Devlet faizle çalışıyor, memurların aldıkları maaşlar helal midir?
Devletin ödediği maaş haram mı?
Faizle çalışan bankadan alınan vergi helal midir ?
Alkolden ve alkol işletmelerinden alınan vergi helal midir ?
Sigaradan alınan vergi helal midir?
Şans ve tahmin oyunları adı altında kumardan gelen vergi helal midir?
Müstehcen yayın yapan gazete, tv ve sinemalardan alınan vergi helal midir?
özetle bu ve benzeri kuruluşların devletin bütçesine katkısı en az %20’yi buluyor
bu da demek oluyor ki maaşların %20’si haram para ile ödeniyor!!!
BENİM ÖNERİM İSE;
özellikle Diyaneti ilgilendiren konu ve özellikle arkasında namaz kıldığımız imamları ilgilendiren konu bu haram karışmış maaşlardır
bu konuda yapılması gereken bu vergilerin komple iptal edilmesidir (bu devletin görevidir)
diyanete düşen ise madem bunu engelliyemiyorsunuz en azından Devlet ile maddi ilişkiyi kesmek yoluna gidilmelidir
bu nasıl olacak sorusuna cevap vermek sizin görevinizdir!!!
hala yazıyı okuyanlar için bir iki önerim olacaktır;
öncelikle cami altlarındaki marketlerin kapatılarak yerine diyanet bağlı (sadece helal ürünlerin satıldığı alternatif marketler kurulmalıdır
her camiye (uygun olanlara) bu tarz market yada dini kitap ve diğer materyallerin satıldığı diyanet mağazaları yaygınlaştırılmalıdır
yani özetle diyanet ne devlet parası ile ne de sadakaya muhtaç bırakılmadan ticaret yapılarak kendi bütçesini karşılayabilir
saygılarımla
yazı aslında buraya kadardır
yazının bundan sonraki bölümünü detay isteyenler okuyabilir
Bütçeyi tiryakiler kurtardı!
Gülümhan GÜLTEN / VATAN | 25 Aralık 2012 Salı - 10:31
Akşamcı ve tiryakiden bütçeye 23 milyar lira!
2012 yılı içinde bozulan bütçe dengesini, akşamcı ve tiryaki kurtardı. Sigara ve alkolden alınan ÖTV geliri 11 ayda 22.6 milyar liraya ulaştı. Bu vergi gelirinin 4.2 milyar liralık kısmı alkollü içkilerden, 18.4 milyar liralık kısmı ise sigaradan geldi. Maliye bu rakamın yıl sonunda 26.4 milyar liraya çıkmasını bekliyor.
Maliye Bakanlığı bütçenin yılsonu gerçekleşmeleriyle ilgili son rakamları toplamaya çalışırken, 2012 yılı bütçesini tiryakiyle akşamcının kurtardığı anlaşıldı. Artan giderler ve düşen vergi gelirleri nedeniyle sürekli artan bütçe açığını dizginleyemeyen hükümet, bir kez daha bütçe dengesini alkol ve sigara içen vatandaşlar sayesinde toparladı. Yılın ilk 11 ayında gerçekleşen ve resmi olarak açıklanan vergi gelirleri içinde başta sigara ve alkol olmak üzere toplam ÖTV gelirinin, toplam vergi gelirlerine sağladığı katkı yüzde 25’i geçti. Yılın 11 ayında 64.6 milyar liraya ulaşan toplam ÖTV gelirinin, yılsonu itibarıyla 70.6 milyar liralık hedefi aşarak 71.2 milyar liraya ulaşacağı hesaplanıyor. 2012 yılının 11 ayında bütçeye toplam 64.6 milyar liralık ÖTV geliri toplandı. Bunun 4.2 milyar lirası alkolden, 18.4 milyar lirası sigaradan olmak üzere toplam 22.6 milyar lirası tütün ve alkolden geldi. Maliye Bakanlığı’nın üzerinde çalıştığı ve henüz açıklanmayan rakamlara göre yıl sonunda bu rakamın 26.4 milyar liraya ulaşacağı hesaplanıyor. Bunun da 4.9 milyar lirasının alkollü içkiden, 21.3 milyar lirasının da sigaradan tahsil edilmesi bekleniyor.
