeye imkanları olmadığı ve hatta böyle bir uygulamayı düşünmedikleri halde o, her aile için barınacağı bir ev, işlerini göreceği bir binek ve kendisine yetecek kadar ev eşyası temin edip bunları halkın vazgeçilmez ihtiyaçları olarak görmekte idi. Hatta evi, bineği ve tüm ihtiyaçlarını karşılayacak ve eşyası olan böyle bir kimsenin borcu olduğu takdirde onun borcunu devlet öderdi. Ömer: "Bunlar her Müslümanın temel ihtiyaçlarıdır. Böyle bir kimsenin borcu varsa onu da ödeyiniz" diye emir veriyordu


İlk İslâm tarihçileriyle bazı şarkiyatçılar, sadece iki buçuk yıl sürmesine rağmen onun döneminde büyük bir maddî kalkınma olduğu konusunda birleşirler. Kendisine karşı sevgi ve güven duyan mükellefler zekâtlarını ve vergilerini ödemede duyarlı davrandıkları için halkın refah seviyesi yükseldi. Ticaretle uğraşanlar dışında herkese yeterli miktarda maaş bağlandı ve böylece ülkede muhtaç kimse kalmadı. Zekâta muhtaç müslümanların sayısının azalması sebebiyle artan zekât ve vergi gelirlerinin bir kısmı esirleri kurtarmak, borçlulara yardım etmek, fakir bekârları evlendirmek için kurulan yardım fonlarına aktarıldı. Fakirler ve yolcular için aşevleri, işlek yollar üzerinde yolcuların bir gün ücretsiz olarak kalabilecekleri konaklar inşa edildi.


Halifeliğinde, yanına bir heyet gelmişti. Heyetten bir genç nutuk söylemeye başladı. Bunun üzerine “Sen dur, yaşlınız konuşsun” diyerek genci uyarmak istedi. Genç: “Ey Emîr-ül-mü’minîn! İş yaşa göre ise, müslümanların içinde senden daha yaşlı olanlar yok mu?” deyince; “Konuş bakalım.” diyerek gence söz verdi. Genç; “Biz senden bir şey isteyen ve senden korkan bir heyet değiliz. Bir şey istemiyoruz. Çünkü lütuf ve ihsânınız o kadar çok ki, bu bize kadar ulaşmıştır. Senden korkmuyoruz. Çünkü adâletin bizi korkmaktan emîn kılmıştır” dedi. “Siz kimsiniz?” deyince, “Teşekkür heyetiyiz. Teşekkür edip geri dönmek için geldik” dedi.


Bir Cuma namazını kıldırdıktan sonra, insanların arasında oturdu. Sırtındaki elbisenin iki tarafı da yamalı idi. Birisi kendisine dedi ki: “Ey mü’minlerin emîri! İmkânlarınız var. Daha kıymetli elbise giyseniz olmaz mı?” dedi. Ömer ( radıyallahü anh ) bir müddet düşündü ve başını kaldırıp, “Varlıklı halde iken iktisad etmek ve hakkını almaya gücü yettiği halde affetmek, hakkını helâl etmek çok makbûl ve çok faziletlidir” buyurdu.


Birgün etrâfındakiler Ömer bin Abdülazîz’e: “İnsanların en ahmak olanı kimdir?” diye sorunca, “Ahiretini dünyâ için satan, ahmaktır, âhiretini başkasının dünyâsı için satan ise daha ahmaktır” buyurdu.


İnsanlara olduğu gibi hayvanlara da merhametliydi. Bir katırı vardı. Bunu pazarda çalıştırır, gelen parayla da ihtiyâçlarını temin ederdi. Katır çalıştıran işçisi, bir gün normalden fazla para getirince “Neden böyle fazla para geldi?” dedi. “Pazar kalabalık ve bereketliydi” cevâbına karşılık; “Hayır, böyle değil. Sen katırı çok çalıştırıp, yordun. Katırı, üç gün dinlendir” emrini verdi.


Enes bin Mâlik hazretleri onun hakkında: “İmâmlık yapmakta Resûlullah efendimize, Ömer bin Abdülazîz’den daha çok benzeyen kimse görmedim.” buyurdu.


Mus’ab b. A’yun anlatır: “Ömer b. Abdülaziz halife iken Kırman’da koyun güderdim. Koyunlar ile kurtlar birlikte dolaşırdı. Bir gece ansızın kurtlar koyunlara saldırdı. İçimden: “Şu adil halîfe ölmüş olmalı’” dedim. Araştırdım. Ömer b. Abdülaziz’in o gece vefat ettiğini öğrendim


Ömer: Büyük hukukçu Salim’us-Sûddî’ye: “Hilafetim, seni sevindirdi mi, üzdü mü?” Sûddî: “İnsanların hesabına sevindim; ama senin payına da üzüldüm.” Ömer: “Nefsimin helakınden korkuyorum.” Sûddî: “Korkuyorsan çok iyi… Çünkü ben de korkmamandan endişeliydim.” Ömer: “Bana bir öğüt ver!” Sûddî: “Şunu unutma: Babamız Adem, bir tek günah için cennetten çıkarıldı” dedi.


Ömer çok dindar ve lüks yaşamadan hiç hoşlanmayan bir halife olarak ün aldı. Sarayını Süleyman’ın ailesine bırakıp, mütevazi bir evde yaşamaya başladı. Giysileri o kadar basit keten ve pamuktandı ve o kadar süsten noksandı ki görenler kendini bir uşak sayabilirlerdi. Karısını haremde ziyarete gelen bir misafir kadının halife karısının yakınında bahçenin duvarını tamir eden yamalı elbiseli ve uşak kılıklı bir erkeğin bulunmasına sinirlenip halife karısını “Sen Allahtan utanmıyor musun? Nasıl olup da bu amele yanında örtünmeden durabiliyorsun?” diye azarlamış olduğunun; ama bu amele gibi çalışan kişinin Halifenin kendisi olduğunu öğrenince çok utandığının hikâyesini tarihler yazmıştır.


Halife Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ) her gün âlimleri çağırır, onlarla ölüm ve kıyâmet hâllerinden konuşurlardı. Konuşmalar onlara o kadar te’sîr ederdi ki, sanki içlerinden biri vefât etmiş gibi ağlarlardı.


Ömer bin Abdülazîz hazretleri Allahü teâlânın emir ve yasaklarını yerine getirmede ve halka bildirmede çok dikkatliydi. Ömer bin Abdülazîz’in devrinde halk dahi ibâdet ve tâat yoluna girdi. Meclislerinde: Bu gece ne okudun? Kur’ân-ı kerîmden kaç âyet ezberledin? Bu ay kaç gün oruç tuttun? gibi sözler söylenmeye başlandı.


Büyük evliyâ ve âlimlerden Süfyân-ı Sevrî hazretleri ve İmâm-ı Şafiî buyurdular: “Halîfeler beştir; Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali ve Ömer bin Abdülazîz’dir.”


Mâlik bin Dinar buyurdu: “Dili dönen, zahidim deyip duruyor. Zâhid, Ömer bin Abdülazîz gibi olur ki, dünyâ ayağına geldiği halde onu reddeder.”


Bir gece ona misâfir geldi. O bir şey yazıyordu. Misâfiri de yanında oturuyordu. Lâmbasının yağı azaldı. Sönecek gibi oldu. Misâfir; “Yâ Emir-el-müminîn! Kalkıp lambaya yağ koyayım mı?” deyince; “Misâfirine iş gördürmek, insanın mürüvvetine yakışmaz.” buyurdu. “O halde hizmetçiyi kaldırayım mı?” “O da olmaz; daha akşamın ilk uykusundadır.” Ömer bin Abdülazîz hazretleri kalkıp, lambaya yağ doldurdu. Misâfir bu hâli görünce hayretle: “Ama, bu işi kendin yaptın, neden.” deyince; “Bu işi yapmaya giderken, Ömer’dim. Yaptım, bitirdim; yine Ömer’im. İnsanların Allah katında hayırlısı tevâzu sâhibi olanlarıdır.” buyurdu.


Yakınlarından birisi Ömer b. Abdülaziz'e bir elma hediye göndermişti. O da elmayı biraz kokladıktan sonra sahibine geri gönderdi. Elmayı geri götüren görevliye şöyle dedi: - Ona de ki, elma yerini bulmuştur. Fakat görevli itiraz edecek oldu: - Ey müminlerin başkanı! Rasulullah Aleyhisselâm hediye kabul ederdi. Bu elmayı gönderen de senin yakınlarındandır. Halife cevap verdi: - Evet ama, Resulullaha (salat ve selam olsun) verilen hediye idi. Bize gelince, bize verilen hediyeler rüşvet olur.


Valilerin maaşlarını çok bol verirdi. Sebebini şöyle açıklardı: - Valiler para sıkıntısı çekmezler, bütün ihtiyaçları karşılanırsa, kendilerini halkın işlerine vakfederler.


Zimmilerin (gayrimüslimlerin) Müslüman şehirlerine içki sokmalarını bir genelgeyle yasaklayan Ömer bin Abdülaziz, daha önce yerleşmiş olan bu geleneğin sonunu getirdi. Ömer bin Abdülaziz'in, Kınnesrin yakınlarındaki Hanasır'da bulunan, şarap satılan bir sokağı yıktırdığına, kadehleri de kırdırdığına şahit olunmuştur. Valilerinden birine şöyle yazmıştır: "Kötü ahlak sahibi olan ve fuhuş yapanları hapset. bu işi yapan kadınları ise tekli hücrelere kapat."


Diğer bir uygulamaları da hemen Fırat Nehri üzerindeki Menbic Köprüsü üzerindeki geçiş ücretini kaldırması idi. Halka, yol ve köprü yapmak yönetimin görevi olduğu için böyle bir ücretin alınması meşru görmemişti...