Verginin yüzde 10’u
Öte yandan yıl sonu hedefi 277.7 milyar lira olmasına rağmen, yılın 11 ayında 255.7 milyar lira toplanabilen vergi gelirlerinin yüzde 25’ini alkol ve sigara gibi tüketimden sağlanan ÖTV geliri oluşturuyor. Sadece alkol ve sigaradan alınan ÖTV geliri ise toplam vergi gelirlerinin yüzde 10’una ulaşıyor. Yılın ilk 11 ayında Kurumlar ve Gelir Vergisi oranları düşürken, bütçe vergi gelirlerinin yüzde 10’u tiryakiyle akşamcıdan sağlanmış oldu.
11 aylık vergi gelirinin %10’u alkol ve sigaradan
http://www.gazetevatan.com/butceyi-tiryakiler-kurtardi--501703-ekonomi/
Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.
MÂIDE SURESI 90
Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hamrla ilgili olarak on kişiye lanet etti:
"(Hammaddesinden şarap yapmak maksadıyla) sıkana ve sıktırana, içene ve sâkilik yapana, (imalathâneden veya depodan, toptancıdan perakendeciye veya müstehlike kadar) taşıyana ve taşıtana, satana ve satın alana, bağışlayana, bunun parasını yiyene." (Tirmizî, Büyû 59, (1295); İbnu Mâce, Eşribe 6, (3381).
«Faiz yiyenler kendilerini şeytan çarpmış birer mecnundan başka bir hâlde kabirlerinden kalkmazlar. Böyle olması da onların, 'Alım satım da ancak faiz gibidir.' demelerindendir. Halbuki Allah alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır.» ( Bakara, 2/275)
Cabir b. Abdullah (R.A.) den rivayete göre Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz: Faizi yiyene, yedirene, kâtibine ve şahitlerine lanet etmiş ve:
“Onların hepsi, faizin günahında ve vebalinde müsavi yani eşittirler.”1 buyurmuşlardır.
(1) Müslim, Müsakat: 106; Ebû Davud, Buyu: 4
Şarap fabrikaları için üzüm yetiştirerek, tütün ekerek elde edilen para, uyuşturucu elde etmek için Hint keneviri ve afyon yetiştirerek elde edilen para helâl değildir. Fıkıhta bir kural vardır: “Harama götüren de haramdır.
NERELERDE ÇALIŞILMAZ?
Kazancın helâl olabilmesi için meşru işte ve uygun yerlerde çalışılmalıdır. Uygun olmayan yerler nelerdir?
– Haram ve günah ortamlarında çalışılmaz. Meselâ;
– Şarap fabrikasında,
– Meyhanede,
– Faizli muamele yapılan yerlerde,
– Fuhuş yerlerinde,
– Ahlâksızlık ortamlarında,
– İnsanların aldatıldığı yerlerde,
– Din düşmanlığı yapılan yerlerde,
– Kumarhanede,
– Haram olan şeylerin alınıp satıldığı yerlerde,
– Ahlak bozucu eğlence yerlerinde,
– Müstehcen yayın, basının faaliyet alanlarında,
– İbadete izin verilmeyen yerlerde çalışmak uygun değildir. Çalışan, ibadetini yapabileceği iş arayışında olacaktır.
iki örnek
1- Katılım Bankasından Alınan Maaş Helal midir?
Katılım bankasında çalışmaktayım. Buradan almış olduğum para helal midir?
Sözünü ettiğiniz kurumlar, helal dairesini izlediklerini iddia etmektedirler. Bizim ise onlar hakkında diğer faizli bankalar için söylediklerimizi söylemeye belgemiz yoktur, kalbimiz de mutmain değildir. Dolayısıyla sizin oradan kazandığınızın haram olduğunu söyleyemem. Siz orayı daha yakından bilebileceğinize göre kararınızı da verebilirsiniz. Diğer bankalardan farkları olduğunu söyleyebiliyorsanız maaşınız size helaldir. Tereddüdünüz varsa o tereddüt kadar maaşınızda da sıkıntı var demektir.
Allah’a emanet olunuz.
2- Adliyeden Alınan Maaş Helal mi?
Sayın hocam. 1997 yılından bu yana adliyede devlet memurluğu yapıyorum. Bilgisayar programcısıyım. Memurluktan ayrılmam halinde ailemin geçimini programcılıkla devam ettirebilecek durumdayım. Yaptığım memurluk görevi diğer memurluklardan farklı, adli olduğu için insanların hürriyetlerini kısıtlayan, geleceklerini karartan bir kurum. Ve bu kurumda da yanlış verilen kararlar, uygulamalar oluyor. Ve asıl kötü olan bunun yanlış olduğunu bildiğimiz halde müdahale edemiyoruz. İnsanların adaletinin bir yere kadar olduğunu yaptığım görev nedeniyle tam anlamıyla anlamış ve görmüş oldum. Dolayısıyla aldığım ve ailemle yediğim bu maaş, gördüğüm adaletsizlikler nedeniyle bana haram gibi gelmeye başladı. İçim hep huzursuzlukla dolu. Ayrıca Abdulbaki Kömür’ün ‘Kınasın Dünya’ isimli bir şiirinde ‘genelevlerden alınan vergilerle imamların maaşları ödensin he’ diye bir dize vardı. Genellediğimizde aldığımız maaşlar yönüyle imamlardan bir farkımız kalmıyor. Siz ki Nevevi’nin hayatını anlatırken onun vakıf malı olma ihtimali olması nedeniyle yaşadığı şehirden meyve bile almadığını söyleyen birisiniz. Açık, net bir şekilde aldığım maaşın helal olduğunu (işimi düzgün, hilesiz ve tam anlamıyla yerine getiriyorum) söyleyebilir misiniz? Soruma dolaylı değil net bir yanıt verin lütfen. Duanıza ve cevabınıza muhtaç bir dertliyim. Ve biliyorum ki dermanım da sizdedir. Ellerinizden öpüyorum. Saygı ve sevgilerimle.
Selamünaleyküm. Güzel kardeşim, haram ateş demektir. Ateş yakar. Bir şeye haram demek ihtimal üzerinden olmaz. Sizin durumunuz, neredeyse bu ülkedeki bütün devlet memurları için geçerlidir. Evet, tarlasında yetiştirdiği domateslerle geçinen bir Müslüman gibi kazancınızın helal olduğunu söyleyemem. Direk haram olduğunu söylemek de zordur. Bir mü’min olarak bu durumun sizin kalbinizi ezmesi normaldir hatta gereklidir. Size de net bir şey söyleyemeyeceğim; kalbinizin dediğini yapın. Allah’a emanet olun.
Osmanlı Mahalle İmamlarının Performanslarına Dair – Prof. Dr. Mefail HIZLI
Osmanlılarda Fonksiyonel Bir Görev: İmamlık
Osmanlı mahalle cami ve mescidlerinde yer alan en önemli din görevlisi imamlardı. Bu mabedlerde hizmet veren din görevlilerinin büyük gayretleriyle bu kutsal mekânlar sadece bir ibadet yeri değil, ayrıca cazibe merkezleri haline gelmiştir. Tanzimat devrine gelinceye kadar imam, devleti temsil etmek üzere mahallenin önde gelen sorumlusuydu. Görevlerinin ifası sırasında kadılar tarafından teftiş edilir, ahalinin hakkında vaki şikâyetleri azillerine yol açabilir ve cezalandırılmalarına sebep olabilirdi. Dolayısıyla belirli bir kontrol altında bulunurlardı. İmamlar, kadıların yerine getirmesi gereken birçok işte onların tabii yardımcısı konumundaydı. (Beydilli, 2000: 181)
Osmanlı Mahalle İmamlarının Görevleri
Osmanlılarda imamın görevi sadece namaz kıldırmak ve hutbe okumak değildi. Mahalleyi ilgilendiren her türlü belediye hizmetine öncülük eder, mahallenin huzur ve asayişini denetler, sosyal ve kültürel pek çok faaliyetin içinde bulunurdu.
Mahallenin suyu, okulun tamiri, çeşmesi, cami ve mescidlerin bakım ve onarımı, aydınlatma mumunun temini, sokakların temizlik ve bakımı imamın sorumlu olduğu yerel hizmetlerden bazılarıydı (BŞS, A155: 103a; A108: 135b). Mahallelerdeki dar yolların halka verdiği rahatsızlığı mahkemeye bildiren imamlar, tedbir alınmasını kadıdan talep ediyorlardı (BŞS, A143: 224a). Mahalle mescidine gelen suyun kesilmesi sebebiyle sıkıntı çeken cemaatin su ihtiyacı, imamların girişimleriyle çözüme kavuşuyor, mahalleye ulaşan bozuk suyollarının tamiratı gerçekleşiyordu (BŞS, A141: 130b, 218b).