Bir gün hizmetkârı Müzâhim'i de yanına alarak şehri teftişe çıktı. Yolcu kafilelerinin geçtiği uzak yol ayrımlarına kadar gittiler. Kılık kıyafet değiştirdikten sonra yolcuların arasına girerek, gelip geçenlere devlet idaresinden memnuniyet ve şikâyetlerini öğrenmeye çalıştı. Bir yolcuya yaklaşarak sordu: "Yurdundan ayrılırken insanlar ne hâldelerdi?" Adam ona şu karşılığı verdi: "Kısaca mı yoksa detaylıca mı anlatmamı istersin?" "Kısaca anlat." "Yurdumu terk ederken, zalim alçak ve mağlup, mazlum muzaffer ve galip; zengin varlıklı, fakir de destek gören, yardım edilen bir durumdaydı…" Halife Ömer, konuştuğu adam, onun sevinç infialini ve gözlerinden süzülen mutluluk gözyaşlarını görmesin diye hemen oradan uzaklaştı. Hizmetkârı Müzâhim'e dönerek: "Allah'a yemin ederim ki, benim nazarımda, bütün yurdun bu adamın anlattığı gibi olması, güneşin aydınlattığı her şeyden çok daha hoş ve güzeldir."


ÖMER BİN ABDÜLAZİZ’İN HUTBELERİ VE SÖZLERİ


"Allah Teala'nın kitabında ve Rasulullah'ın koyduğu sünnetlerde hiçbir kimsenin görüşü (içtihadı) olamaz. Ümmet'in ictihadı, ancak hakkında ayet nazil olmayan ve Rasulullah'ın sünnetinde geçmeyen konularda olur."Ömer Bin Abdülaziz Darimi. Sünen, c.1 s. 125 no 432


“Allah’tan korkun ve aşırı şakadan kaçının; zîrâ aşırı şaka, kin tutmağa, kin de kötülüklere sebep olur.”


Ömer bin Abdülaziz'e ashap arasında meydana gelen savaşlar sorulduğunda şu cevabı vermiştir: "O akan kanlara Allah elimizi bulaştırmadı. Biz neden dilimizi bulaştıralım."


İlk hutbesinde “Ey Nas! Kuşkusuz Kur’an’dan sonra Kitap, Muhammed’den (salat ve selam olsun) sonra Peygamber yoktur. Bilesiniz ki, ben hakim değil infaz ediciyim. Kanun koyucu değil tâbiyim. Ben sizin hiçbirinizden daha hayırlı değilim; üstelik içinizde yükü en ağır olan kişiyim. Zalim devlet reisinden kaçan adam zalim değildir. Şurasını iyi biliniz ki, Allah’a isyan hususunda kula itaat edilmez.”


Ömer bin Abdülazîz, Şam’da, bir minber üzerinde hutbe okudu. Allahü teâlâya hamd ve senâdan sonra üç şey söyledi. “Ey insanlar! İçinizi, kalblerinizi düzeltirseniz, zâhiriniz, dışınız da iyi olur. Âzâlarınız, gözünüz, kulağınız, elleriniz, ayaklarınız, hayır işler, Allahü teâlânın beğendiği şeylerle meşgûl olur. Âhiretiniz için sâlih ameller işleyiniz. Böylece dünyânızı da korumuş olursunuz. Hazret-i Âdem’den îtibâren, kendisine kadar bütün dedeleri ölüp gitmiş olan kimse de bir gün ölecektir.”


Ömer bin Abdülaziz'in hutbelerinden: "Ey insanlar! Dünya hayatı size çok uzun, kıyamet günü de size çok uzak gelmesin. Eceli gelen kimsenin kıyameti kopmuş demektir. Kötü kişinin çekinmeden ayıbını yüzüne karşı söyleyin, sünnetin hilafına olan bir davranışı da güzel görmeyin. Allah'a isyan edene itaat edilmez... Ben, Allah'tan başka hiçbir yardımcısı olmayan kişinin yardımcısıyım. Size öyle bir yol çizmek istiyorum ki; yaşlılar bunu izleyerek hayatlarını yitirsinler, küçükler, bu yolda büyüsünler, ta ki bundan başka hiçbir hak yol görmesinler. Sizin mal ve eşyanızı hayli bollaştırmak isterim, ancak bu malları sizlere hak yoldan ulaştırayım. Allah'tan başka güç ve kuvvet sahibi kimse yoktur."


Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahu anh ) Evzâî’ye yazdığı bir mektûbunda, “Biliniz ki, ölümü çok hatırlayan kimse, az bir dünyalık ile iktifa eder, konuştuğu kelimelerin hesabını vereceğini düşünen kimse çok az konuşur, ancak lüzumlu sözleri söyler” buyurdu.


"Dünyada hoşuna giden şeylerle karşılaşınca ölümü hatırla. Bu davranış nefsinin istek ve arzularını azaltacak, seni dünyaya meyletmekten kurtaracak. Seni kedere, hüzne boğan bela ve musibetlerle karşılaşınca ölümü hatırla. Bu da çektiğin ıstırap ve çileyi hafifletecek, sorunlarını aşmanı sağlayacaktır…”


Ömer bin Abdülaziz’in hutbelerinden: “Ey insanlar! Sizler ölümün hedeflerisiniz. Ölüm, sizden dilediğini seçer. Dün geçti, o sizin hakkınızda şahiddir. Bugün mühim bir emanettir. Onun kıymetini iyi bilip değerlendirmek lazımdır. Yarın ise, içindeki meçhul hadiselerle gelmektedir. Ölümden kaçış nereye olacaktır? Sizler şu dünyada yüklerinizi bineklere yüklemiş yolcular gibisiniz. Yükleriniz başka bir alemde çözülecek. Sizler şu dünyada sizden önce gelenlerin yerine geçtiniz. Fakat siz de yerinizi sizden sonra geleceklerin yerine terk edeceksiniz. Sizin aslınız, yani dünyaya gelmenize vesîle olanlar, hemen hemen hiç kalmadı gibi… Sizler de aynı şekilde göçeceksiniz! Ey cemaat! Kendimde bir üstünlük gördüğüm için size böyle nasîhat ettiğimi zannetmeyin! İçinizde belki benden daha çok rahmet ve mağfirete muhtaç kimse yoktur. Kendim ve sizler için Rabbime sığınıyorum. Allah’ın –celle celâlühû– kitabını, Allah Rusûlü’nün –sallâllâhu aleyhi ve sellem– sünnetini, güzel ahlak ve kalbî duygularını kendinize örnek alınız. Ancak kurtuluş bundadır”.


Ömer Bin Abdülaziz’in valilerinden birine yolladığı mektup; “Cenab-ı Allah bir kavmi bizzat kendisi yahut kullarından bir kimse vasıtasıyla cezalandırmak isterse o kavim içinde kötülükler meydana gelir ve salih kimseler de o kavmi asla ikaz etmezler. O insanlar cezalardan da muaf tutulamazlar, aralarında kötülük işleyenlerin kökü kazınmadıkça.... Haram işleyen o müfsit insanları da, salih insanlar, haramdan alıkoymaya çalışmasalar o zaman gökten yeryüzüne bela ve cezaların indirileceği muhakkaktır. Bu cezalar, masiyet işleyen yöneticiler ve onlara dalkavukluk edenlere daha çok yakındır. Ben, böyle bir ceza ve belanın Allah tarafından indirildiğinde insanlardan bir kısmının helak olduğunu, bir kısmının da kurtuluşa erdiğini kitabın yazdığını biliyorum... Ancak münkerden alıkoyan bir kavim olsalar o zaman Allah onları mutlaka korur. Cenab-ı Allah bizzat kendisi cezalandırmayabilir. Belki günahkarı günahkara, zalimi de zalime musallat ederek onları birbirine kırdırır. Sonra bu yok olan iki kitlenin ikisi de cehennemi boylar. Allah'ım! Bizi zalim yahut zalimlere dalkavukluk yapan yağcılardan eyleme!.. Bana ulaşan haberlerden içinizde kötülüklerin hızla arttığını, şehirlerinizde fasıkların çoğaldığını öğrenmiş bulunuyorum. Allah'ın sevmediği işleri ve kötülükleri işlemekten ve haramlara düşen kimselere yağcılık yapmaktan kaçınınız. Allah'a yakın olmayı arzu eden ve Allah'tan korkan kimseler arasında bu kötülükler asla yayılmaz. Onlar fâcir insanlardan uzak, aziz ve şerefli kimselerdir. Sizden evvel gelip geçenler böyle değildi... Onlar ancak "Kafirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler...” el-Fetih, 48/29 "Mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve zorlu... Allah yolunda savaşırlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. " el-Maide, 5/54”


Hasta yatağında iken yakınları: “Senden sonra evlatlarına, ailene beytülmalden bir şeyler vasiyet et’” dediklerinde o: “Çocuklarım ya salih veya şerli kimseler olacaktır. Salih olurlarsa onların böyle bir şeye ihtiyacı yoktur. Şayet şerli olacaklarsa, benim onlara bırakacak birşeyim yoktur. Her iki halde de buna lüzum kalmamaktadır.” dedi.


Ömer Bin Abdülaziz’in cephe komutanına yolladığı mektup: Bizler, düşmanlarımızın günahlarından dolayı onlara galip geliyoruz. Öyle olmasaydı onları yenecek gücümüz olmazdı, zira sayıları bizlerden daha çok, silahları silahlarımızdan daha güçlüdür. Kuvvetimizle ve hakkımızla onlara galip gelemeyiz. Onun için düşmanlarınızdan çok günahlarınızdan sakının.


“Hasta bir dostunuza ilaçla tedavi etme imkanı olduğu müddetçe asla cerrahi bir yolla tedaviye başvurmayın”


Ömer Bin Abdülaziz’in valilerinden birine yolladığı mektup: Yol üzerinde hanlar inşa ettir. Ümmetten gelip geçenleri bir gün bir gece konuklandır. Onların ve hayvanlarının rahatını sağla. Hasta olan yolcuları ise iki gün iki gece barındır. Aralarında yolda kalmış olan varsa, onu gideceği yere ulaştır.


Allah teala müminleri İslam ile şereflendirip aziz kıldı. Onlara muhalefet eden İslam düşmanlarını da zelil etti. Müminleri insanlar için gönderilmiş hayırlı bir ümmet yaptı. Müminlerin başına ehli küfürden kimseyi geçirmeyin. Allah'ın onları aziz ve şerefli kılmasından sonra kâfir ve zâlimlerin tasallutu altına girmesinler. Zira müminlerin, kendilerini o kâfir ve zâlimlerin kötülüklerinden ve hilelerinden korumaları güç olabilir. Aldatmalarından korunabilmek zordur.


Namaz vaktinde tüm işlerinizi bırakın. Namazı zayi eden insan, diğer işleri çok daha kolay zayi eder.


Sizler vali olduğunuz halde ticaretle meşgul olmayın. Çünkü vali, ticaretle meşgul olmaya başladı mı, ne kadar dikkat etse de elinde olmadan ayrıcalığa sahip olur, tekel oluşturur ve malı zorla elde eder.


Ömrüme yemin olsun ki Allah yolunda cihadlardan birisi de, haram işleyen kimselere karşı, kişinin eliyle ve diliyle cihad etmesidir. Bu haram işleyen velev ki insanın babası, kardeşi veya akrabası dahi olsa... Muhakkak ki Allah'a giden yol; ona itaat ederek varılan yoldur. Birçok kimsenin "Falan adam güzel huyludur. nefsine hakimdir, mütevazıdır derler ve yaptığında riya olur” diye emri bil maruf ve nehyi anil münkerden uzak kaldığını duydum. Allah, böyle düşünenlerinizi asla ahlaki ve huyu en iyi olanlarınız olarak kabul etmez. Böyle davranan kişi nefsine zulmetmiş ve sorumluluktan kurtulmamış. bilakis sorumlu olmuş demektir. Zira o, Allah'ın emrettiği "iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak" prensibini terk etmeyi kendisine prensip edinmişti. Birçok kimsenin "Ey iman edenler. siz nefislerinizi ıslah etmeye bakın. Kendiniz doğru yolu bulunca sapanlar size zarar vermez."el-Maide, 5/105 âyetini dillerine dolayıp yanlış yorumladıklarını duydum. Demek biz hidayete erersek, dalalet ve sapıklığa düşenlerin dalaletleri bize asla zarar vermez. O halde biz de sapıklık ve dalalete düşersek hidayete erenlerin hidayeti de bize fayda vermez. "Günahkâr hiçbir nefis diğerinin (günah) yükünü taşımaz.” el-En'am, 6/164 Ama bize düşen görev, iyiliği emir ve kötülükten alıkoymaktır. iyilik ve takva üzere yardımlaşmak müminlerin vasıflarındandır. Cenab-ı Allah şöyle buyurur: "Fesat planları hazırlayanlar, Alah'ın kendilerini yere batıracağına yahut şuurlarının eremeyeceği cihetlerden kendilerine azap gelip çatacağına karşı emin mi oldular artık?" en-Nahl, 16/45


Ömer Bin Abdülaziz başka bir genelgesinde, ölüler için ağlayıp feryat etmeyi, kadınların cenazeleri takip etmesini ve tekrar yaşanmaya başlayan cahiliye adetlerini yasakladı. Kadınların tesettüre uymasını emretti. Valilerine gönderdiği mektubunda şöyle diyordu: "Emniyet görevlilerine söyle, gerek sokaklarda ve gerekse evlerde ölüler için kadınların feryat ederek ağlamalarına engel olsunlar. Allah, musibete uğrayanlara hem dünyada hem de ahirette mükafat vereceğini bildirmektedir. "Onlar ki bir musibete uğradıkları zaman biz (dünyada) Allah'ın (teslim olmuş kullarıyız) ve biz (ahirette de) ancak ona dönücüleriz diyenlerdir Işte Rabblerinden mağfiretler ve rahmet hep onların üzerindedir ve onlar doğru yola erdirilenlerin ta kendileridir" bakara suresi 156-157


Abdullah b. İyaz babasından nakleder: Bir gün, Ömer b. Abdülazîz yanındakilerle beraber bir cenazeyi defn etmişlerdi. Cemaat dağılmıştı. Ömer b. Abdülazîz bir müddet kabrin başında kaldı. Yanındakiler sordu: “Ey mü’minlerin emîri. Siz bu cenaze sahibi değilsiniz. Niçin burada bu kadar uzun kaldınız?” Onlara şu şekilde cevap verdi “Bana kabir, hal lisanı ile, “Onların kefenlerini yırtıyorum, vûcûdlarını parçalıyorum, kanlarını emiyorum.. Hala benden ibret alınmıyor!..” diyor “. Bu sözleri söyledikten sonra Halîfe ağlamaya başladı. Etrafındaki yakınlarına şu nasîhatte bulundu: “Dünya ne kadar aldatıcı! Dünya’da üstün mevkî ve varlık sahibi olmak hiç fayda vermiyor. Genç, ihtiyarlıyor, sonunda oluyor. Sakın dünyanın fanî lezzet ve safası bizi aldatmasın! Hani nerede bizden evvel yaşayıp, ölümü kendisine uzak görenler?! Burada sıhhat, güç ve kuvvetlerine aldandılar. Bu yüzden günah işlediler. Çok zavallı kimseler de onlara gıpta edip “Biz de onlar gibi yaşasak” diyorlardı. Şimdi onlara ne oldu? Toprak bedenlerini yedi kemikleri kurtlara azık oldu. Halbuki onlar, dünyada iken kuvvetli bir aile içindeydiler. Herkes kendilerine ikram ediyordu. Şimdi ise heyhat!.. “


"Ömer İbn Abdulaziz'i seven ve onun iyiliklerinden bahsedip te bu iyilikleri yaymak için çalışan birini gördüğünde, bilki bu işin sonunda bir hayır vardır. İnşaallah..." Ahmed İbn Hanbel


KAYNAKLAR;


Ömer b. Abdulaziz Hayatı-Ahlakı-Siyaseti - İbn Abdulhakem


Ömer İbn Abdülaziz (Ahmed Ağırakça)


http://www.nurnet.org/omer-bin-abdulaziz-r-a-kimdir-679-720-kisaca-hayati/


http://www.islamveihsan.com/omer-bin-abdulaziz-kimdir.html


http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Alimleri-Ansiklopedisi/Detay/OMER-BIN-ABDULAZIZ/1059


http://www.alim.gen.tr/haber/omer-b-abdulaziz-r-a






9 Ekim 2018 Salı

İslam'a Uymadığımız için Kaybediyoruz





bu yazıyı hazırlama amacım birilerini suçlamak değildir. BEN KENDİM DAHİL HERKESİ SUÇLUYORUM! anlamamız gereken şudur islam’a sarılmadıkça, islam’a uymadıkça bu fitne, kargaşa devam edecektir. islami toplumu ve islami devleti inşa etmek zorundayız önümüzde halifeler özellikle Ömer bin Abdülaziz örneği vardır. Ömer bin Abdülaziz islam’a uyarak 2,5 yılda devlete adaleti millete huzur ve zenginliği getirmiştir bu dünya’da huzurlu olmak istiyorsak islam’ı harfiyyen uygulamalıyız HAYATIMIZIN HER ALANINDA!

"Allah’ın üzerinizdeki nimetini ve “işittik, itaat ettik” dediğinizde ona verdiğiniz ve sizi kendisiyle bağladığı sağlam sözü hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir." MÂİDE Suresi 7. ayet meali

*** İslam, İKTİDAR’I elinde bulunduran Müslümanlara, Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyi ve yönetmeyi farz kılmıştır. KUR’AN’DA bu konu şöyle açıklanıyor: MAİDE 44, 45 ve 47: “…Şu halde insanlardan korkmayın, benden korkun. Ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar KÂFİRLERİN ta kendileridir. Tevrat’ta onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılık ve cezadır). Yaralar da kısastır. Kim bunu (kısası) bağışlarsa kendisi için o kefaret olur. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar ZALİMLERDİR. İncil’e inananlar, Allah’ın onda indirdiği (hükümler) ile hükmetsinler. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar FÂSIKLARDIR.” Bu ayetlerde, Allah’ın indirdiği kitaplar ile hükmetmeyen Tevrat ve İncil müntesipleri; KÂFİR, ZALİM ve FASIK olarak nitelendirilmiştir. Bunların bu nitelemelere muhatap olmaları, ellerindeki kitapların hak hükümlerine göre değil, zanlarına ve arzularına göre hükmetmeleridir.

Allah, Peygamberimize de KUR’AN’DA şu emri vermektedir: MAİDE 49 ve 50: “(Sana da Ey Muhammed şu talimatı verdik) Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer (hükümden) yüz çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır. Yoksa onlar (İslâm öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah’tan daha güzel kim vardır ” Ve Allah inananlara emrediyor: MAİDE 51: Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları veli (dost ve yönetici) edinmeyin. Zira onlar birbirinin velisi (dost ve yöneticisidirler). İçinizden onları veli (dost ve yönetici) edinenler, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.”

"Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir." NİSA Suresi 59. ayet meali

"Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar." NİSA Suresi 65. ayeti

"Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir." BAKARA Suresi 85. ayet meali

"O, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir. (Allah) o hak dini bütün dinlere üstün kılmak için (böyle yaptı). Şahit olarak Allah yeter." FETİH Suresi 28. ayet meali

“Sen onların dinlerine uymadıkça, yahudi ve hristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olmazlar. De ki: Şüphesiz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) yoludur. Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (istek ve arzu)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı” (Bakara 120).

“Bugün sizin dininizi ikmal ettim (kemale erdirdim). Üzerinize nimetimi tamamladım. Ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim. (İslâm’a razı oldum.)” ( Mâide Sûresi, 3)

"Allah Teâlâ, ilmi kullardan soymak suretiyle çekip almaz. Ancak ilmi, âlimleri almak suretiyle ortadan kaldırır. Allah hiçbir âlim bırakmayınca da, insanlar bir takım cahil başlar edinirler ve onlara sorular sorarlar, onlar da ilimsiz fetva verirler. Bu yüzden de hem kendileri saparlar hem de başkalarını saptırırlar." (Buhari, İlim, 34; Müslim, İlim, 13, 14; Müsned, 2/162)

"Ümmetimin aleyhine korktuğumun en korkuncu, saptırıcı liderlerdir."(İbn Mace, Fiten, 9; Müsned, 6/441)

İmam Gazali “Siyasetle din, ikiz kardeş gibidirler. Ne siyasetsiz din olur ne dinsiz siyaset olur.”

*** İslam’da din-devlet ayrılığı yoktur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenlerin düştüğü/düşeceği durum âyetlerle beyan edilmiştir. Peygamberimiz, aynı zamanda devlet kurucusu ve devlet başkanı idi. Ana kaynak dindir, İslam’dır, Şeriattır. İslam âleminin içinde bulunduğu vahim durum, yaşanmayan İslam’a mal edilebilir mi? ‘Şeriatla yönetilen ülkelerde hep dikta rejimi olması. Şeriat, insanı diktatör olmaya itiyor olmasın?’ tarzındaki sözler, çok üzücüdür. Bu düşüncede olanların yollarının, yönlerinin doğru ve iyi olmadığını gösterir. Emperyalist devletlerin emrine girmiş, maddi ve manevi hayat tarzlarını Batı’ya/ABD’ye/İsrail’e göre ayarlamış rejimin mensuplarının faturası nasıl İslam’a çıkarılabilir? Böylesine bir insafsızlık bir Müslüman’a yakışır mı?

Âyet/vahiy Kur’an-ı Kerim en üstte birinci müracaat kaynağımız, ikinci sırada Rasulüllah Efendimiz. Siyeri ile hadisleri ile Sünneti Seniyyesi ile… Üçüncü sırada Peygamberimizin dizi dibinde yetişen Sahabeyi Kiram’dır. Sonra o izi süren Allah dostları, mürşidler, müctehitler, imamlar, vs.

Sırayı/sıralamayı bozmayalım: Âyet/Hadis/Sahabe

Allah ve Rasulü’nün ölçüsüne uymayan taraf varsa, hangi cemaat, vakıf, dernek, tarikat/tasavvuf yolcusu olursak olalım, Allah ve Rasulü’nün ölçüsüne uymayan taraf varsa, ‘Allah’a isyan noktasında bazı icraatlar/faaliyetler/eylemler bulunuyorsa, tavır koymak “emri bil maruf, nehyi anil münker yapmak” şarttır, zarurettir. (Gazali’nin İhya’sında bu bölüm dikkatli bir şekilde okunabilir.)

Suudi Arabistan’da Afganistan’da, Irak’ta krallıkla yönetilen veya adı cumhuriyet olup da aslı diktatörlük olan diğer İslâm ülkelerinde yaşanan olumsuzluklar, İslâm adına işlenen cinayetler, insan hakkı ihlalleri bizleri çok zor duruma sokuyor. Muhataplarımıza: “Sizde de aynı olumsuzluklar var, dünyayı sömürüyorsunuz, zayıfları eziyorsunuz, bizdeki olumsuzlukların pek çoğu sizden kaynaklanıyor” dememiz, bizi haklı çıkarmıyor. Zira başkalarının kötü olmaları bizim iyi olduğumuzu göstermez. Hz. Ömer’in söylediği gibi, “Allah kötülüğü kötülüklerle değil, iyiliklerle değiştirir.” Aslolan iyi olmak ve iyiliği, iyi temsil etmektir. İman ve küfrü iki ayrı cephe olarak görmek, bu cepheler arasındaki sürtüşmenin ebediyete kadar süreceğini, sürtüşmenin genellikle savaşlardan çok, kültürler arası sürtüşmeler olarak ortaya çıkacağını idrak etmek demektir. Kâfirlere karşı imanın vakarını kaybetmenin her çeşidi, mü’min için tehlikedir. Mü’min, Allah’ın dostlarını dost, düşmanlarını da düşman bilir. Mü’min kendini korumalı, çevresinin mü’min çevre olmaktan uzaklaşmasına karşı hassas olmalıdır. İslâm’ın nasıl yaşanacağının en güzel ve mükemmel örneği, Resulullah Efendimizdir. İslâm’a uymayan beyanlar ve tavırlar, kimden gelirse gelsin reddedilir. İsterse o kişi havada uçsun, denizde yürüsün!

http://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/yasar-degirmenci/islam-guzel-de-biz-neden-guzel-degiliz-16987.html

“Allah, neden günahkâr insanlara bu dünyada mal mülk veriyor; hedeflerine ulaştırıyor?” diyenlere;

Hikmet dünyasında yaşıyoruz. Bu dünyada ister kafir olsun ister Müslüman olsun, kim şartlara riayet ederse, vesilelere yapışırsa o kazanır.

ancak; Müminlerin işledikleri günahlara mukabil çoğu kez bu dünyada başlarına bela ve musibet verilmektedir. Taki cezası bu dünyada temizlensin ve ahirette ceza görmesin. Ancak kâfirlerin ve zalimlerin işlediği günahlar ve zülümler, büyük olmasından dolayı bu dünyadaki bela ve musibetler onların cezalarına mukabil gelmediği için, cezaları tamamen ahirete bırakılmaktadır.

https://sorularlaislamiyet.com/allah-neden-gunahkar-insanlara-bu-dunyada-mal-mulk-veriyor-hedeflerine-ulastiriyor

“Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her fenalık ise senin kendi nefsindendi.”(Nisa, 4/79).

“İnsanlar içinde en ağır imtihana çekilenler peygamberlerdir. Sonra sırasıyla (rütbeleri) onları takib edenler, sonra onları takip edenlerdir. Kişi dinine göre müptela kılınır (imtihana çekilir). Eğer dininde salabetli ise imtihanı (göreceği bela ve musibet) ağır olur. Eğer dininde gevşek ise o oranda imtihan edilir. Bela o kimseyi devamlı takib eder. Nihayet onu bırakıncaya kadar. Böylece kul, yeryüzünde hatası olmadığı halde yürür.” (Râmûzu’l-Ehâdîs, s. 71, 983. hadis. Ahmed b. Hanbel, Buharî, Tirmizî, İbn-i Hıbban, Müstedrekten. bk. İbn-i Mâce II, 1321, 1331, 1335)

“neden Allâh kâfirlere, siz Müslümanlara karşı egemen olma fırsatı vermiştir.” diyenlere;

Mısırlı Müfessir Şeyh Mütevelli eş-Şa'ravî'ye bırakalım. Kendisi bu ayetle ilgili yaşadığı bir olayı anlatarak şöyle der:

"San Francisco'dayken bir oryantalist (müsteşrik) bana şöyle dedi: Kur'an'da geçen her şey doğruysa Kur'ân'da geçen bu ayete rağmen neden Allâh kâfirlere, siz Müslümanlara karşı egemen olma fırsatı vermiştir. Ben de ona cevap olarak şöyle dedim: Çünkü ayette Müminler demektedir biz Müslümanız ancak Mümin değiliz. Zira günümüz Müslümanları namaz, oruç, zekât, hac gibi birçok ibadeti yerine getirmekte ancak buna rağmen bilimsel, ekonomik, sosyal, siyasal ve askeri anlamda tam bir zaaf içerisindeler. Peki, bunun sebebi nedir diye sorunca şöyle cevap verdim: Çünkü Müslümanlar henüz Mümin derecesine yükselmemişlerdir. Zira günümüz Müslümanları gerçek mümin olmuş olsalardı Allah Teâla'nın "Müminlere yardım etmek bize haktır" (Rum 47) vaadine mazhar olurlardı. Müslümanlar hakkıyla mümin olsalardı bütün toplumlardan daha üstün bir seviyeye ulaşacaklardı. "Üzülmeyin, gevşemeyin eğer mümin iseniz en üstün sizlersiniz". (Al-i İmran/139) Eğer Mümin olsalardı Allah onları içinde bulundukları bu zillet halinde bırakmayacaktı. "Allah Müminleri, içinde bulunduğunuz halde bırakacak değildir." (Al-i İmran/ 179) Mümin olsalardı Allah Teâla her durumda onlarla beraber olurdu. "Allah Müminlerle beraberdir" (Enfal/19) Ancak günümüz Müslümanları gerçek Mümin derecesine ulaşamadıkları için bu durumdalar. Allah Teâla şöyle buyurmaktadır: "Sen ne kadar şiddetle arzu etsen de onların çoğu mümin değildir" (Yusuf/103) Peki gerçek müminler kimlerdir diye sorarsan bunun cevabı yine Kur'an'dadır. Allah Teâla, Tevbe suresinde şöyle buyurur: "Şüphesiz Allah, Mü'minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. (Tevbe/111). Bunlar, tövbe edenler, ibâdet edenler, hamd edenler, Allah'ın rızası için seyahat edenler, rükû' ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın koyduğu sınırları (yasa ve kuralları) hakkıyla koruyanlardır. Mü'minleri müjdele."(Tevbe/112).

https://dogruhaber.com.tr/yazar/huseyin-sudan/9687-allah-muminlere-karsi-kafirlere-firsat-vermez-ancak/




bu yazıyı da okumanızı tavsiye ederim

Gemiyi Delenlere Engel Olmazsanız Beraber Batarsınız “İyiliği Emretmek- Kötülükten Alıkoymak” Farzdır

https://mustafa1senyurt.wordpress.com/2015/07/05/gemiyi-delenlere-engel-olmazsaniz-beraber-batarsiniz-iyiligi-emretmek-kotulukten-alikoymak-farzdir/





3 Ekim 2018 Çarşamba

Böbrek hastalıklarında beslenme ve böbrek yetmezliği diyet listesi





Böbrek hastalıklarında beslenme ve böbrek yetmezliği diyet listesi planında aşağıdaki maddelere dikkat edilmelidir ve mutlaka Diyetisyen kontrölünde olunmalıdır.