İmamlar, nüfus kayıtları, doğum, ölüm ve boşanma gibi işlemleri de yerine getiriyordu (Kazıcı, 1982: 34). Bugün belediyelerce icra edilen nikâh akitleri şehirde kadı veya naibi; mahalle ve köylerde ise yöneticilerden alınan “izinname” sonrasında imamlar tarafından kıyılıyor ve akdedilen nikâhlar bir deftere kaydediliyordu (BŞS, A119: 82a; Aydın, 1985: 89-90). Türkiye’de medeni kanunun kabulünden önce, evlenmek için kadılardan alınan müsaadeye “izinname” denirdi. Bursa’da bilinen ilk izinname 1555 tarihli olup orijinal ifade aynen şöyledir:
“Sultan mahallesi imamına! Ayşe binti Ahmed, Nebi’ye şer’an mâni’ yok ise nikâh edesin deyu izin verildi.” (Kepecioğlu, t.y.: II,366)
16. yüzyıldan itibaren mahalle seçkinlerinden oluşturulan “Eşraf ve A‘yan Meclisleri” -ki bu, günümüzde büyük ölçüde il genel meclisi veya belediye meclisine karşılık geliyordu- devlet yönetimi ile halk arasındaki ilişkileri düzenlerdi. İşte bu meclisin üyeleri arasında şehrin ileri gelen tüccar, esnaf, müderris ve tarikat şeyhlerinin yanı sıra imam-hatipler de bulunurdu. Bu meclis, bulundukları yerin idarî, sosyal ve ticarî ihtiyaçlarını belirlemekte, bazı vergilerin tahsilini sağlamakta ve halka kötü davranan yöneticileri merkeze bildirmekteydi (Mert, 1991: 195). Meclis tarafından atanan “şehir kethüdası” ile imam sürekli işbirliği içinde bulunurdu.
Osmanlı mahalle yapılanmasında ahali birbirine kefil oldukları için, mahallede meydana gelen her türlü asayiş olayında mahalle sakinlerinden önce imam sorumlu tutulurdu (BŞS, A151: 30a). Bulundukları yerleşim biriminde bir ahlâk zabıtası gibi görev yapan imam ve müezzinler, mahalle sakinlerinden bazılarıyla mahkemeye başvurarak ahlâksızlıkları sebebiyle bazı kişilerin mahalleden çıkarılmalarını isteyebiliyorlardı (BŞS, A145: 45b). Mahallede meydana gelen herhangi bir hırsızlık olayında inceleme için görevlendirilen (BŞS, A145: 134a) imamlar, suçluları yetkili makamlara cemaatiyle birlikte ihbar ederek bir bakıma muhtesibe de yardımcı oluyorlardı.
İmamların, mahallelerinde ikamet eden kişiler hakkında tam bilgi sahibi olmaları oldukça önemliydi. Mahalle sakinlerinin kimliklerinin belirlenmesi, gelen yabancıların veya yeni taşınanların tesbiti ve kayıt altına alınması işleri, yeni gelenlerin kefalete bağlanması, mahalle sakinlerinin ikamet yeri ve sürelerinin belirlenmesi, 19. yüzyılda ortaya çıkan “mürur tezkireleri”nin elde edilmesiyle ilgili ilk işlem olmak üzere ikametgâh ve kimlik belgelerinin tanzimi imamlar tarafından yerine getirilir ve imamlar kefilsiz olanların mahallede barınmasının sorumluluğunu taşırdı (Beydilli, 2000: 181).
Büyük şehirlerde yaşanan toplumsal çözülme ve dejenerasyonun bir sonucu olarak ortaya çıkan fuhuş konusunda da imamlara görev düşmekteydi. Başta İstanbul olmak üzere pek çok şehirde giderek çoğalan fahişelerin, toplumda yol açtığı derin yaralar sebebiyle padişahtan gelen fermanların hemen tamamında imam ve müezzinlerin görevlerini kusursuz yapmaları konusunda uyarılıyordu (BŞS, B15: 34a; A112: 15b).