Vücutta doku ve organların çalışması için yeterli enerji alımı önemlidir. Enerji aynı zamanda vücut ağırlığının korunmasında, ideal kiloya ulaşılmasında, kas yapımında ve onarımında etkili olur. Günlük kilogram başına 35-40 kal alınabilir ve günlük alınan ortalama enerji 2500-3000 kalori aralığında olabilir. Yetersiz enerji alınırsa yorgunluk, halsizlik, kan proteinlerinde azalma ve malnütrisyon gibi sağlık sorunları yaşanabilir.


Karbonhidrat kaynakları kalorinin %60-65’ini oluşturmalıdır. Ekmek, pirinç, un, makarna gibi besinler tüketilebilir. Böbrek hastası bireyleri kepekli tahıl ürünleri tüketmemeli ve tuzsuz ekmeklerden tercih etmelidir. Yağ içeriği yüksek olmamalıdır ve kalorinin %25-30’unu oluşturmalıdır. Katı yağlar yerine zeytinyağı, ayçiçekyağı, mısırözü yağı veya fındık yağı gibi sıvı yağ çeşitlerinden tercih edilmelidir. İhtiyaçtan fazla yağ alımının vücutta kilo artışını sağlayacağı da unutulmamalıdır.


Protein miktarı kan değerlerine ve diyalize girme durumuna göre iyi ayarlanmalıdır. Savunma sistemi, kas ve doku yapımı için protein kaynaklarının tedavideki önemi yüksektir. Proteinler; süt, peynir, et, tavuk, yumurta gibi hayvansal kaynaklardan ya da sebze, tahıl, kurubaklagil gibi bitkisel kaynaklardan alınabilir. Böbrek fonsiyonlarına göre protein miktarı kısıtlanabilir. Bu yüzden vücutta kullanımı daha yüksek olan hayvansal kaynaklarının tercih edilmesi gerekir. Diyetisyenin ve hekimin önerdiği protein değerinin altında protein alınıyor ise böbrek hasarları hızlanabilir ve malnutrisyon riski artabilir. Protein kısıtlaması olduğu zamanlarda da önerilen protein miktarının altında beslenilmemesi gerekir.


Sodyum mineralinin miktarı kısıtlanmalıdır. Fazla sodyum alımı hipertansiyona, kalp yetmezliğine ve ödem oluşumuna neden olabilir. Zeytin, turşu, salamura besinler, dondurulmuş ürünler ve işlenmiş şarküteri ürünlerden uzak durulması gerekir.


Böbrek fosfor mineralinin düzeyini ayarlayamaz ve kanda fosfor yüksekliği görülebilir. Yüksek fosfor düzeyi kemiklerden kalsiyum kaybına ve kemik kırılmalarına neden olabilir. Bu yüzden fosfordan yüksek olan süt, yoğurt, peynir, dondurma, kurubaklagiller, yağlı tohumlar, et çeşitlerinin tüketimi sınırlandırılabilir.


Potasyum minerali, böbrek yetmezliğinin ileri dönemlerinde kanda yüksek düzeyde görülebilir. Yüksek potasyum düzeyi hayati tehlikelere neden olabilir. Bu yüzden kandaki potasyum mineralinin düzeyine dikkat edilmesi gerekir. Bu süreçte potasyum mineralinden yüksek olan; kuru yemiş, kurubaklagil, kuru meyve, patates, havuç, mantar, koyu yeşil yapraklı sebzeler, muz, kavun, kayısı ve tahin-pekmez gibi besinlerden uzak durulması gerekir.


Bu hastalarda ilk aşamada sıvı kısıtlamasına gerek yoktur. Ancak hastalığın ilerlediği durumlarda alınan sıvı miktarına dikkat edilmesi gerekir. Bir gün önceki idrar miktarına(ml) + 500 ml eklenip günlük sıvı miktarı hesaplanabilir. Su, ıhlamur, çorba, süt ve ayran tüketimi sıvı miktarına dahil edilmelidir.

Böbrek Yetmezliğinde Yasak Olan Yiyecekler Nelerdir ve Beslenme Önerileri?

Böbrek hastalıklarında beslenme planında ve böbrek yetmezliği diyet listesi planında yasak olan yiyecekleri ve sağlıklı beslenme önerilerini aşağıda bulabilirsiniz.


Potasyum ve fosfor mineralinin besinlerdeki miktarının düşürülmesi için sebze ve kurubaklagil yemekleri haşalama suları döküldükten sonra pişirilebilir.


Protein kısıtlaması olduğu durumlarda kaliteli protein kaynağı olan yumurta tüketilebilir.


Sıvı kontrollünün sağlanması için küçük bardaklarda sıvı tüketimi tercih edilebilir.


Tuzsuz ekmek ve tahıl çeşitlerinden tercih edilmelidir.


Önerilenden fazla süt, yoğurt, peynir, yumurta, et, tavuk ve balık tüketilmemelidir.


Kola gibi asitli içeçekler, et suyu tabletleri, kek, pasta, çikolata gibi besinler tüketilmemelidir.


Potasyum içeriği yüksek olan kuru yemiş, kuru baklagil, kurutulmuş meyve ve sebzeler, patates, mantar, havuç, kayısı, kavun, muz, hurma, ıspanak, maydanoz gibi koyu yeşil yapraklı sebzelerin tüketimine dikkat edilmesi gerekir.


Fosfor içeriği yüksek süt ve süt ürünleri; et, balık ve sakatat; kurubaklagil; ceviz ve fındık gibi yağılı tohumların tüketim miktarına dikkat edilmelidir.


Sodyum içeriği yüksek olan salam, sosis, sucuk, pastırma, zeytin, dondurulmuş besinler, konserveler ve salamuralar tüketilmemelidir.


Potasyum mineralinin konrol edilemesi için bazı sebze yemeklerinin tüketim porsiyonunu dikkat edilmesi gerekir.



Sebze çeşidi

1 porsiyon ölçüsü


Bezelye

3 yemek kaşığı


Karnabahar

4 yemek kaşığı


Patlıcan

4 yemek kaşığı


Kereviz

4 yemek kaşığı


Bamya

4 yemek kaşığı


Taze kabak

4 yemek kaşığı


Taze fasulye

4 yemek kaşığı


Semizotu

4 yemek kaşığı


Pazı

4 yemek kaşığı


Ispanak

2 yemek kaşığı


Brokoli

2 yemek kaşığı


Brüksel lahanası

2 yemek kaşığı


Enginar

2 yemek kaşığı


Karalahana

2 yemek kaşığı


Pırasa

5 yemek kaşığı


Örnek Böbrek Yetmezliği Diyet Listesi

Aşağıdaki liste potasyum, fosfor ve sodyum miktarı kısıtlanmış olan örnek bir böbrek yetmezliği diyet listesi planıdır. Tedavi amaçlı uygulanacak olan böbrek yetmezliği diyet listesi içindeki besin miktarları kişinin sağlık durumuna, boy, kilo, yaş ve vücut ağırlığına uygun hazırlanmalıdır.

Kahvaltı: Şekersiz ıhlamur çayı


1 adet haşlanmış yumurta


1 yemek kaşığı tuzsuz lor peyniri


1 adet salatalık


1 tatlı kaşığı bal veya reçel


2 dilim tuzsuz ekmek

Ara öğün: 1 porsiyon meyve

Öğlen: 2 köfte büyüklüğünde ızgara et veya tavuk


2 kaşık sebze yemeği


2 dilim tuzsuz ekmek


4 kaşık yoğurt

Ara öğün: 1 dilim tuzsuz ekmek + 1 yemek kaşığı tuzsuz lor peyniri


1 porsiyon meyve

Akşam: 1 kase çorba veya 4 kaşık pirinç pilavı/makarna


1 porsiyon sebze yemeği


2 kaşık yoğurt


1 dilim tuzsuz ekmek

Gece: 1 bardak süt veya yoğurt + 1 porsiyon meyve

Böbrek hastalıklarında beslenme ve böbrek yetmezliği diyet listesi konulu bu ayrıntılı yazımı beğendiyseniz, sosyal medya paylaşım tuşlarından paylaşmayı unutmayın.

https://aysetugbasengel.com/bobrek-hastaliklarinda-beslenme-ornek-bobrek-yetmezligi-diyet-listesi/

BÖBREK YETMEZLİĞİ HASTALIĞINDA GENEL YASAK VE SERBEST YİYECEKLER

Genel yasak yiyecekler : Fazla miktarda verildiğinde sölüt yükü yaratacak besinler (süt, et, yumurta gibi), içeriği bilinmeyen yiyecekler (konserve, sucuk, pastırma, salamura, turşu, sosis gibi) salamura yapılan yiyecekler, sakatatlar, tuz ve tuzlu yiyecekler, kuru yemişler, kurutulmuş meyveler, çikolata, et suyu, meşrubatlar, kahve, kakao, boza, nescafe, tahin, pekmez, tahin helvası, muz, kavun, kuru baklagiller, bulgur, mısır, tarhana, patates gibi yiyecekler kronik ve akut böbrek yetmezliği hastalarının diyetinde genel olarak yasak edilen yiyeceklerdir.