Öte yandan, Anadolu şehirlerinde yaşayan ve bazı gerekçelerle devletin başkenti İstanbul’a taşınan çok sayıda kişinin şehre verdiği huzursuzluk sebebiyle İstanbul dışındaki kentlerde bulunan mahalle imamlarının görevlerini yaparak bu tür kişilerin göç etmesine izin vermemeleri emredilmiştir.
Osmanlı’da imamlar devletten maaş alır mıydı? Geçimini nasıl sağlarlardı? Başka bir meslekleri varsa bile ikisini aynı anda nasıl yapıyorlardı?
“Kısacası Hocam Osmanlı’daki imam sistemi nasıldı?”
Sevgili kardeşim, selâtin camilerine (padişahların yaptırdığı camilere) imam olmak, neredeyse sadrazam olmak kadar zordu ve neredeyse onun kadar beceri gerektiriyordu.
Çok önemli isimler bu camiler için belirlenir ve padişah protokolüne girerlerdi.
İmamlar o kadar önemsenirlerdi ki, Kanuni Sultan Süleyman 1557 yılındaSüleymaniye Camii için aradığı imamın yüksek İslâmi ilimlere vakıf olmasının yanı sıra üç dil bilmesini de şart koşmuştu.
Ben büyük camilerin imamlarında aranan özellikleri yazayım, siz önemini kavrarsınız…
Eli-yüzü düzgün olacak…
Yüksek İslâmî ilimlere vakıf olacak…
En az üç lisan bilecek (Arapça ve Farsçanın yanısıra bir de Lâtince)…
Güzel giyinecek…
Sportmen olacak, spor yapacak, at binecek…
Güzel bir kadınla evli olacak (namahreme bakmasın diye)…
“Kefere dini” ile dinimizi karşılaştırabilecek ilmi kapasiteye sahip bulunacak…
Dinler tarihini eksiksiz ve mukayeseli bilecek…
İlm-i Teşrihe (İnsanın yapısına ilişkin ilim) hâkim olacak.
Belâgat (dil), Mantık, Hadis, Fıkıh, Kelâm, Tefsir, Felsefe, Matematik, Astronomi bilecek.
Selâtin camilerinde imamlık bu kadar ciddi ve son derece saygın bir işti.
Öte yandan, Sultan II. Mahmud dönemine kadar (1829), her mahallenin başında bir “imam” bulunurdu. (Muhtarlık sistemini Sultan II. Mahmud getirdi).
İmamlar bizzat padişah tarafından fermanla atanırdı.
Dînî duygularla şekillenen Osmanlı toplumunda, imam; ilmiyle, örnek kişiliği ile mahallenin saygın bir büyüğü olduğu gibi; mahallenin yönetiminden de sorumluydu.
Osmanlı’da görevleri sadece camide cemaate namaz kıldırmakla sınırlı kalmayan imamların, belirli bir seviyede eğitim almış olması gerekiyordu.
Ülkemizde muhtarlık teşkilatının kuruluşuna (1829) kadar, Kadı’nın temsilcisi durumunda olan kişiler imamlardır.
İmamlar tertip edilen imtihanlarda en yüksek puanı alanlar arasından seçilirdi. İmamlar, mahallenin düzeninden, âsâyişinden ve inzibât ile halk arasındaki âhenk ve barıştan da sorumlu idi.
Mahalle halkının nüfus işleri, nikâh işleri, mahallenin temizlik işlerinin yürütülmesi, gıda kontrolü, ihtikârın önlenmesi gibi belediye hizmetleri ve mahalle halkının temel eğitimiyle de meşgul olan imamlar, Avârız Vakıfları’nın da başkanı idi.
Padişaha yani devlete karşı mahalle halkını, mahalle halkına karşı da Padişahı, yani devleti temsil ederlerdi.
Selâtin camileri imamları maaşlarını o cami vakfından alırdı, mahalle imamları ise her mahallede var olan “Avarız Vakfı”ndan alırlardı. Avarız Vakfı aynı zamanda mahallenin tüm ihtiyaçlarının giderilmesi için de önemli katkılar yapardı. Bir nevi belediye hizmeti verirdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.