Genel besin ayarlaması içinde serbest olan yiyecekler : Şekerli çay, ıhlamur, tuzsuz yağ, nişasta, şeker, sade akide şekeri, pişmaniye, sade lokum gibi yiyecekler kronik ve akut böbrek yetmezliği hastalarının diyetinde serbest ve besin ayarlaması içerisine konulan serbest yiyeceklerdir.

Diyet yiyeceklerini hazırlarken dikkat edilmesi gerekenler : Pişirme sırasında gıdaların besin değerlerini kaybetmemesi (kızartma yerine haşlama olmasına) dikkat etmek gerekir. Sebzeler pişirilirken ilk haşlama suları dökülür ve sonra tekrar pişirilir. Böylece potasyumun azaltılması sağlanır. Besinlerin tadını güzelleştirmek amacı ile baharat kullanılması önerilmez. Gıdaların daha kolay sindirilebilecek şekilde pişirilmesi tavsiye edilir.

BÖBREK YETMEZLİĞİ OLAN HASTALARIN UYMASI GEREKEN ÖNERİLER

Böbrek yetmezliği olan hastanın dışarıda yemek yiyeceği zaman yemek yediği mekana diyet uyguladığını bildirmesi ve isteyeceği etin günlük protein alımına göre olmasını, salçasız olmasını, miktarını, haşlanmış tavuk, ızgara hindi veya et, biftek hamburger şeklinde olması şeklinde olabilir. Etin yanında yiyebilecek kadar tuzsuz salata (sirke ve yağ kullanılabilir).

Kızarmış hamur ve ağır tatlılardan kaçınmak gerekir. İzin verilen meyveler, sütlü tatlılar ve dondurma yenebilir. Şerbet, buzlu meyve suları, jöleler, kahve ve çay günlük sıvı ihtiyacı kadar içilebilir. Alkol böbreğe zarar verir. Aşırı alkol ülserli hastalarda kanama riskinin artmasına, terlemeyi arttırarak idrar miktarının azalmasına ve tansiyonun yükselmesine neden olabilir. Sigara kesinlikle içilmemeli veya bırakılmalıdır.

KRONİK BÖBREK HASTALARINDA UYGULANMASI GEREKEN DİYET ÖRNEĞİ NEDİR?

Günlük yiyeceklerin gramı ve ölçüsü aşağıda belirtilmiştir:


40 gram proteinli tuzsuz diyette : (1500 kalori, 1400 mg potasyum, 600 mg fosfor, 300 mg sodyum) bulunur.


Günlük süt veya yoğurt : 200 gram (2 çay bardağı).


Günlük yumurta : 50 gram (1 yumurta).


Günlük et, tavuk ve balık : 90 gram (3 köfte kadar).


Günlük ekmek : 125 gram (5 ince dilim).


Günlük sebze : 2 porsiyon.


Günlük meyve : 2 porsiyon.


Günlük yağ : 20 gram (2 yemek kaşığı).


Günlük bal ya da reçel : 20 gram (2 tatlı kaşığı).

40 GRAM PROTEİNLİ DİYETTE ÖRNEK YEMEK LİSTESİ


Sabah kahvaltısı : Şekerli bir fincan çay ya da ıhlamur, 1 adet yumurta ve 1 kibrit kutusu kadar tuzsuz peynir, 2 tatlı kaşığı bal veya reçel, 1 tatlı kaşığı tuzsuz yağ, 1 ince dilim ekmek.


Öğle yemeği öncesi ara öğün : 1 porsiyon meyve.


Öğle yemeği : 2 adet ızgara köfte ya da aynı oranda et veya tavuk, 2 yemek kaşığı bitkisel yağ içeren sebze yemeği, 1 çay bardağı yoğurt, 2 yemek kaşığı pirinç pilavı, 1 kase nişasta peltesi.


Öğle yemeği sonrası ara öğün : 1 porsiyon meyve.


Akşam yemeği : 30 gram (bir küçük parça haşlama et), 2 yemek kaşığı makarna, 2 yemek kaşığı bitkisel yağ içeren sebze yemeği, 1 ince dilim ekmek.


Akşam yemeği sonrası ara öğün : Şekerli bir çay bardağı süt.

HEMODİYALİZ HASTALARINDA UYGULANAN DİYET ÖRNEĞİ NEDİR?

60 gram proteinli tuzsuz diyet. Günlük Yiyecek Miktarı (Gram) Ölçü.


Günlük süt veya yoğurt :300 gram (3 çay bardağı).


Günlük tuzsuz peynir : 30 gram (1 kibrit kutusu).


Günlük yumurta : 50 gram (1 yumurta).


Günlük et, tavuk, balık : (120 gram 4 köfte).


Günlük ekmek : 150 gram (6 ince dilim ekmek).


Günlük sebze : 2 porsiyon.


Günlük meyve : 2 porsiyon.


Günlük yağ : 20 gram (2 yemek kaşığı).


Günlük bal ya da reçel : 20 gram (2 tatlı kaşığı).

NOT : Kaloriyi yükseltmek için çay, ıhlamur, et suları, tuzsuz yağ, nişasta, şeker, sade akide şekeri, pişmaniye ve sade lokum yenebilir.


Sebzeler yıkandıktan sonra küçük parçalara bölünerek haşlanmalı ve haşlama suyu dökülmelidir. Haşlanan sebzeleri yağ koymak yerine et ilave ederek pişirmek yeterli olabilir.


1 yumurta ile bir köfte kadar et aynı değerdedir ve gerektiğinde yumurta ya da köfte yenebilir.


1 köfte kadar (30 gram et) yerine 3 yemek kaşığı kuru fasulye, nohut, kara bakla, barbunya veya mercimek gibi yemeklerin birinden yenebilir.


Et olarak, koyun eti, balık eti ve tavuk eti tercih edilmelidir.


Bitkisel sıvı yağ olarak da zeytin yağı tavsiye edilir.


Beslenme tarzı 5 öğün şeklinde az ve sık olmalı ve yemek yerken yavaş yemek yenmelidir.

SEBZELERİN VE MEYVELERİN MİKTARINA GÖRE POTASYUM VE FOSFOR İÇERİKLERİ



https://www.saglikocagim.net/bobrek-yetmezligi-beslenme/

ÖRNEK DİYET LİSTELERİ

Aşağıda, sizin için, günlük yemeklerinizin düzenlenmesinde yardımcı olabilecek değişik diyet örnekleri verilmiştir. Bu listeleri esas alarak ve değişim listelerini de kullanarak benzer miktarda besin elemanı (protein, karbonhidrat, yağ ve kalori) içeren farklı yemek listeleri düzenleyebilir ve değişik yemekler yiyebilirsiniz.

Listelerin hazırlanması aşamasında, kolaylık sağlaması bakımından, aşağıda belirtilen noktalara bir kez daha dikkatinizi çekelim.

Pratik ölçüler hakkında: 1 kibrit kutusu kadar beyaz peynir yaklaşık 30 gr.'dır. 1 kibrit kutusu büyüklüğünde köfte de yine yaklaşık 30 gr'dır. 1 ince dilim ekmek 25 gr ağırlığındadır.

1 porsiyon yemek 2 servis kaşığı veya 4 çorba (veya yemek) kaşığı miktarındadır. 1 porsiyon meyve, meyve değişim listesinde bildirilen meyve miktarıdır.

Listede şekerli olarak içilebileceği belirtilen süt veya çayların içine 1 tane kesme şeker, veya 1 tatlı kaşığı toz şeker konulacağı varsayılmıştır. Daha tatlı çay içilmesi durumunda ya diğer karbonhidrat kaynaklarından kısıntı yapmalı veya şekere ilave olarak tadlandırıcı kullanmalıdır.

Şekersiz çay, ıhlamur, limon vb. içecekler (hastalığınız nedeniyle sıvı kısıtlanması söz konusu değilse) istenilen miktarda içilebilir.

Yemeklerin hazırlanması hakkında: Listelerde birinci bölümde bir günde yenilecek toplam besin miktarı verilmiştir. Daha sonra değişim listelerinden yararlanılarak örnek bir yemek listesi yazılmıştır. Sizler de benzer şekilde çok farklı ve damak tadınıza uygun listeler hazırlayabilirsiniz.

Listelerde belirtilen herhangi bir sebze yemeğinin yerine değişim listesindeki bir başka sebze yemeğini (eşit porsiyon miktarında) koyabilirsiniz. Benzer şekilde, yine listelerde belirtilen herhangi bir meyvenin yerine eşit porsiyonda bir başka meyveyi koyabilirsiniz veya şeker ilavesi ile meyve tatlıları yapabilirsiniz. Bu konuda dikkat etmeniz gereken bir nokta sebze veya meyvelerin potasyum içerikleridir. Eğer potasyumunuz yüksek seyrediyorsa veya hekiminiz yüksek potasyumlu gıdalardan kaçınmanızı önerdiyse, değişimler sırasında bu tür gıdaları kullanmayınız.

Diyet listelerinin içeriklerinde belirtilen tuz miktarları, yemeğin hazırlanması sırasında içine hiç tuz konulmadığı ve tuzsuz ekmek yenildiği durumlar için geçerlidir.

En iyisi, evlerde pişirilen yemeğe hiç tuz atılmaması ve sofraya oturunca herkesin ihtiyacı kadar tuzu kendi tabağında kullanmasıdır.

Aşırı tuzlu yenilmeyen evlerde bir porsiyon yemek içinde yaklaşık 1 ile 2 gr tuz vardır. Bazı hallerde hekiminiz normal tuzlu yemek yiyebileceğinizi de söyleyebilir.

Kalori kısıtlaması yapılan hastalar dahil, içine yağ koymamak şartı ile, tüm yemeklerinizde serbest miktarda salata yiyebilirsiniz. Bu salatalar, mevsimine göre, domates, salatalık, yeşil biber, havuç, turp, roka vb. içerebilir. Yukarıda belirtildiği üzere, salata hazırlarken dikkat etmeniz gerekli tek nokta sebzelerin potasyum içeriğidir. Salatanıza istediğiniz kadar limon sıkabilirsiniz.

Yemeklerinize ağız tadınıza uygun gelen şekilde karabiber, kırmızı biber, tarçın, kimyon vb. baharatları serbestçe katabilirsiniz.



liste 1 için; 258 gr karbonhidrat, 42 gr yağ, 230 mg sodyum (575 mg tuz), 1280 mg potasyum içerir. Ekmek tuzlu yenirse alınacak olan sodyum miktarı 440 mg, (tuz miktarı 1100 mg) olacaktır.





liste 2 için: 180 gr karbonhidrat, 18 gr yağ, 153 mg sodyum 1389 mg tuz) ve 1434 mg potasyum içerir. Ekmek tuzlu yenirse alınacak olan sodyum miktarı 730 mg, (tuz miktarı 1856 mg ) olacaktır.







liste 3 için: 255 gr karbonhidrat, 34 gr yağ, 184 mg sodyum (460 mg tuz), 1240 mg potasyum içerir. Ekmek tuzlu yenirse alınacak olan sodyum miktarı 730 mg, (tuz miktarı 1825 mg) olacaktır.



liste 4 için: 398 gr karbonhidrat, 32 gr yağ, 196 mg sodyum (498 mg tuz), 918 mg potasyum içerir. Ekmek tuzlu yenirse alınacak olan sodyum miktarı 1168 mg, (tuz miktarı 2970 mg) olacaktır.







liste 5 için; 153 gr karbonhidrat, 27 gr yağ, 250 mg sodyum (625 mg tuz), 1500 mg potasyum içerir. Ekmek tuzlu yenirse alınacak olan sodyum miktarı 730 mg, (tuz miktarı 1825 mg) olacaktır.






liste 6 için; 243 gr karbonhidrat, 42 gr yağ, 264 mg sodyum (660 mg tuz), 1520 mg potasyum içerir. Ekmek tuzlu yenirse alınacak olan sodyum miktarı 585 mg, (tuz miktarı 1462 mg) olacaktır.







liste 7 için; 40 gr (% 13) protein, 235 gr (% 63} karbonhidrat, ve 44 gr (%24 yağ)'dan oluşmuştur. Ayrıca, 145 mg sodyum (363 mg tuz), ve 1503 mg potasyum içerir. Ekmek tuzlu yenirse alınacak olan sodyum miktarı 1606 (tuz miktarı 4015 mg) olacaktır.





liste 8 için; 360 gr karbonhidrat, 45 gr yağ, 156 mg sodyum (390 mg tuz), 1540 mg potasyum içerir. Ekmek tuzlu yenilirse alınacak olan sodyum miktarı 1170 mg (tuz miktarı 2925 mg) olacaktır.







liste 9 için; 430 gr karbonhidrat, 64 gr yağ, 215 mg sodyum (537 mg tuz), 1749 mg potasyum içerir; ekmek tuzlu yenirse alınacak olan sodyum miktarı 1606 mg (tuz miktarı 4015 mg) olacaktır.





liste 10 için; 218 gr (%61.3) karbonhidrat, 37 gr (%23.4) yağ, 274 mg sodyum (685 mg tuz) ve 1735 mg potasyum içerir. Ekmek tuzlu yenirse alınacak olan sodyum miktarı 1314 mg, (tuz miktarı 3285 mg) olacaktır.









liste 11 için; 323 gr karbonhidrat, 52 gr yağ, 338 mg sodyum (845 mg tuz), 1770 mg potasyum içerir. Ekmek tuzlu yenirse alınacak olan sodyum miktarı 1606 mg, (tuz miktarı 4015 mg) olacaktır.

http://www.diyaliz.net/single-post/2017/08/14/%C3%96RNEK-D%C4%B0YET-L%C4%B0STELER%C4%B0

okunabilir

Kronik Böbrek Hastalığı

http://farukturgut.com/kronik-bobrek-hastaligi/

Kronik Böbrek Hastalığında Beslenme Desteği

http://www.ichastaliklaridergisi.org/managete/fu_folder/2010-04/html/2010-17-4-247-256.htm

böbrek hakkında ayrıntılı bir yazı

https://www.msxlabs.org/forum/tip-bilimleri/94432-bobrek-yetmezligi-ve-tedavi-cesitleri.html




Böbreklere iyi gelen bitkiler

YABAN MERSİNİ Yaban mersini meyvesi, çiğ veya pişirilerek tüketilebilir. Ayrıca yaban mersini yapraklarından çay yapılabilir. Yapraklar ile yapılan bu çay idrar yolları için antiseptik özellik gösterir. Bu çayın idrar yolları üzerinde etkili olması için 3 haftadan fazla kullanılmaması ve kullanım sırasında çaya ara verilmesi gerekir.

ISIRGAN OTU Böbrekler için oldukça faydalı olan bu bitki böbrek hastalarının dikkatli kullanması gereken bir bitkidir. İdrar problemlerinin çözümünde, gut hastalığı ve ödem söktürmede oldukça etkili olan bir bitkidir. Böbreklerin çalışma hızını arttır. Isırgan otu prostat büyümesini de önleyen oldukça etkili bitkiler arasında yerini alır. Çay ve tentür olarak tüketilebilen bir bitkidir.

KARAHİNDİBA İçeriğinde A, B kompleks, demir, çinko, potasyum ve C vitamini ve mineralleri bulunan ve böbrekler iyi gelen bitkilerden birisidir. Böbrek rahatsızlıkları, mide bozulmaları ve deri hastalıkları tedavisinde oldukça etkilidir. Ayrıca iştah açıcı özelliğinin yanı sıra safra kesesi ve karaciğerin işlevlerini yapmalarına destek olur. Böbreklerden su ve tuz atılımını sağlayarak böbrek sağlığını korur. Karahindiba kullanmadan önce ilaç kullananlar bu bitkiyi kullanmak için doktora danışmalıdır.

ADAÇAYI Böbreklerin iyi çalışmasına yardımcı olan adaçayı; kan dolaşımını hızlandırır, sindirim sistemini düzenler, mide bulantılarını önler ve vücudu güçlendirir. Düzenli olarak yemeklerden sonra tüketilen bir fincan adaçayı böbrek ve mesane rahatsızlıklarına iyi gelecektir.

SU Böbreklerin daha iyi çalışıp görevini yerine getirmesi için su çok önemlidir. Böbreklerde bulunan kılcal damarlar içerisindeki zararlı maddeler su yardımı ile dışarı atılır. Günde 2-2,5 litre su tüketimi böbrek sağlığı için oldukça önemlidir. Vücudun ihtiyacı olan su yeteri kadar tüketilmediğinde vücut suyu tutar ve idrar oluşumu azalır. Bu durumda böbreklerin iyi çalışmasını engelleyerek fonksiyon bozukluklarına neden olabilir.

YOĞURT İçerdiği probiyotik, kalsiyum ve D vitamini ile böbrekler için oldukça faydalı bir besindir. İçerisinde bulunan yararlı bakteriler böbrekleri hastalıklara karşı korur. Böbreklerin doğal ilacı olan yoğurt yemek sırasında tüketilebileceği gibi taze sebze ve meyveler ile tüketilerek de böbreklerin fonksiyonlarını yerine getirmelerine yardımcı olur.

ELMA Kırmızı elma, böbrek hastalıklarının tedavisinde oldukça etkili bir meyvedir. Böbrek hastalığına yakalanma riskini azaltır. Lif oranı oldukça yüksek olan elma böbreklerde süzme faaliyetlerini gerçekleştirme de yardımcı olur. Anti-infıamatuar özelliği ile kabızlığı önler, kalp hastalıklarına iyi gelir, kolesterolü düşürür ve kanser hastalığı riskini azaltır. Günde bir tane elma tüketilebileceği gibi elma suyu içerek de elmadan faydalanılabilir.

AYRIK OTU iyi bir idrar söktürücü olan ayrık otu; böbrek iltihabı, kum ve taş dökülmesinde kullanılabilecek etkili bitkilerden birisidir. Bunlar dışında böbreklere iyi gelen besinler ile de böbrek sağlığı korunabilir. Böbreklere iyi gelen besinler ise şunlardır:














2 Ekim 2018 Salı

Şeyh EDEBALİ’den Osman Gazi’ye Nasihat








“Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..

Ey Oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va’dedilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.

Oğul! Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.

İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir...

Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.

Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözüpek) derler.

En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlı’yı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!..

Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!..

Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.

Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın...”







20 Ağustos 2018 Pazartesi

Mümin olan ölünün arkasından konuşulmaz ölen hainse ibret olsun diye konuşulur





Müslüman olarak vefat edenin hataları söylenmez, ancak ihanet etmişse insanların onun hatasına düşmemesi için ibret olsun diye anlatılır

Kâfir, münafık, günahları açıktan işleyen ve bi’dat ehli olmayan kişilerin kötülüklerini zikretmekte bir sakınca yoktur. Bunun dışında konuşmak Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.s) tarafından yasak edilmiştir.

Abdullah b. Ömer’den rivayet edilen bir hadiste de “Ölülerinizin iyiliklerini, güzelliklerini anın ve kötülüklerini sarfı nazar edin.” buyurmuştur. (Tirmizi, Sünen, Cenaiz, 33, c. II, s. 215; Ebu Davud, Sünen, Edeb, 49, c. IV, s. 275.)

Hz. Peygamberin kötülüklerinin zikredilmesini yasakladığı ölüler, kâfir, münafık, günahları açıktan işleyen ve bi’dat ehli olmayan ölülerdir.

Bu özellikleri taşıyan ölülerin kötülüklerini zikretmekte bir sakınca yoktur. Çünkü bu ölülerin kötülükleri arkalarından anılınca Müslümanlar bundan ibret alır ve kendilerini onların kötü akıbetinden korumak imkânı bulurlar.

Nitekim “Ölülerinize sövmeyiniz.” (Buhari) mealindeki hadis-i şerifte geçen kelimesinin başında bulunan ve ahd için olan “el” takısı, kötülüklerinin sayılması yasaklanan ölülerin her ölü olmayıp, belli ölüler olduğunu ortaya koyduğu gibi tercümesini sunduğumuz Tirmizî hadisinde geçen “ölüleriniz”, terkibindeki “mevta-ölüler” kelimesinin “kum = siz” kelimesine izafe edilişi de bu ölülerin Müslümanların ölüleri olduğunu ortaya koyar.

http://derindusun.com/tr/olunun-arkasindan-konusulur-mu.html

Bu yazıyı M. Ali Birand’ın ölümüyle başlayan bir tartışma üzerine yazıyorum, ama bu bir “Birand yazısı” değil. Konu, başlıktan ibaret. İddiaya göre, “dinimiz”e göre ölenler hakkında “kötü konuşulmaz”mış. Ölmeden önce ne yaparlarsa yapsınlar… Tabiî ki iftira atmayalım; ancak “olan”ı da mı konuşmayacağız? Topluma zarar verenin verdiği zararı göstermeyecek miyiz? İslam düşmanlarının melanetlerini izhar, Allah’a küfredenin küfrünü ifşa etmeyecek miyiz? Gelecek nesiller, “kötü”yü “iyi” olarak mı tanısınlar?

Bir de bunu İslam’a maletmeleri yok mu, insanı çileden çıkarıyor. “Ölülerin ardından kötü konuşmak caiz değil” diye fetva verip, bunu da hadise dayandırıyorlar. Ebu Davud’un rivayetine göre, Peygamberimiz (sav) “Bir arkadaşınız öldüğü zaman onu bırakın, onu gıybet edip ayıplamayın” buyurmuş. Yine, Tirmizi ve Ebu Davud, Rasulullah (SAV)’ın, “Ölülerinizin iyiliklerini, güzelliklerini anın ve kötülüklerini sarf-ı nazar edin” buyurduğunu kaydediyor. İşte bu ve benzeri hadislere dayanarak, ölünün ardından, “iyi ameller”in söylenebileceğine, “kötü haller”i söylemenin caiz olmadığına hükmediyorlar.

Ancak kimse, hadisteki “ölüleriniz” ifadesine dikkat etmiyor. Tıpkı, “sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz” (Nisa/59) ayetindeki “sizden olan”ı yok sayıp, başa geçen herkese itaatin Kur’ani bir emir olduğunu iddia etmeleri gibi. Burada da, eğer ölü “müslüman”sa, “bizden”se böyle değil mi? Kafirin küfrünü, zalimin zulmünü, münafıkın nifakını, cahlin cehlini, müşrikin şirkini söylemeyecek miyiz? Üstelik, bir de “büyük zat” olarak tanıtılırsa, onların “aslında ne oldukları”nı ifşa etmeyecek miyiz?

Her kim olursa olsun, ölenin ardından hep hayır konuşulması gerektiğini iddia etmek, “Allah’a da itiraz etmek” olmaz mı? Örneğin, Tebbet Suresinde, “Ebu Leheb’in elleri kurusun!” diye beddua etmiyor muyuz? Kur’an’da, geçmişte helâk olan kavimlerin yaptıklarından, Firavun’dan, Nemrut’tan, Bel’am’dan, Haman’dan, Calut’tan söz edilmiyor mu? Uhdud Ashabını ateşte yakan kavmin melanetleri; Allah’a isyanın, dünyanın nasıl fesada boğulduğunun örnekleri kıssa kıssa anlatılmıyor mu? Hani dinimize göre, ölenin ardından sadece hayır konuşulurdu?

Geçmişte helâk olan kavimlerin yaptığı melanetlerden, zulümlerden, küfür ve isyandan Kur’an’da söz eden Allah Teala, -hâşâ- hata mı etti? -Hâşâ-, Allah’a ahlâk dersi mi veriyorsunuz?

Peki, ya ölünün hayra dair bir işi yoksa? Ya ölü, yaşadığı sürece yaptıklarıyla ve kurguladıklarıyla; öldükten sonra da toplumu, devleti, bireyi, rejimi, sistemi etkilemeye devam ediyorsa ve o etki ile icra edilenler hiç de hayır niteliği taşımıyorsa?... O zaman da mı “öldü” diye hayırla anacağız?

Mesela, Nemrut, Firavun, Ebu Cehil, Moğollar, Kazıklı Voyvoda, Hitler, Stalin, Şaron, M. Kemal, İnönü vs. bunları nasıl anacağız? Ölüm, onları aklayıp pakladı mı yani? Bugün Amerika’nın, Rusya’nın, İsrail’in ya da onların onayını alan ülke idarecilerinin mazlumlara çektirdiklerini, onlar ölünce unutacak mıyız? Esed ölünce Suriye’de yaptığı kıyımları, Fransız yöneticileri ölünce Cezayir’deki, Mali’deki katliamlarını yok mu sayacağız? Sırpların Bosna’da, Budistlerin Arakan’da, Ruslar’ın Çeçenistan’da vs. yaptıklarını, onlar ölünce unutacak; bütün bunları hayırla mı anacağız?

İstiklal Mahkemelerinde binlerce alimi asan “yargıç” adlı cellatları ve bunlara emir verenleri nasıl hayırla analım? Hilafet’i, Şeriat’ı, İslam’ın bütün hükümlerini hayattan söküp atanları, yaptığı hangi “hayır”la anacağız?

Mesele şu: Öyle bir toplum oluşturdular ki, “toplum” olmanın ana unsuru “inanç-İslam” değil. Birinin “bizden” olması için aranan nitelikler “iman-İslam kardeşliği” değil. Öyle olunca bulanık zihinler “arı-duru İslam söylemi”nden uzaklaştı; ölen herkesi “bizden” sayma gibi bir saçmalık, bir “ucube zihniyet” ortaya çıktı. Üstelik, ayet ve hadisler de malzeme yapılarak...

Ölüm, insanı günahlarından arındıran, yaptığı melanetleri meşrulaştıran bir şey mi ki, ölenin ardından kötülüklerini söylemeyeceğiz? Yaşantısı İslam’a uymayan, Kur’an’a ters düşen, zalimlerden olanın ardından, bu yaptıklarını söylemeyi yasaklamak, o kişi sanki “iyi biri”ymiş gibi bir “söylem ikiyüzlülüğü”ne sapmak, “kişilik bozukluğu” olmaz mı?

Yaşarken yaptıkları, söyledikleri, kurdukları, kurguladıkları öldükten sonra da ülkeyi, toplumu, çeşitli kurum ve kuruluşları, sistem ve unsurları vahye aykırı olarak etkilemeye devam ediyorsa, bunları değil yok saymak, bilakis söylemek ve gelecek nesilleri uyarmak gerekmez mi? Evet, “bizden” olan ölülerimizin ardından iyi konuşacağız. Ancak “bizden/mü’min” değilse; yaşantısında ahlâk, iman, amel, yaptıkları, söyledikleri, yazdıkları bakımından “iyi” birşeyler yoksa nasıl ve neyi “iyi” konuşacağız? Unutmayalım ki, insanın dünyada yaşadığı hayat, ahiretinin nasıl olacağını da, öldükten sonra dünyada nasıl anılacağını da gösterir. Bunu da kişinin kendisi belirler.

https://www.habervaktim.com/yazar/57171/olenin-ardindan-konusulmaz-mi.html

"Eşit değiliz, çünkü sizin ölüleriniz cehennemde, bizimkiler ise cennette"

Hazreti Ömer

“Ölüyü anmak, ona rahmet dilemek, onu Allâhın kelamıyla rızıklandırmakla olur. Ölülerinizi hayır ile anınız!» emri, her ölüye değil, bizim ölülerimize mahsus bir keyfiyet... Bizden, yani İslâmdan olmayan ölüleri sadece ölmüş bulunmalarıyla imtiyaz sahibi kabul etmek mümkün olsaydı Hadiste «ölülerinizi» tabirinin «ölüleri» şeklinde olması lazımdı… Ebu Cehl'i hayr ile anmak nasıl muhal ise hayatı boyunca işi gücü, zevki, hırsı İslâm düşmanlığından ibaret kimseleri, sırtına ölüm zırhını geçirdi diye lanetten masum sanmak da imkânsız... Mümin, ölüler mevzuunda da Allah için muhabbet ve Allah için buğz kanatları üzerinde uçar…”

İman ve İslam Atlası Necip Fazıl

“Allah Rasulu (sav) 'ölüleri' değil, 'ÖlüleriNİZİ hayırla anın' buyurdu. Ölüm, katiller için sığınak olamaz. Herkes ne ise öyle bilinecek.” İhsan Şenocak

“İslamiyet, "ölülerinizi hayırla yadedin" der. Asil bir ihtar. Ölülerinizi yani sizden olanları, aynı mukaddeslere inanan, aynı kavgalara katılan, aynı emel veya hınçları bölüşen insanları.” Cemil Meriç - Kırk Ambar